29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Eserler kamusal varlıklarıyla sembolleşir

Toplumun ortak kimliğini temsil eden sembol ve şekillerin plastik nesne ifadesiyle, kamusal alanda yer alması, yazılı olmayan kültür tarihinde görsel bir yazılımdır.

Eserler kamusal varlıklarıyla sembolleşir

Derviş Ergün

Toplumun ortak kimliğini temsil eden sembol ve şekillerin plastik nesne ifadesiyle, kamusal alanda yer alması, yazılı olmayan kültür tarihinde görsel bir yazılımdır. Şehrin mimari dokusuna eklenen heykel, obje, sembol, şekil veya anıt gibi eserler, sadece bulundukları meydanlara değer katmaz, aynı zamanda o kente bir ayrıcalık da katar. Paris’teki Eyfel kulesi, “Biz de çelik endüstrisinde varız” manasında bir kutlama adına inşa edilmişti. Sembol veya plastik açıdan Paris halkı tarafından sevilip sahip çıkılınca sökülmekten kurtuldu. Şimdi Paris’in sembolü olarak kendisine milyonlarca turist çekiyor.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE KÖPRÜ

Kentin hafızasını oluşturan mimari yapılar veya sanat eserleri tarih içinde geçmişten geleceğe köprü kuran görsel belgelerdir. Bu belgeler sayesinde toplumlar kendi kültürünü tarif etme fırsatı yakalar. İçlerinde barındırdıkları anlam ve mana o topluma ait heyecan ve duygulardır ve bu nedenle her toplumun sanat eseri kendine benzer, kendini anlatır, buradan evrensele ulaşır. Kültürel zenginlik denilen değer olgusu, eserlerin varlığını garanti altına alan ve onun çoğaltılmasına olanak tanıyan düşünce ikliminde vücut bulur. Eğer sahip çıkılmazsa “alıcısı olmayan sanat o yeri terk eder” örneğinden hareketle, eser üretmeyen, yani kültür yoksunu bir topluma dönüşmesi kaçınılmazdır. Kaç yüz ton et ve ekmek tüketim belgesinin, kültürel zenginliğe hiçbir katkısı olmadığını kavramak zorundayız.

TOPLUMUN ORTAK SESİ

Kamusal alanda sergilenen sanat eserinin yaşama şansı kamuoyunun ilgi ve alakasına mı(?) yoksa siyasi geleneğin tavrına göre mi (?) şekillenir. Anıt özelliği taşıyan eserlerin, kamusal alanı işgal etme nedenleri; estetik veya plastik olduğu kadar, bir anlatımı ifade eden tarihi bir olayı ya da onun kahramanını anlatmasıdır. Toplumun ortak belleğini temsil eden bu eserler, içlerinde barındırdıkları derin manayı, zamana karşı her gün yeniden izleyicisine aktarmakla görevlidir. Tapusunu devraldığı kamusal alan, o eser için özel mülkiyet konumundadır ve görsel hafızanın her an canlı kalması için geçmişe tarihlenen zamanı geleceğe taşır. Toplumun tasada ya da sevinçte ortak olduğu moral değerleri, o toplumun karakteristik özelliğinde derin izler oluşturur ve bu değerler bellekte canlı olarak yaşamaya devam eder. Bir anıt eserin konusunu oluşturduğunda görsel, plastik bir dil olarak tekrar izleyicisine döner. Kendi mülkiyetinde toplumun ortak sesini haykırır. Bu sesleniş, bazen bir kahramanlık destanı bazen bir aşk öyküsü ya da hüzünlü bir yok oluşu anlatır. Eserler bu özellikleriyle toplumun hissedip anlatamadıkları duygulara tercüman olan görsel hafızanın yaşayan canlı nesneleridir. Bu açıdan On dokuz mayıs zafer anıtı sadece atın üzerinde bir adam figürü değildir.

O ANIT NEYİ ANLATIYOR?

O anıt bir tarihtir. Galata köprüsü üzerinde, beyaz bir ata binmiş (Fatih Sultan Mehmet gibi) Fransız general d’Esperey’in “hoş geldiniz” diyecek olan! Osmanlı bandosunu, “Atımı ürkütüyorsun” bahanesiyle kamçılamasını... İşgal kuvvetlerinin vatandaşa zulüm etmesi, aşağılaması, kolunu bacağını kırmasını... “Ancak biri dur demeli bu dayanılmaz acıya, acaba kim kurtaracak?” sorusunu... Büyük Taarruz’da kritik bir tepe olan Çiyiltepe’yi söz verdiği zaman diliminde ele geçiremeyen ve bu durumu onursuzluk kabul edip, intihar eden kahraman Reşat Albayı... Üzerinde yaralı asker düştüğü halde, hiç oralı olmayan ve Kula’dan, İzmir’e sanki zafere kilitlenmişçesine koşan yağız atı... Alaşehir’de her yer yangın yeri, dumanı tütüyor, yarı çıplak bir kadın kendini parçalıyor; düşman, kızının ırzına geçmiş bir anayı...

Yani anıt, atının her bir kıvrımında mazlum bir milletin var oluş zaferini anlatılıyor. Bu nedenledir ki; kamuya mal olmuş eserler toplumun ortak değerleri hatta ortak mülküdür. Yaşamaları ya da ölümleri bir kişinin tasarrufuna bağlı kalamaz.

Son Dakika Haberleri