24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Rahibe Teresa’nın sır dolu yaşamı

Mother Teresa, diğer adıyla Agnes ‘Gonca Boyacı’nın gizli yaşamı!

Rahibe Teresa’nın sır dolu yaşamı
A+ A-

Bülent İbrişim/Avustralya

Dünyanın birçok yerinde iyilik meleği olarak kabul gören Rahibe Teresa (Mother Teresa) 1997 yılında Hindistan’ın Kalküta kentinde 87 yaşında yaşama veda etti. İki hastayı iyileştirmesi, aziz/azize olabilmek için gerekli olan iki mucize olarak kabul edilerek, 4 Eylül 2016'da Vatikan'da düzenlenen bir tören ile Papa Franciscus tarafından ‘Azize’ mertebesine yükseltildi.

‘Hayırsever Misyonerler Cemiyeti’nin kurucusudur. Hastalara, yoksullara ve toplum dışı yaşayan kimselere yardım ettiği için 1979 Nobel Barış Ödülü kendisine verilmiştir.

Çok sayıda müze, hastane, üniversite yanında birçok kilisenin koruyucu azizesi kabul edilmiş. Yaşamı ve inançlarını konu alan onlarca belgesel, film ve diziler çekilmiştir.

NERELİ OLDUĞU TARTIŞMALARI ÜLKELER ARASI GERGİNLİKLERE DE YOL AÇTI

1980 yılında Üsküp şehrine yaptığı bir ziyareti sırasında bir Arnavut, bir Makedon ya da bir Sırp olup olmadığı sorusu üzerine Rahibe Teresa; “Doğduğum şehir Üsküp, Kendimi buralı hissediyorum. Arnavut soyundan geliyorum, Hint vatandaşıyım, Katolik Kilisesi’ne bağlıyım ve bana gelen ilahi çağrıda istendiği gibi dünyaya aitim” demiş olsa da, ölümünden sonra ona sahip çıkma çabaları devam etti.

2010 yılında, doğduğu ve büyüdüğü yer olan Üsküp’de rahibe Teresa'nın doğduğu evin modern bir biçimde yenilenmiş hali olan “anı evi” açıldı.

Buna karşılık Arnavutluk, Tiran'daki meydanlardan birine heykelini dikti. Başkentinin uluslararası havaalanı, merkez hastanesi ve şehir meydanına rahibenin adı verildi.

Öte yandan, Arnavut aydınlarının protestoları üzerine, Makedonya hükümetinin Roma'ya heykel dikme planları iptal edildi. Soruna, Kiril alfabesinde yazılmış ve Rahibe Teresa'nın Makedonya'nın "kızı" olduğunu belirttiği söylenen bir yazıt yol açmıştı.

Yine Arnavutluk o bizimdir, annesi ve kardeşinin yanında yatmalı diyerek mezarını Hindistan’dan istedi. Hindistan ise “o bizim vatandaşımızdı, yaşamının büyük bölümü burda geçti” diyerek reddetti.

Ve 1910 yılında Kosova İli’nin Üsküp kentinde doğduğunda, Osmanlı tabasından olduğundan adının Türkçe yazılışı ile ‘Gonca Boyacı’ olduğu kabul görürken, bu gerçeği daha ileri götürüp ailesinin tümüyle Türk kökenli olduğunu kanıtlamak için bazı çabalara bile rastlandı.

Tüm bu sahip çıkma çabalarına karşın, Katolikler ve diğer topluluklardaki saygınlığı ve ününün bu tartışmalardan fazlaca etkilendiği söylenemese de, Rahibe Teresa’nın ölümünden birkaç yıl öncesinden başlayan inanç ve faaliyetlerine ilişkin sert ve açık eleştiriler de yapıldı.

PEKİ KİMDİR?

Agnes Gonxha Bojaxhiu (Gonca Boyacı) adıyla 1910yılında eski Üsküp'te doğan Rahibe Teresa, üç kardeşin en küçüğüydü.

