29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Almanya ABD’den uzaklaştıkça Avrasya’ya yönelecek

Alp Hamuroğlu yazdı...

Almanya ABD’den uzaklaştıkça Avrasya’ya yönelecek

Almanya, Batı dünyasının önde gelen ülkelerinden birisi. Avrupa çerçevesinde bakıldığında da, yalnızca coğrafi açıdan değil, birçok bakımdan Kıta’nın “merkezi”, neredeyse Kıta’nın yönlendiricisidir ve hatta yöneticisidir de diyebiliriz.

Bu saydığımız özellikler, Almanya’nın 19. yüzyıldaki büyük atılımlarının, sanayileşmesinin, birleşmesinin ve Avrupa’da çekinilir bir güç haline gelmesinin mirasıdır diyebiliriz.[1] 19. yüzyıldaki gelişmesi ve emperyalistleşmesi sonucu olarak Almanya, 19. yüzyıl sonunda dünyanın “Büyük Devletler”i arasındadır, ve emperyalist ülkelerin paylaşım mücadeleleri içinde yer almıştır. Yeniden paylaşım talebi sahibi olma gerekçesiyle 20. yüzyılın dünya savaşlarının sorumlusu olarak Almanya’nın gösterilmesi tartışmasız bir alışkanlık halini almıştır.

İkinci Dünya Savaşındaki yenilgisinden sonra Almanya işgale uğramış[2], yasal-anayasal zemininden bütün askeri ve ekonomik işlevlerine kadar neredeyse her şeyi “muzafferler” tarafından yeniden belirlenmiştir. Kendisine Londra’da bir anayasa yapılmış, devleti “askerden arındırılmış”, üretimi silah sanayi başta olmak üzere adeta sınırlandırılmış ve ekonomik çerçevesi daraltılmıştır. Zaten çökmüş olan Almanya her bakımdan çaresiz bırakılmıştır. Amaç, savaştan kazançlı çıkan emperyalist dünyanın kendini sağlama alması, güçsüz kılınan Almanya’nın Batı dünyası için “sorun” ve rakip olmaktan çıkarılması içindir.

YENİLGİYE RAĞMEN

Ancak dünya savaşının bitmemesi, savaşın cephelerinin de değişme göstererek sıcak savaşın Soğuk Savaş adını alacak bir duruma dönüşmesi nedeniyle Almanya’ya yeni bir rol verilmesi gündeme gelmiştir. Almanya’nın ikiye ayrılması da bu konuda ek bir etken olmuştur. Doğu Almanya’ya karşı Batı Almanya’nın baskın olması gerekmiştir. Bu mecburiyetlere göre Almanya, savaş sonunda oluşan sosyalist bloka karşı hem bir tampon bölge, hem de bir vitrin olacaktır. Bu yüzden de “askeri gücünün olmaması” gerekmekle birlikte, ekonomik olarak ayağa kalkmalı, ABD için Avrupa’da bir dayanak olmalı, ABD’nin işine yarayacak ve ihtiyaçlarına katkıda bulunacak bir özellik kazanmalıdır. Buna hizmet edecek programlar üretilmiş, büyük mali destekler (Marshall Planı) ve teşvikler yapılmış, Almanya ayağa kaldırılmak istenmiştir. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra Almanya, önceki en önemli sanayi ülkelerinden biri olma özelliğine tekrar kavuşmuştur.

Böylece Almanya artık Batı için birçok bakımdan bir simgedir. “Özgürlük” ve “refah” toplumu olarak Avrupa’nın birincisi olacaktır.

Bu süreçte ABD, artık dünyadaki bir kutup ve emperyalist olarak Batının “başı”dır ve dünya hakimiyeti kavramının rakipsiz ve tartışmasız bir şekilde karşılığıdır.

Ayrıca Almanya’ya ABD çıkarları için kurulan NATO için önemli görevler ve roller verilmiştir. ABD ve NATO üsleri Almanya’da konuşlanmış, Amerikan işgal bölgesinde ABD Genelkurmayı ABD’nin dünyadaki askeri merkezi yapılmış, Almanya’ya savaşın son yılında gelen on binlerce ABD ve diğer müttefiklerin askeri ülkeye yerleşmiştir.

Savaş sonundan bugünlere yaklaştığımızda dünyadaki çeşitli gelişmeler yeni jeopolitik durumlara yol açmıştır.

Bu gelişmeler şöyle özetlenebilir;

