25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 24°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Orhan Pamuk’un tarçınsız bozası

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Orhan Pamuk’un son romanı “Kafamda Bir Tuhaflık”ı okumak için öncekilerin çoğunda olduğu gibi acele etmedim. Yayımlandıktan üç beş hafta sonra edindim, okurken de aceleci davranmadım. Bitirdikten sonra, hakkında bir şeyler yazmak için de bir süre “belki demlenir” diye bekledim. Maalesef demlenmedi.  

Zaten öyle okuru içine çeken, sarıp sarmalayan, bir solukta okunan romanlardan değil “Kafamda Bir Tuhaflık”. Zor, hatta epeyce sıkıntıyla okunan, sürükleyicilik içermeyen bir metin var karşımızda. Yaklaşık bir buçuk ay süresince, “Örneğin Japon yazar Haruki Murakami’nin 1256 sayfalık ‘1Q84’ romanını ‘hiç bitmesin’ diyerek, soluk soluğa, büyük bir edebi zevk ve serüven duygusu eşliğinde, adeta başından kalkmadan okuyabiliyorum da aynı şeyi neden Orhan Pamuk romanlarında yaşayamıyorum” gibisinden “tuhaf” sorular da kafamda dolaştı durdu elbette.  

1960’ların sonuna doğru babasıyla birlikte bir Orta Anadolu köyünden kalkıp İstanbul’a gelen, seyyar yoğurtçuluk, bozacılık, nohutlu pilavcılık yapan Mevlut’un öyküsünü anlatıyor Pamuk. Aynı zamanda da İstanbul’un geçirdiği değişimi izliyoruz. Mevlut, Pamuk’un önceki romanlarında çizdiklerinden epeyce farklı bir “kahraman”. Daha doğrusu bir roman kahramanı olduğu tartışmalı ve anti-kahraman özellikleri de yok. “Renksiz” bir roman kahramanı olduğu söylenebilir en fazla; tabii “Kafamda Bir Tuhaflık”ın bir roman olduğunu kabul edersek... Kendi adıma, bir roman mı yoksa bir anlatı dökümü mü olduğu konusunda net karar veremedim açıkçası.  

Yalnızca bir kez görüp tutulduğu kıza aşk mektupları yazan ama mektupları yanlışlıkla kızın ablasının adına yazdığı için onunla evlenmek zorunda kalan Mevlut’un İstanbul’un kentsel dönüşümüne paralel ilerleyen serüveni, İstanbul’un varoşları ve geceleri boza satmak için sokakları gezilen lüks semtleri fon alarak yaklaşık 40 yıla yayılıyor. Bu sürede sağ-sol çatışmasına, askeri darbelere, “Doğu’daki asker-Kürt gerillaları savaşından kaçıp” İstanbul’a göç edenlere, İslamcıların yükselişine, çevirdikleri arazilere yüksek apartmanlar diken uyanık hemşerilerine karşın Mevlut’un hep “saf” kalışına da tanıklık ediyoruz. Fakat, tüm bunları oldukça yorucu bir kurguyla, bir romancı gibi değil de karnından konuşan bir anlatıcı gibi aktarıyor Pamuk.  

Roman boyunca uzun uzun, ansiklopedik bilgi verircesine “boza”dan bahsediliyor, hazırlanışı, içimi, satışı anlatılıyor. Fakat bozanın mütemmim cüzü diyebileceğimiz “tarçın”, koca romanda yalnızca tek bir sayfada, tek bir sözcük olarak geçiyor. “Kafamda Bir Tuhaflık” da, aynen tarçınsız bir bardak bozaya benziyor.  

HİSLİ DUYGULAR 

Ve Orhan Pamuk’un sorunlu mu sorunlu, hep eleştiri konusu olmuş, tatsız bir çeviriye benzeyen Türkçesinden de birkaç örnek:  

“Uyuyakalmakta olmasına şaşarak Mevlut uyuyakaldı” (s. 23) Uyandıktan sonra, “uyuyakaldığına” şaşıran insan gördüm de, “uyuyakaldığına şaşırarak” uyuyan insanı ilk kez görüyor-okuyorum.  

“Hissettiği duyguları hatırlayacaktı” (s.84) ya da “Mevlut’un Tarlabaşı’ndan ayrılırken hissettiği duygu vardı” (s. 434). “His” ve “duygu” farklı şeyler mi? Yıllar önce bir Emmanuelle filmine “Hisli Duygular” diye Türkçe ad konulmasıyla hâlâ alay edilmiyor mu? “Cevapladığı yanıtlar...” da diyebiliyor muyuz canımız istediğinde? 

“Ne akrabaya ne kimseye yamanmadan... “ (s.93). Cümle zaten bir tuhaf da, “Ne... ne...” denildiğinde cümlenin olumlu kurulumu basit bir Türkçe kuralı değil mi, yani “yamanmadan” değil, “yamanarak” olması gerekmez mi?  

“Siyasetin aşırısında yapmacıklı bir şey vardı” (s. 111) Ne demek acaba?  

“Zaten gelecek sene üniversiteye giriş kursu için para biriktirdiğine bazan içtenlikle inanabiliyordu da” (s. 119) Para bu sene mi biriktiriliyor, gelecek sene mi? Biriktiriyor mu, yoksa sadece biriktirdiğine mi inanıyor? vs. vs. 

“Yengesinin güzel yüzüne bakamadı ve utancından utandı” (s.137) “Utancından utanmak”, eksi ile eksinin çarpımının artı etmesi gibi, “utanmamak” anlamına gelebilir mi, yoksa yalnızca kötü bir Orhan Pamuk cümlesi mi okuduk?  

“Sokakların kimyasını hissetme dürtüsünü kaybetmişti biraz” (s.341) Araya “içgüdü” ve “refleks” gibi sözcükler de karıştırılsa hiç fena olmayacak ama en iyisi Pamuk mümkünse “his”li cümle kurmasın.  

Yarınki yazıda devam edeceğim.