25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ömrün bitmeyen baharı!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Gizemi çözülmemiş şu yaşamın insan tüketen, bazen kahredici bazen de ne tuhaf ki sevecen girdabına bakınca akla tek şey geliyor yar; Dünya ne kadar da hızlı ne kadar da acımasızca dönüyor...
Çünkü geçmişe tahammülü yok dünyanın... Ve insanlık, içinde debelenip dursa da, aslında hiçbir şeyin farkında da değil yar...
Baksana yar; ne kadar da çabucak eskiyor garip zaman ve ne çare ki yaşamın sevgili anları da dökülüyor, çekip giden o zavallı her günün ardından...
İşte bu acımasız gerçeğin iyice farkına varınca, yaşamı insana cendere eden pervasız zulümlerin eskimiş örtülerini savurmak da geldi içimden...
Dedim ki kendi kendime, “yaşamın ta kendisine zulmeden esarete, ömrün kendisi için sonsuz olduğuna inanan gaflete ve zerresinde merhamet kalmamış yüreğe tahammüle artık ne hacet?..”
Dünyanın deviniminde, yaşamın savurduğu hengamelerde, nerede nasıl durursak duralım, kimle ne yaşarsak yaşayalım ve nerede olursak olalım, anlamalıyız o kader gibi yakamıza yapışan gerçeği;
“İnsan kaybettikleriyle değil, kazandıklarıyla yaşar... “
İşte bu yüzden seni düşünürken de “Yaşamın virajlarında sıkışmış; kendinden habersiz ve biçare ve de bazen sanki masum gibi duran inatların kölesi olma” dedim yar!..
Çünkü yaşam; başkalarını düşünme, koruma ve sevme gibi olsa da, bazen ömrün tek faslı olduğu gerçeğini insan yüzüne çarpacak kadar bencildir de yar...

Limoni günlerin sevdası!..
Bunları düşünürken, gözüm o ahşap verandadan uzaklara daldı yine... Elimde hiç kuşkunuz olmasın, mayın kokan kaçak çay ve parmaklarımı bir sevdadan daha iyi kavrayan o dostane kehribar!..
Baktım uzaklara dalarak, bahçe ağaçlarının gerisindeki yeşil vadiye ve ona gölge eden kuş yuvalarıyla dolu o kimsesiz ormana...
Baktıkça içime işledi takvim yapraklarına kahreden o iç gıcıklayıcı sevda kokan manzara; Anladım ki, mevsimlerin kimi zaman yaşamı durdurduğu anları geride bırakan limoni günlerin yürek okşayan demlerindeyiz...
Her tonuyla yeşile bulanmış ovanın adeta el eden uzaklarından, öpücük kondurulmuş papatya kokuları geliyordu yar...
Kuşlar bir başka coşkulu uçuyordu dün sabah ve yapraklar sevdalı gibi dans edercesine ve de kıskandırırcasına salındıkça salınıyordu...
Velhasıl, tek kelimeyle naz dökülüyordu çiçek açmış meyve ağaçlarından ve ruhunda nefes barındıran çamlar sabahın en erkeninden çevreye adeta yaşam saçıyordu...
Baharın dünyayı kıskandırdığı bu ılık günlerde, limon kokan havaların doğaya şiir yazdırdığı anlarda gibiyiz yar...
Yüreğimizden yağmur yağarcasına sevda saçılıyor çevreye ve tebessümlerimiz dökülüyor seller gibi boyun eğmeyen güllere!..

Nadasa yatan zulüm
Bu mevsim var ya, insanın yüreğinde çiçek açtıran, teninde ninni söyleyen, diline nağme konduran mevsimdir yar...
İnsanı, sanki acılar geçmişte kalmışçasına yeniden yaşama bağlıyor bu sarhoş ve kendini aşkla kucaklayan şımarık mevsim...
Acaba benliğimi doğanın sevdasına bıraktığım için mi tam da bu mevsimde, içimdeki buhran da toprağa gömülmüş gibi geliyor yar?..
Baksana, yaşamın cenderesinde kehribar sabrına sığınmış isyanımı bile nadasa yatırdım sanki...
Orada, dün yine yaşamın dertlere volta attırdığı uzaklardaki yalnızlar vadisindeydim... Tenimde bahar vurgunu, dilimde eski bir türkü ve yollarımda el falımın güzergahı gibi elbette yar düşleri!..

Gül akan nehirler!..
Ben doğanın sevdasında kulaç atarcasına, papatyalara göz kırparcasına, kuşlarla adeta şakalaşırcasına çim deryasının zümrüdi denizinde ilerlerken, “sevda nedir” dedim yar kendi kendime...
Hiç kuşkusuz insanı depreme çarpılmış ovalar gibi sarsıyorsa eğer; sevda, küllerinden her zaman kıvılcım saçabilecek bir buhrandır da bazen...
Kimi an ise sevda, insan yüreğinde devinimiyle adeta seller yaratan sonu belirsiz bir gül nehridir...
İşte bu yüzden sen de ömrünün papatya kokan nehirlerini uzat yar... Buhranını seller götürürcesine uzat baharlarını...
Sakın ola ömrünün hiçbir adımında gaflete düşme yar...
Çünkü insan yaralarını görmez, acılarını katmerleştirmez, zulme boyun eğmez ve kıymet bilmeyenlerden arınırsa, yaşamayı bilen için dünyanın her mevsimi ilkbahardır yar...
Yaşam ne getirirse getirsin; yüreğinizde dört mevsim açan papatyalar aşkına, ömrünüzün ilkbaharlarını hiç bitirmeyin!..