Annesi ve babası Makedonyalı katolik Arnavut'tur. Gonca, gençlik yıllarında, Kardeşlik adlı yerel bir gençlik grubuna katıldı. 17 yaşındayken, Tanrı tarafından Katolik bir misyoner rahibe olarak görevlendirildiğine ilişkin ilahi bir mesaj aldığını söyledi. İrlandalı bir örgüt olan ve Hindistan'daki misyonerlik çalışmalarıyla tanınan Loretto Hemşireleri'ne katıldı. Bu dönemde Teresa adını aldı.

Kalküta'da lise öğretmenliği ve yöneticiliği yaptı. Vereme yakalanınca iyileşmesi için Darjeeling'e gönderildi. Darjeeling treninde yoksullarla çalışmalı, onlarla yaşamalısın emrini içeren ikinci ilahi mesajı duyduğunu söyledi.

Yoksul ailelerin çocuklarına ders vermeye başladı. Hastaların evlerine giderek tedavilerine yardımcı oldu. 1950'de, kilisenin de desteğiyle Kalküta Hayırsever Misyonerler Cemaati'ni kurdu.

1952'de ilk ‘Ölü Evi’ açıldı. Rahibe Teresa'nın kurduğu bu cemaat yıllar içinde, binlerce gönüllüsüyle, dünyanın 450 noktasında misyonerlik çalışmaları yanında yoksullara hizmeti amaçlayan bir topluluk haline geldi.

Rahibe Teresa, dünya barışına katkıları gerekçe gösterilerek çeşitli ödüller aldı. Bunlar arasında, Papa XXIII. John Barış Ödülü ve 1979 Nobel Barış Ödülü ve ABD'nin en önemli sivil ödülü olan Özgürlük Madalyası da bulunuyor.

1996 Kasım'ında, onursal ABD vatandaşı oldu. 5 Eylül 1997'de Kalküta'da yaşama veda etti.

YAŞADIĞI İNANÇ KARMAŞASI VE SIRLARI

Teresa'nın "azize" ilan edilmesi sürecinde, ölmeden önce üstlerine ve papazlara gönderdiği 40 yıla yayılan mektuplarını inceleyen yakın arkadaşı Rahip Brian Kolodiejchuk (Mother Teresa Merkezi’nin direktörüdür), bu mektuplardan oluşan 'Rahibe Teresa: Gel Işığım Ol' adlı kitabında, 20. yüzyılın en önemli ruhani simgelerinden Rahibe Teresa'nın hiç bilinmeyen bir yönünü ortaya koymuştu.

2007 yılında Vatikan’ın onayı ile yayımlanan kitapta yeralan Mektuplara göre, Rahibe Teresa 1949 yılından 1997 yılına, ölümüne kadar ruhunda büyük bir boşluk ve acılar içinde yaşadı. Kalbini "tamamen Hz. İsa'ya ait" olarak tanımlasa da, Eylül 1979 tarihinde Rahip Michael Van Der Peet'e yazdığı bir mektupta şu ifadeleri kullanıyordu:

"Hz. İsa sizin için çok büyük bir aşk anlamına geliyor. Benim içinse sessizlik ve boşluk. O denli büyük bakıyor ama göremiyorum; dinliyor duyamıyorum. Dua ederken dilim hareket ediyor ama konuşamıyorum."

Genelde, çektiği "acı, "işkence" ve "karanlık"tan söz eden mektuplarının birinde rahibe, inancıyla ilgili kaygı ve Tanrı ile cennetin varlığına ilişkin şüphelerini de dile getirmişti.

Mektuplarda Teresa'nın Tanrı ve Hz. İsa'ya inancını kaybettiğini gösteren pek çok satır bulunmakta. Rahibenin, 1959'da Hindistan'ın Kalküta kentindeki yoksul ve ölmekte olan çocuklarla ilgilenmeye başladıktan sonra Hıristiyanlık ve Tanrı inancını sorgulamaya başladığı düşüncesi ağırlık kazandı.

