29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ölüm Türkiye’mizin geleceğinden çaldı

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

Hastane odasının kapısının üzerinde üç renk ışıklı lamba var. Sarı, yeşil, kırmızı... Birden kırmızı şerit yanıp yanıp sönmeye başladı. Soner Komutanımızın çok sevdiği eşi Sevgi Hanımla birlikte kapının önünde el ele oturuyoruz. İçeride doktorlar var. Giriyorlar, çıkıyorlar... Gözümüz lambada. Sonra sürekli kırmızı yandı. Sevgi Hanım anladı, “şimdi güvenlik gelir” dedi. Neden? Bağırıp çağırmayalım diyeymiş. Oysa Sevgi Hanım, Soner Komutana söz vermiş. Ayak ucunda hep birlikte selam durduk. Öyle sessizce beyazlar içinde uğurladık. Sanki hiç gitmeyecek gibiydi. İki yıl hastalıkla da savaştı. O nasıl bir gayret ve kararlılık... Ama yine sessizce. Tıpkı öteki görevlerini yaptığı gibi. Her ziyaretine gittiğimizde diyordu ki, “Genel Başkanım, yeneceğiz...” Kalkacak, bıraktığı yerden göreve devam edecekti.

MEHMETÇİK KARARLIĞI
Onu ilk Silivri’de mahkeme salonunda tanımıştım. Memo da tutuklandığı zaman babasının yanına vermediler, başka bir cezaevine koydular. Onun için görüş günleri de farklıydı. Görüşten çıkınca Balyoz duruşmalarına girerdim. Bir keresinde Soner Polat’ın ifadesine denk geldim. O zaman adını da bilmiyorum. Kim, diye sordum. Görüntülü, yansıtmalı sakin sakin anlatıyor. Sanki bilimsel sunum yapıyor. Elinde ışıklı sopası eksik. Tahrifat yapılmış, üzerinde oynanmış belgeleri ayrıntılı anlatıyor. “Bakın şu virgüle...” Dava orda sonlanmış olmalıydı. Hayranlıkla izledim. Aslında silah arkadaşları tutuklanınca başlamışlar üzerinde çalışmaya. Gece geç saatlere kadar evde masa başında saptanmış yalanlar. Herkesin gözünü kaçırdığı, “selam verirsem yoksa beni de alırlar mı” dediği zamanlarda, daha ertesi gün tutuklu silah arkadaşlarını ziyarete gitmiş. Dememiş ki, bize donanmanın yıldızları derler, şu mevkiye geleceğim, şu makamın komutanı olacağım... görmezden gelivereyim, işime bakıvereyim... Mücadele sürdü. Mehmetçik kararlığıyla.

ACIMAYIN BANA BEN MAĞDUR DEĞİLİM İŞİN UCUNDAN TUTUN
Devran dönüp Silivri geçerli akçe olunca da, bir kez bile duymadım ağzından “ah ah neydi o günler, şöyle bedeller ödedik... ezalar, cefalar çektik... ey halkım şimdi bana geri ver... parlak madalyamı yakama tak” dediğini... Ondan hiç cezaevi anısı dinlemedik, biliyor musunuz... Ya da gece yatıp rüyasını kurup, sabah kalkınca “Eğer Balyoz ‘mağduru’ olmasaydım şimdi şu makamda ben olacaktım” diye intikam ateşleriyle yandığını, “şimdi o makamda ben olaydım şöyle yapardım...” kaygısıyla bile gözlerinden haset kıvılcımı uçuştuğunu bir kez bile görmedik. Birkaç kez liyakat açısından “keşke siz olsaydınız” diye söylemeye çalışan olduysa da susturdu. İkiletmedi bile. O şimdi Parti’de daha önemli görevdeydi. Mutluydu. Eşi de söylüyor: “Aman yoruluyorsun’ bile demezdim, hiç karışmazdım... yapmak istediğini yapıyordu çünkü.” Koğuş arkadaşı Amiral Cem Gürdeniz anlatıyor. Ranzadan ranzaya saatlerce geceleri Türkiye’nin stratejilerini konuşurlarmış. Mehmetçik her zaman nöbette. En son acılar içinde kıvranarak Çorlu’ya gitmiş: “Söz verdim beklerler...” Ertesi gün hastane ve ameliyat. Her çağırılan yere gitmek zorunda değilsiniz Komutanım, arada “hayır” diyebilirsiniz... Kaç kez uyardım.

