19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ömrümün kar tanesi!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Artık ne yaparsak yapalım, kaçınılmaz sondadır bizi insafsızca kendi bağrında tutan zaman!..Dün de öyle oldu işte “yar...” Gökyüzü, o haşmetli manzarasının üzerine aniden tül bir perde çekti sanki... Ve zaman kendi hüznüne sarılıp ısınmak için bir köşeye çekilmiş gibiydi!..Heyhat... anla işte “yar!..” Yine aynı manzara yakamıza musallat oluverdi!.. Ve belli ki, ömrün erimeye mahkum anlarından parçalar gizlenecek yine o masum kar tanelerine... Üstelik ben yine “merhamet”i anarak boş yere “erime” diyeceğim gelişlerine!..Çünkü ortamın tüm benliğiyle donmuş olduğu hissini yaratıyor bu kahredici ve sonu besbelli, beyaza hasret manzara... Düşündüm de, zamanın mazlum, insanın garip ve ortamın kimsesiz olduğu algısı var zihnime yapışan bu garip anlarda!..Baksana yar; hava kışa ve soğuğa döndüğü anlarda, sararmış ve çerçevesini kaybetmiş bir fotoğrafa dönüyor sanki ortalık... Eskiye teslim olan ve yeniye ne tuhaf ki anlam veremeyen anların başlangıcıdır o sıralar... Ve gelişine ebediyen alıştığımız görüntülerdir, gözlerimize pervasızca nakşolanlar...İşte yalnızca tenimin değil, yüreğimin de üşüdüğünü hissettiğim o anda, “havada kar sesi” var dedi içimdeki sahipsiz duygular!.. Ben de yaşamın tüm kötülüklerini belki bembeyaz bir örtüyle kapatır diye bekledim, bedenimde her zerreyi titreten o beyaz tufanı!...
Mazlum rengin buhranı!..Önceki gün de, kışın renksiz, soğuk, silik ve gidişi belirsiz yalnızlığına büründü ya gökyüzü?.. Bulutlar her zamanki gibi hiç belli etmeden kayboluverdi ve bir hayal perdesinin gerisinde pusuya yatmış kar tanelerine köle oldu sabah...Dışarıyı gözlemledim üşüyen ve insan arayan bakışlarımla!..Yaşamımın fotoğraf albümüne dönmüş penceremden takvim yaprakları geçiyordu sanki önümden... Manzara ahval ve şeraite uygun anları paslı çiviler gibi çakıyordu sabaha; Yazın yürek ısıtan sıcağını ve en önemlisi de sevdaların yaprak döken sonbaharını iyice unutmuştu hava!.. Çünkü mavisi griye dönmüş bir mazlum rengin buhranında ağıtlar yakıyordu gökyüzü!.. Yeşillerinden iyice soyunmuş ve kahverenginin soluk tonuna teslim olmuş ağaçların hali de içler acısıydı!.. Onlar külliyen üşüyordu sanki yapraklarının gidişine ağlayan kendi dallarında... Ve nedense “yaşam” denilen çarkın, tüm yalnızlıklarda bile efkarlıca döndüğünü gösteren o minik kuşları da artık göremiyorum bu anlarda...Gözlerim beyazlarını giymeye hazırlanan doğanın içinde dost ve sıcak görüntüler arıyordu ısrarla!.. Oysa ne yaparsak yapalım tenimizin doğaya boyun eğeceği zamanlara sürüklendik apansızca!.. Evet, ne çare, az sonra düşecek her kar tanesi gibi zaman da en küçük anlarıyla eriyip gidecek belli ki!..
Zamana uygun beyazlık...Beyazın griyle karışımını doğaya yayan sisin ortasında, bize yansıyan her manzara mevsime, zamana ve ortama da oldukça uygundu...Dünyanın ilk zamanlarından bu yana yaşamın deviniminin de hiç değişmediğini gösteren o klasik fotoğraflar vardı ortamda:Sokaklarda soğuktan kaçan insanların biçare ve şaşkın telaşı!.. Bacalarda isyanın sigara zehrini savururcasına dumanlar...Egzozlarından çığlık yansıtarak uzaklaşan camları buharlanmış araçlar... Sis bulutunda her türlü afete direnirken artık solgun duran çatılar... Ve perdeleri çekilmiş pencerelerin ardında; dertlerinin, çilelerinin, ıstıraplarının, acılarının, kavgalarının, sevdalarının ve muhakkak ki sevinçlerinin nedenlerini bilemediğimiz yaşam keşmekeşleri...
Gökyüzünde balerin!..Sonunda hava kararmaya yüz tutarken gökyüzü avuçlarından hüzünler savururcasına kar yağdırmaya başladı... Havada artık önüne gelene buse kondururcasına savrulan çılgın kar taneleri vardı!.. Zarafet sığınmıştı her zamanki gibi o beyaz ve masum taneler; Bazen bir minik balerin gibi gökyüzünde dans eden, bazen sokak ışıklarının önünde bir gölge oyunu gibi yansıyan ve bazen de kader onu darmadağın etmişçesine rüzgarda savrularak çaresizce tükenen beyaz zerrecikler!.. Bir beyaz piyanodan yankılanarak gökyüzüne yükselen notalar gibiydi kar taneleri... Vadide çınlayan sesler gibi göğe yükselen ve sonra da kaçınılmaz sonla yere yapışan, kısacık ömürleriyle yok oluşları besbelli...
Yolunu şaşıran buse!..Bu mevsimde kar tanelerini izlerken neler gelmiyor ki insanın aklına?.. Neler geçmiyor ki, onlar zamanın en küçük anında buzdan suya dönüşürken?.. Bu minik beyaz taneler, yuvasından yeni çıkmış beyaz güvercin yavruları mı?.. Ömürleri hapsedilmiş minik beyaz kelebekler mi, yoksa zamanı ve yolu şaşırmış beyaz papatyalar mı?..Ruh okşayan hisler yansıyor tüm bu benzetmelerden... Oysa kar tanesinden de alınacak dersler var yaşamın acımasız ve tüketen deviniminde... Kar taneleri bile “güç” olabilmek için kartopuna dönüşürken kaçınılmaz ihtimal ki hep el ele olmak zorundalar... Yoksa birbirimize sahip çıkmadığımız anlarda, her birimiz tek tek nasıl tükenip gidiyorsak, belli ki kardan bile alınacak dersleri unutmamak lazım yaşamda... Elele olmayı unutmayalım ki; ruhundan şiir mısralarını harf harf döken kar tanecikleri mutluluk da versin bizlere;- Kar tanelerine saklansam da düşsem yanaklarına...- Yolunu şaşırır belki gider dudaklarına...