Teresa, hissettikleriyle yansıttıkları arasındaki çelişkinin de farkındaydı. Bir mektupta 'gülümseme'yi 'Her şeyi örten bir maske, bir pelerin' diye tanımlıyor. Bir danışmanaysa, "Tanrı'ya kişisel, özel bir sevgi besliyormuşum gibi konuştum. Orada olsaydın, 'Bu ne ikiyüzlülük' derdin" diye yazıyor.

Ölümünden altı yıl sonra “Kutsal Kişi” olarak ilan edilen Rahibe Teresa "Ölümümden sonra mektuplarımın hepsini imha edin" şeklinde vasiyette bulunmuştu. Kilise'nin bugüne kadar sakladığı gizli mektupları yayımlayan Peder Brian Kolodiejchuk mektuplardaki sözler için,” Rahibe'nin yaşadığı ruhsal işkenceyi gösteriyor. Acı çekmesi onu daha da kahramanlaştırıyor, tanrıya daha da yaklaştırıyor" dese de, dünya medyasında durum daha farklı algılanmıştı.

TERESA, YOKSA TANRI’YA İNANMIYOR MUYDU? DİNİ İNANCI ASLINDA YOK MUYDU?

Teresa’nın inancıyla ilgili birçok yorum yapıldı.

The Guardian gazetesinde, Andrew Brown’ın makalesinde haber: (24 Ağustos 2007) "Rahibe Teresa ateist miydi?" başlığıyla verildi. Gazete, Rahibe Teresa'nın yazdığı gizli mektupları da yayımladı. Rahibe Teresa'nın bu mektuplarda, "Dua etmeyi bıraktım" dediği dikkat çekiyor deniliyordu. Sözkonusu makalenin özeti şuydu: ...” Katolik Kilisesi’nin en önde gelen dini kişilerinden birinin mektupları onu etkileyen inanç sarsıntısı kriz yaratmaktadır. Onunla karşılaştığımda ellerimi sıkıca tutup:”okurlarına, kürtajın cinayet olduğunu söyle” demişti. Şimdi onun kendi içinde ne denli çelişkiler yaşadığını öğreniyoruz. Bu duygularını aktardığı papaza; “benim içinde tanrıya dua et, artık tanrıyı duyumsayamıyorum” demiş. İsa’ya yazdığı mektubunda dile getirdikleri, adeta ünlü ateist Dawkins’in yetişme dönemini anımsatıyor.

..Sesleniyorum, sarılıyorum..kimse yok, kimse yanıt vermiyor.. bağlanacağım kimse de yok..kimse, hiç kimse.. İnançlarım nerede..kalbimin derinliklerin de bile bir şey yok.. boşluk ve karanlık dışında.. Tanrım.. bilinmezliğin acısı ne acıdır böyle.. İnancım yok, nereye gitti?.. kalbime doluşmuş sözcükleri ve düşünceleri dışavurmaya cesaretim yok... bunlar bana tarifsiz acı vermekte.

.. yanıtlarını bulacağımdan ürktüğüm o denli yanıtlanmamış soru var ki benimle yaşayan..tüm bunlar nedeniyle, eğer tanrı varsa...beni affetmesini diliyorum.. Bu derin Tanrı özlemim geri tepti. Artık inanç yok, coşku yok aşk yok. Dua ederken dilim söylüyor ama yürekten konuşmuyor. Gülümseyişim aslında herşeyi örten bir maske. Kalbim Tanrı aşkıyla doluymuş gibi konuşuyorum... 'Bu ne ikiyüzlülük' dersiniz... Ben ne için çalışıyorum? Eğer Tanrı yoksa ruh da olamaz. Eğer ruh yoksa, ey İsa demek sen de doğru değilsin."

Rahibe Teresa Kalküta’da çalışmaya başladıktan sonra kendini Hz. İsa’ya çok yakın hisseder. İkinci kez onun sesini duyduğunu söyler. Ancak sonraki 50 yıl boyunca Hz. İsa rahibeyi aramaz, sormaz. Oysa Teresa’nın arkadaşları Hz. İsa’yla konuştuklarını, haberleştiklerini söyler dururlar. Teresa durmadan çalışır, ünlenir ve güç kazanır.