EĞRİ ODUN TAŞIMAYAN PARTİLİ
Mehmetçik yaşam tarzıyla, Partili. Ailesiyle ilişkileri, kayınvalidesi, kardeşleri, ayırt etmediği baldızı, yeğenleri... Bireycilikten temizlenmiş, bulunduğu hiçbir mekana eğri odun taşımayan komutanımızı gidin bir onlardan dinleyin. Günlerce uyumadan ona gözbebeği gibi bakan Sevgi kardeşimi dinleyin. Daha üye olmamıştı. Yeni tahliye olmuşlar. Genel Başkan bir danışma toplantısına davet etmiş. Düğüne gideceklermiş. Kıyafetleriyle atlamış gelmiş. Toplantının sonuna geldik. Israr ediyorum. Söyleyin, siz gidin, bekletmeyin. Yok, Genel Başkan izin vermeden gidemem. Ben kıvranıyorum, O rahat. En sonunda gittim ben söyledim. Disiplin, uyum, doğallık, sevecenlik, incelik, saygı... Bir siyasi parti üyeliği böyle tanımlanabilir mi? Yalnızca strateji değil, şiir kitabını da altını çizerek okuyan bir Partili. Öte yandan da farklı fikir olduğunda, sakınmadan güm diye masaya getiren Vatan Partili. Cesaretli, kişilikli, güvenli. Birlikteliğimizin kökleri çok eskilerde. Ta 1987’deki İkibine Doğru dergisinde şöyle yazmıştınız demişti bir keresinde. Bir ayrıntı. Şaşırdım. Yıllardır satır satır okurmuş yayınlarımızı. Aslında o kadar da yeni değil... 150- 00 yıllık geçmişimiz... JönTürkler’den, Namık Kemallerden bu yana hepimiz biriz. Yoksa Göbeklitepe’den, Sümerlerden bu yana mı... Amiral Vatan Partili. Aynı gemideyiz tartışmalarını, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi toplantılarımızı anımsıyorum. Tam bir amiral. Şimdi hesapladım da daha iki-üç yıllık Partiliymiş o zaman... Bizde adettir, yıl ve kıdem hesabı yapılmaz. Hatta Genel Başkan Doğu Perinçek, yeni üye olanlara rozetlerini takıp ellerini sıkarken “hoş geldiniz” dememizi yasaklamıştı. “Sanki siz ev sahibisiniz de, yeni gelenler misafir mi? Onlar da geldikleri yerlerden deneyimleriyle ve birikimleriyle geliyorlar...” diye uyarmıştı. Parti’nin amirali, Partili olmayı da gösterişli bir madalya gibi taşımadı. Günlük elbisesi gibi. Farkına bile varmazdınız. Hastane odasında, yatağında bile öyleydi. Yalnızca Genel Başkan’la değil, genç İl Başkanımızla da Partili. 2017 Kurultayı’ndan önce toplantı yaptık. Divan başkanı olacak. Yeni üye. Her zaman olduğu gibi bir telaş, çok ciddi bir görev. Nasıl olacak, ne yapacağım. Oturduk biraz konuştuk. Divanda yanında nasıl olsa bilenler olacak. Açılışta kısa bir konuşma yaparsınız... Hiç daha önce böyle konuşma yapmadım... Kendiniz gibi komutanım, salonu heyecanlandıran, ayağa kaldıran, duygularınızı yansıtan bir konuşma... İşte o duygular, o heyecan, o sevgi hiç dinmedi. Parti bir ayağa kalktı, bir daha komutanı karşısında oturmadı. Hep kucakladı. O Türkiye’ye el verdi.

DEVLETİ YÖNETECEKTİ
Cenazede ağlamadığı belli olmasın diye kimse siyah gözlüklerin ardına sığınmadı. Binlerce kişi, rütbelisi rütbesizi; yaşlısı genci; hocası öğrencisi; ta dağ köylerinden kopup gelen çiftçisi büyük sanayicisi, Fenerlisi Galatasaraylısı, akıllısı meczubu (gerçekten öyle biri de vardı, herkes gittikten sonra ayrılmadı, gitti mezarının başında elinde fotoğrafıyla oturdu), hiç yüzünü bile görmeyen birçok vatandaşımız çok ağladı, çok derin acı duydu. Evet o topluluk disiplinliydi, olgun ve sevgi doluydu... ama hepimizi derinden sarsan başka bir şey vardı. Özel bir şey. Ölüm bizden, Türkiyemizin geleceğinden müthiş bir zenginliğimizi çaldı! Devlet yöneticimizi çaldı! Canım memleketimin dağlarının baharını çaldı! Ağaçlar yeniden rengarenk çiçeğe duracak biliyorum. Bahar mutlaka gelecek. Daha çok çalışacağız.