  • Doğu ve orta Avrupa’nın Sovyetler’in merkezinde olduğu “Doğu Bloku” oluşturması yanı sıra, Çin ve Kore’deki devrimlere “Uzak Doğu” ülkelerindeki devrimler eklenmiştir.
  • Savaş sonunda ortaya çıkmış Atlantik blokunun ABD’nin dünya hakimiyetinin aracı olarak oluşturduğu NATO’ya karşılık 14 Mayıs 1955 tarihinde Varşova Paktı kurulmuştur.
  • “Üçüncü Dünya”, yeni ve emperyalizm açısından beklenmedik bir siyasal ve konjonktürel özellik kazanmıştır. Sömürgeler bağımsız devletler haline gelirken, bağımsızlık savaşları, ABD’nin dünya hakimiyetini zorlayan ve giderek engelleyen roller oynamaya başlamıştır.
  • Savaş sonunda Batı’da, nükleer güç tekelini elinde bulunduran ABD’nin yanında katılanlarla “Atom Kulübü” oluşmuştur.
  • ABD’nin Uzak Doğu’da Kore yenilgisiyle başlayan askeri ve siyasal başarısızlıkları onu Hindiçini’den uzaklaşmak zorunda bırakmıştır. Özellikle Vietnam’ın bağımsızlık mücadelesi ve kurtuluşu, ABD ve Batı dünyası için bir travma olmuştur. 60’lı yıllarda Amerika’ya karşı bütün dünyada direniş ve antiemperyalist mücadeler yaşanmıştır.
  • Başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde ABD etkisine karşı anlayış ve davranışlar ortaya çıkmıştır.
  • Japonya Doğu’da yeniden bir ekonomik merkezdir.
  • Avrupa ülkeleri önce aralarında geniş anlamda dayanışmalar, arkasından ortak ekonomik faaliyetler yürütmüşler ve nihayet Avrupa Birliği’ni oluşturmuşlardır.
  • Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve dağılması sonucunda Doğu Bloku parçalanmış ve ortadan kalmış, Varşova Paktı son bulmuştur.
  • İki Almanya birleşmiş, artık ekonomik ve siyasal güç olarak yeniden birleşik Almanya ortaya çıkmıştır.
  • Bu süreçte, 50’li ve 60’lı yıllarda dünya ekonomisinde üretimin nerdeyse yarısının sahibi ABD inişe geçmiş, yeni bin yıla dünya ekonomisinde payının beşte bire kadar düşmesini yaşamaya başlamıştır.
  • Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) olağanüstü ve istikrarlı ekonomik büyüme hızıyla yeni binyıla büyük bir güç olarak girmiştir. Artık dünyanın en üstün ve büyük ekonomisi olmaya adaydır.
  • Yeni binyıla ÇHC ve Rusya Federasyonu’nın başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü damgasını vurmuştur.

TRUMP AMERİKASININ ALMANYA ÜZERİNDE OLASI ROLÜ

Çeşitli nedenlerle Batı dünyası, aynı Batı dışındaki dünya gibi, seçim sürecinde ve sonucunda Trump’ı istenmeyecek, beğenilmeyecek, savunulmayacak ve mutlaka karşı çıkılması gereken bir figür olarak gördü. Hatta bu o derecedeydi ki, Trump olduğundan bile kötü gösterilmeye çalışıldı. Dahası, gösterişçi ve etkili bir görüntü vermeye çalışan Trump bir tehlike olarak tanımlandı. Almanya’da seçim sonuçlandığında istenmeyen Trump’in kazanması zaten bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Şimdi ABD Başkanlığını devralmasından sonra Trump düşmanlığı da ortaya belirgin bir şekilde çıkarıldı diyebiliriz. ”Tehlike” kapıya dayanmıştır! Bütün Almanya basını ve medyası elbirliği halinde Trump’a tepki gösteriyor. Örneğin, yüksek tirajlı Bild gazetesi, yemin töreni ve o günkü konuşmasının ertesi günü “Die Trump-Show” sürmanşetiyle çıktı. Önemli olan, alt başlıkta Trump’ın dünyayı olumsuz olarak nasıl değiştireceği soruluyordu. İki sayfa ayrılan iç sayfalarda da otoriterlik anlamında “tehlike” üzerinde durulmuştu.[3] Örnek verdiğimiz gazetenin genel anlamda diğer basın organlarıyla aynı doğrultuda olması bir yana, Bild, hem Alman devletinin önde gelen sözcüsüdür, hem de Alman kitlelerini kışkırtarak etkileyecek bir özellik taşıyor olmasıdır.

Zaten bütün Avrupa’da iktidarlar, statükocular ve muhafazakarlar aynı görüşte. Trump’a destek verenler yalnız aşırı sağ partiler, yalnız köktenci muhalifler. Almanya, Fransa, Holanda, Belçika gibi en önemli ülkelerin en aşırı sağ partileri yemin gününden hemen sonra Koblenz kentinde zirve toplantısı yaptı, Trump’un yayında olduklarını açıkladılar. Bununla birlikte düşününce Trump’ın Avrupa’yı ayrıştırmaya başladığını söyleyebiliriz.

Almanya’nın Avrasya’da yer almasını kolaylaştıracak olmasıyla ilgili olarak şekillendirilen kamuoyunun antiamerikan bir yönelimi yerinde bulacağı ortadadır. Ya da tersi. Almanya ne kadar antiamerikan olursa, Avrasya’ya o kadar yaklaşacaktır.

Bu tarihsel özet ve Trump Amerikasının ürkütücülüğü, Almanya’nın neye eğilimli olması gerektiğini, ne yapacağını gösteriyor olmalıdır. Sorun, bunun gereğini yerine getirecek bir iktidar sorunudur. 60’lı yıllarda de Gaulle döneminde Fransa’nın sergilediği antiamerikanizmi bakalım Almanya ne zaman ve nasıl gösterecek?

Dipnotlar:

[1] Bu miras, yüzyılın ortasından ve İkinci Dünya Savaşından sonra aynı zamanda Almanya’nın dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline getirilmesiyle, uzun yıllar dünyanın dışsatım birincisi olmasıyla sarmalanmıştır.

[2] Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya işgale uğramamıştı.

[3] 21 Ocak tarihli sayısı.

Son Dakika Haberleri