Asıl ilginç olan böylesi mektupların Christopher Hitchens gibi onun açık karşıtları ateistlerce değil, arkadaşı Rahip Brian Kolodiejchuk tarafından kitap haline getirilmiş olmasıdır. Bunu yayımlama nedenini de Time Magazine’e, ‘onun zaten azize olduğunu kanıtlamak ve herkesin onu tüm yönleriyle tanımasına olanak sağlamak’ olarak belirtmiştir.

Kolodiejchuk ve bazı teologlar Teresa'nın Hz. İsa'yı hayatında bir yere yerleştirememesinin, onun orada olduğuna inanmadığı anlamına gelmediğini, hatta bu inanç krizinin, onun büyük işler yapmasını sağlayan ruhani yeteneğinin parçası olduğunu savunmakta.

Ama ateistler aynı kanıda değil. Onlar Teresa'yı, bir paket sigara almaya gidip dönmeyen kocasını 30 yıldır bekleyen, ardından hâlâ hüzünlü şarkılar söyleyen kadına benzetiyor. 23 Ağustos 2007 tarihli Time Magazin’de David Van Biema imzasıyla yeralan haber yorumda ise şunlar yazılmıştı: ..”İsa senin için çok özel bir sevgiye sahip. Benim için ise sessizlik ve boşluk o denli büyük ki, bakıyor görmüyor, dinliyor duymuyorum...— (Rahibe Teresa’nın Eylül 1979’da yakın dostu Rahip Michael Van Der Peet’e yazdığı mektuptan).

11 Aralık 1979’da Nobel Barış Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmasında;” Hz. İsa her yerde, kalbimizde” diyordu. Oysa üç ay önce Peet’e yazdığı mektubunda farklı duygular ifade ediyordu. Biri tüm dünyanın ondan beklediği toplumdaki söylemleri, diğeri ise yalnız kaldığında duyumsadığı tam bir drama. İçsel çelişki.

TERESA’YA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER

Rahibe Teresa, yaşamının sonlarına doğru Batı medyasında olumsuz eleştiriler almaya başladı. Kendisi de Kalküta doğumlu olan doktor Aroup Chatterjee ve Gazeteci yazar Christopher Hitchens onu en sert eleştirenlerin başını çektiler. Mother Theresa kitabının yazarı olan Chatterjee kitabında Rahibe Teresa’nın yoksullar ve hastalar için yaptıklarının son derece abartıldığını ve bu amaçla toplanan bağışların bu amaca uygun biçimde kullanılmadığını iddia etti.

Rahibe Teresa’nın henüz hayatta olduğu bu dönemde ‘The Guardian’ gazetesinde yer verilen bir araştırmada yetim çocukların nasıl bakımsız bırakıldıkları, fiziksel ve ruhsal taciz gördüklerini örnek göstererek, bu iddiaların araştırılmasını talep ettiğini ve bizzat Teresa ve yakın çevresince reddedildiğini söyledi. Bu iddialar birçok Avrupa ülkesinde gösterilen; ‘Rahibe Teresa: Değişim Zamanı mı?’ adlı belgeselinde yer aldı.

Onun bu görüşleri Hitchens’ın, İngiltere’de bir televizyon kanalı için Pakistanlı gazeteci yazar Tarık Ali ile birlikte ‘Cehennem Meleği’ adıyla bir belgesel hazırlamasına esin kaynağı oldu. Bu belgeselde Rahibe Teresa’nın yoksullara kaderlerine razı olmayı ve zenginliğin bazılarına tanrı tarafından sağlanan bir lütuf olduğunu telkin ettiği ileri sürülüyordu.

Ayrıca, acı ve çile çekme konusuna yaklaşımı da bir diğer eleştiri konusu oldu. “Uluslararası Rasyonalistler Kurumu1 başkanı Sanal Edamaruku ‘ölü evinde’ yaraları kurtlanan ve acı çekenlere ağrı kesici verilmediğini, Teresa’nın anlayışına göre acı çekme, kişiyi İsa’nın acı çekmesine ortak edeceğinden tanrının büyük bir armağanı olduğundan sözeder.

