29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Özgünlüğün önkoşulu

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

Cemal Süreya, “Folklor Şiire Düşman” yazısının ilk cümlesinde, “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.” diyerek, başlıktaki vargısının gerekçesini sunmaktadır. Aslında Mallarmé’den beri geliştirilen bu sav, Saussure’le birlikte yalnızca şiire ilişkin bir vargı olmaktan çıkıp bütün bir dile ait ilke olarak ortaya çıkar: “Dilin anlamlı en küçük birimi sözcüktür.” Bu, maddenin parçalanamaz en küçük birimi olarak atomu görmeyi andırıyor. Gerçekten de nasıl ki atom parçalandığı aşamada madde özelliğini yitirip enerjiye dönüşüyorsa, sözcük de parçalanınca anlamlı özelliğini yitiren ses birimlerine dönüşüyor. Tam da fizikte atomun parçalanması üzerinde deneysel ve kuramsal araştırmalar yoğunlaşırken, şiirde Dadaistlerin ve Letristlerin sözcüğü parçalayarak şiiri anlamsızlığa, salt sese taşımaları bu benzeşmenin somuta yansımasıydı.

SÖZCÜKLERİN SAKLADIĞI

Cemal Süreya, konuyu dilbilimsel düzlemden kendi şiir alanına çekmekle konuyu genelden somuta taşımış olur. Bu, dilbilimsel ilkeyi ete kemiğe büründürüp ona nesnellik kazandırırken bir yandan da tartışmayı düşünsel çerçeveden toplumsal yaşama ilişkin verilerle zenginleştirme amacı güder; böylece pergelin sabit ayağı şiirin sorunlarında kalır. Şiirin kendi merkezinden çıkmaksızın folklorla ilişkilerini tartışacaksanız elbette şiirin içerik ve söylem olarak yapılaşmasına yoğunlaşacaksınız. Kaldı ki, sözcüğü parçalayarak onunla bambaşka ses ve anlam bileşmelerine yönelmenin çok öncesinde, içine sıkışıp katılaştığı biçim ve kalıplardan özgürleştirmek gerekiyor. Modern şair, katılaşmış anlam ve söylem örgüleriyle farklı, özgün yönelimler gerçekleştiremez. Özgünlüğün önkoşulu; sözcükleri anlam ve söylemce özgün kullanabilme yetisinde saklı...

FOLKLORUN MODERN ŞAİR İÇİN TEHLİKESİ

Cemal Süreya önce sözcüğü modern şiirdeki bireysel kullanım alanına taşıma girişiminin gerekçesini ortaya koyuyor:

Bir halk deyimi içindeki kelimeler o deyimdeki anlam dizisinde kaynaşmışlardır. O kelimelerden o deyimlerdekinden ayı işlemler, ayrı güçler aramayın artık. Çünkü donmuşlardır. Tek yönlüdürler. İşlemleri, güçleri, bir bakıma uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa değişmeyecektir. Bu kelimelerin meydana getireceği şiirlerle, mısraları hep şarkı mısralarından, hep türkü mısralarından meydana gelen şiirler arasında pek büyük bir ayrılık göremiyorum. Çünkü ikisinde de şairin işi kelimelerle değil, kelime bloklarıyla oluyor.

Cemal Süreya, “folklorun şiir için kaçınılmaz bir tehlike oluşu”nun gerekçesini şöyle belirliyor: “Halk deyimlerinde yerleşmiş, birbirine bağlanmış kelimeler arasında yeni bir yük, yeni bir bağıntı kurmak söz konusu olamaz. Nasıl olsun ki, bu kelimeler zaten kıpırdamaz bir şekilde birbirine bağlanmışlar, alacakları yükleri zaten önceden almışlardır.”

SÖZLÜ VE YAZILI ANLATIMIN FARKLI YETİLERİ

Öte yandan bir de sözlü ve yazılı anlatımın farklı ortamlarda gelişen farklı özellikler taşıması olgusu var. Özellikle Homeros üstüne yapılan çalışmalar bunu daha bir açıkça gösterdi. Homeros, dünya şiirinin ilk büyük ustası... Sözlü anlatımın ortaklaşa değer ve kalıplarından yararlanarak gelişen devasa iki başyapıt ortaya koyar; metinlerin farklı elyazmaları karşılaştırıldığında şiirlerin yer yer farklı söyleyişlerle yazıldığı görülür. Sözlü anlatım her ne kadar belirli kalıplarla ilerlese de tümüyle ezbere dayalı bir metin getiremez; anlık durumlara göre farklılaşır ama kalıplar değişmez. Masal, tekerleme, bilmece ve deyimlerde de böyledir. Kulak misafiri olmak deyiminde konuk sözcüğünü kullanırsanız, ne ortaklaşa anlam kipi kalır ne de kişisel söz... Modern şiir, folklordan esin ya da izler taşıyabilir elbette; ama onun döngüsüne kapıldığında ortaya koyduğu ürün ne folklordur ne de şiir... Cemal Süreya’nın şiirimizi evrensel doruklarda tartışmayı öngören bir şair, bir öncü ve usta olarak vargıları aşırılıklar kadar yetkinliği de kapsıyordu. Ama Türk şiirine dünya şiiri içinde etkili doruklar oluştururken bireysel deneyimin yükseleceği yerel ve evrensel değerlerin bileşkesini sağlam kurmaya bakıyordu. Görülüyor ki konu, modern şiirin en temel sorunlarını barındıran çetrefil özellikler taşıyor. Bu akşam, tüm okurlarıma aydınlık bir dünya için Cemal Süreya’nın gül sözcüğünü yepyeni bir anlamda kullandığı ve Türk şiirine çok özgün bir yöneliş kazandırdığı Gül şiirini okuyarak yeni yıla girmelerini öneriyorum.