Bu durum tıp dergilerinde de ele alındı. The Lancet tıp dergisinin editorü Dr. Robin Fox, hastaların iyileştirme yerine hiç bir bilimsel tedavi ve bakım sağlanmadan ölüme terkedildiğinden yakınır.

Alman Stern dergisi Teresa’nın toplanan bağışları yoksul ve hastalar için harcamaya odaklaşma yerine, yeni manastırlar açılmasına ve misyoner faaliyetlere ayırdığını yazdı.

YOKSULLUĞUN KAYNAĞINI ÇARPTIRMA VE ZENGİNLERİN İŞBİRLİKÇİSİ SUÇLAMASI

Christopher Hitchens' The Missionary Position: Mother Teresa in Theory and Practice (Misyonerlik Mevki: Teoride ve Pratikte Rahibe Teresa) adlı kitabında onu politik fırsatçı olarak tanımlar. Kilise adına topladığı paralarla 150 ülkede manastırlar açacağına, sözgelimi yerel halka sağlık hizmeti verecek eğitim hastaneleri kurması daha doğru olmaz mıydı diye sorar.

Hitchens’in düşüncesine göre Teresa fakirlerin dostu değildi. Yoksulluğu sona erdirecek özellikle kadının konumunu iyileştirecek yapısal önlemlere karşıydı. 'Barışın en büyük düşmanı kürtajdır’ diyerek yoksulluğu besleyen nüfus artışına dolaylı destek veriyordu. Katolik Kilisesi’nin siyasi ve dinsel hedeflerinin etkin bir aracıydı ve kazandığı ünü politikacıların, bankerlerin (örneğin, Charles Keating) ve diktatörlerin (örneğin, Haiti Diktatörü Jean-Claude Duvalier) yararına sunmuştu.

Rahibe Te resa’nın 1980’li yılların sonunda milyarlarca dolarlık kredi dolandırıcılığı yapan Charles Keating’in davasına bakan mahkemenin başkanına gönderdiği mektubun kopyasına kitabında yer veren Hickens, mektupta Keating’in kalbinin temizliğinin ve kendilerine 1.5 milyon dolar bağışta bulunduğu hususunun kararda gözönüne alınmasını rica ettiğini yazar.

Hickens ayrıca, onun kurduğu Hayırsever Misyonerler adlı kuruluşun yoksullara yardım gibi bir niyet taşımadığını bizzat kendisinin 1981 yılında bir basın toplantısında dile getirdiğini, yoksullara yazgılarıyla başetmeyi öğretiyor musunuz: sorusuna verdiği yanıtta da; ‘Yazgılarını kabullenmek ve onu İsa’nın çarmıha gerildiğinde çektiği acıyla bütünleştirmek yoksullar için çok iyi bir şeydir’ dediğini belirtir.

Tom Beasley 23 Eylül, 2011 tarihinde ‘An American Atheist’ adlı yayın organında yayımlanan ‘Rahibe Teresa bir sahtekardı’ başlıklı yazısında özetle; “ölmekte olan hastalar için bir ev açmıştı. Sağladığı bakımın yeterliliği ve temizliği sürekli eleştirilmiştir. Bu evde acı çekmek onda bir saplantıya dönüştü. Böylece acı çekenin Hz. İsa’ya daha yakın olacağını düşünüyordu”.

...”Sokaktaki çoğunluğa Rahibe Teresa’yı nasıl tanırsınız, onu böyle saygın kılan neydi? diye sorsanız alacağınız yanıt; barış, inanç ve sevginin simgesi olacaktır. Çok az kişi dünyada barış ve özgürlüğün önünde en büyük engel nüfus artışıdır, doğum kontrolüne karşı çıkması ona yüklenen bu yüce özellikleriyle çelişmektedir diyecektir”görüşünü dile getirmiştir.

TERESA İNANÇ KARMAŞASINDA YANLIZ MIYDI?

Tarihsel anlamda Rahibe Teresa’nın mektuplarında öne çıkan iç ve gerçek dünyası, çelişkileri şaşırtıcı değildir. Tarihte her kesimden, cinsten, mezhepten bazıları aziz ve azizelik mertebesine ulaşmış ünlü din insanları şüphelerinin acılarını uzun süreler yaşamışlardır. Sadece Katolikler arasından birkaç ad verecek olursak; Aziz John of the Cross ve Azize Teresa of Avila (16. Yy’da İspanya’da yaşamışlar ve fanatikliğe karşı dinde reform yapmaya girişmişler.

Engizisyon mahkemelerine şiddetle karşı çıkmışlardır. Aziz John uzun süre hapis cezasına çarptırılmış, Azize Teresa’da dışlanmış ve acılı bir yaşam geçirmiştir) ve de Azize Teresa of Lisieux. Hepsi tanrının varlığı konusunda yoksunluk duygusuna katlanmak zorunda kalmışlardır.

Protestan inancının kurucusu Martin Luther bunun tipik bir örneğidir. İncil’in tarihi kişilikleri Abraham, Moses, Solomon, Thomas ve diğer birçoğu da inançlarını şüphe içinde yaşamışlardır.

Yaşanan inanç sorgulamasının yanında, Kilise’nin bazı öğreti ve uygulamalarına da karşı çıkışlara da sıkça rastlanır. Hatta, bu nedenle afarozlara da. Tüm toplumlarda ve inançlarda belirli düzeyde varolan erkeğin hakimiyeti doğal olarak Hristiyanlıkda, Kaolik Kilisesi’nde de sürmektedir. Dinsel özveride bulunan ve saygı kazanan rahibelerin bir yerde baskıyla karşılaşmaları da yaşanmıştır. Bunun da tipik örneği, Avustralyalı Azize Mary MacKillop’dur.

(Killop İskoçyalı fakir bir göçmen ailenin sekiz çocuğundan biri olarak 1842’de Melbourne’da doğdu. Çalışmak üzere gittiği Güney Avustralya’da dinsel çağrı aldığını söyleyerek uygun bir mezhebe dahil olmak istedi. Rahip Julian Woods ile tanıştı ve onun 'St. Joseph’in Hemşireleri' adlı grubuna katıldı. En ücra bölgelere giderek orada çalışan ve yaşayanlara eğitim ve sağlık konularında yardımcı olmayı amaçlıyorlardı. Çiftçiler arasında öğretmen olarak kendi kurduğu okula Avustralya yerlileri Aborijinlerin çocuklarını da kabul etmesiyle biliniyor.

Eğitim yönteminin çocuklarda itaatsizlik ve saygısızlığı özendirdiği gerekçesiyle uyarıldı. Uyarılara aldırmadı ve Piskopos Shief tarafından afaroz edildi. Kısa süre sonra yeniden kabul edildi. Katolik Kilisesi’nde katı hiyerarşi yerine eşitliği savundu. Bu kez Piskopos Reynolds tarafından bir başka bölgeye, Sydney’e sürüldü. Pedofil bir rahibi ifşa etmesi sebebiyle diğer din adamlarına ters düşerek ve beraberinde 47 rahibeyle Katolik Romen Kilisesi’nden istifa yoluna dahi başvurdu. 1907 yılında burada yaşama veda etti. Papa II. Jean Paul tarafından 1995'te kutsandı ve 2010 yılında Avustralya’nın ilk azizesi olarak kabul edildi).

Herşeye karşın, Rahibe Teresa’nın olağanüstü kararlı bir köylü kızıyken, dünyanın bir diğer ucuna giderek, her ne kadar gerçekten istediği özgürlüğü elde ettiğinde inanç ve onun getirdiği avuntu ondan çalınsa da, konumunu yitirmekten, dışlanmaktan ya da tanrı gerçekten varsa düşüncesiyle korktuğundan olacak duygularını açığa vurmasa da, bütün acıları, bilinmezlikleri din yoluyla ortadan kaldırmayı denese de ilginç ve etkili bir yaşam sürdüğü bir gerçektir.

Son Dakika Haberleri