25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Plasikleştirilen kalpler

Cankurtanı aramak yerine, arkadaşına ‘çektiğin fotoğrafları Facebook’ta paylaş’ diyordu.

Plasikleştirilen kalpler
A+ A-

Kadim Ülker/Viyana

Bir cuma günüydü. Haftanın yorgunluğunu hissederek eve gidiyordum. Haftanın o son iş gününde belki de Avusturya’da hiç çalışmamış hanım birlikte geldiği adama odamda tercümanlık yaptığını söylüyordu. Hanım hiç de kibar olmayan bir dille tercümanlıktan çok, sanki kendisi çalışmış gibi hak hukuk diyordu. Beraber geldiği adam sadece iki gün çalışmıştı. Bütün çabalarıma rağmen ömrümden iki saatimi çaldı. Kıdem tazminatı diyor başka birşey demiyordu. Böyle bir hakkın iki günlük çalışmışlıkta olmadığını anlamak istemediğini kavrayınca onun yapması gerekeni ben yaptım ve büromu onlara bırakıp, onları terk ettim. Polonya kökenli hanımın kabalığı ve laf anlamazlığı bütün gün meşgul etti beni. Öyleki indiğim, bindiğim toplu taşıt araçlarında tanıdık dostları bile görmedim.

Tramvaydan inince bir ağabeye rastladım. O da evine gidiyordu. Evine kadar sohbet ederiz düşüncesiyle normal yolumu değiştirdim. Emekliliği, çocukları, bir hafta önce evimize yüz metre uzaklıkta bisikleti ile tramvaya çarpan 7 yaşındaki Türk çocuğun hala komada olmasını konuştuk. Anne ve babaların çocuklarına gerekli dikkati göstermediklerini dile getirdik. İşten yorgun argın evine gelen anne babaların küçücük evlerinde biraz ayaklarını uzatıp da dinlenebilmek için çocuklarını sokağa saldıklarını anlattık birbirimize. Sonra o evine girdi, ben de kendi evime doğru yol aldım.

Köşeyi döndüm, sokağın başındaki bizim binaya geldiğimde şiddetli bir çarpma sesi duydum. Sokakta parktan çıkan esmer bir genç arabasından indi, ilerisini gösteriyordu. Benim dışımda bir kaç kişi de o yöne gidiyordu. Biraz daha ileri vardığımda yerde orta yaşta bir kadın, sokak ortasında yerde boylu boyunca yatıyordu. Giyiminden yoksul bir kadın olduğu belliydi. Ayağındaki ayakkabının biri bir tarafa fırlamış, diğeri ise ayağındaydı. Kadının iki metre yanında bir çekiç, bir de kırık gözlük vardı. Burnundan kan sızıyordu. İki genç kadın, yetişkin bir adam, yanında bir çocuk, birde ben yerde yatan kadının çevresindeydik.

Arabadan çıkıp da yerde yatan kadını gösteren adam arabasını olay mahallinden uzaklaştırmak istiyordu. Arabama birşey olmasın diye düşümüştü. Yerde yatan kadının burnundan akan kan gittikçe çoğalıyordu. Ağzı açık olan kadının açık renki gözleri gökyüzünün maviliğine karışmıştı. Telefona sarıldım. Cankurtaran çağırdım. Telefonun karşı tarafında bulunan şahsa durumu anlattım, bulunduğumuz yerin adresini ilettim. Bu süre bitmek bilmedi, bana o arada sorduğu sorular o kadar gereksiz geliyordu ki, “lütfen artık cankurtaranı gönderin, bana gereksiz şeyler sormayın, kadın hayatını kaybediyor” diye emir veriyordum sanki. Telefon konuşması ve ambulansın gelmesi bana bir ömür gibi geldi.

Bulunduğumuz yer bir çıkmaz sokaktı. Sokağın sağı ve solunda Viyana Belediyesi’ne ait çok büyük sosyal konutlar vardır. Buralara dar gelirli ve eve acil ihtiyacı olanlar yerleştirilmekteler. Binaların ortasında geniş bir avlu bulunur ve avlunun dört tarafı birbirleriyle bitişik binalardan oluşur. Devasa sosyal konutlardır. Bu tür konutlar Viyana’da oldukça fazladır. Konut ihtiyacını Viktor Adler’den beri Viyanalı sosyal demokrat belediyeciler böyle çözmeye çalışmışlar.

Bu tür konutlarda ikamet eden insan sayısının fazlalığından mı, yoksa yoksulluğun nispeten daha fazla hissedilen yerler oluşundan mıdır, hep sorun yaşanır buralarda. Bıçaklamalar, ölümler, kadın ve erkek bağırtıları geceleri böler. Polis mavi ışığını eşliğinde buralara gelir. İşte buralarda yaşanan sorunlardan birisinin sonucudur yerde yatan hanım.

Bu sorunları Avusturya’nın hem yerel hem de federel siyasetçileri de bilirler. Yıllar önceydi. Avusturya’da onlarca yıl hem eyalet hem de federal hükümette bulunan partilerinden birisinin cadde üzerinde boylu boyunca yatan kadının kaldığı binanın komşu binasında bulunan parti lokalinde bir sendika başkanının konuşması vardı. Tanışırdık kendisiyle. Meslektaşımı dinlemek için ben de gitmiştim. Sendikacının konuşması sonrası ben de söz almıştım. Sendikacının konuşmasına yönelik açıklayıcı sorular da son bulduktan sonra, onlarca kişi birden çevremi sarmışlardı. Konuşmacı sendika başkanı değil de bendim sanki. Çevremi saran insanların arasında devasa sosyal konutlarda ikamet eden insanlar çoğunluktaydı. Hararetli bir şekilde o binalarda ikamet eden Türklerin çok gürültü yaptıkları anlatılıyor, benim gibi Türklerin o insanları neden eğitmediğimiz kızgın, sert ve kaba bir dille soruluyordu. Hem de bana! Ne cevap verebilirdim ki? Kendilerinin de ikamet ettikleri binalarda ikamet etmeyen bana bir görev biçiyorlardı. Kendileri ise komşularından bihaberlerdi.

Yerde yatan hanım komşularıydı. Hem eşinin hem de kendisinin işsiz olduğunu sonradan öğrendiğim kadın, evinin bulunduğu ikinci kattan dördüncü kata çıkıyor ve elindeki çekiç ile camı kırdıktan sonra, kendisini boşluğa bırakıyordu. Cadde ortasında boylu boyunca yatan kadının son nefesine ancak yetişebildim. Seslendim kendisine cevap vermedi, veremedi, ömrü yetmedi.

Çevredeki genç kadınlı erkekli insanlar vardı. Umursamaz haldeydiler. Ellerinde cep telefonuyla can vermekte olan bir insanın habire fotoğrafını çekiyorlardı. Cep telefonuyla fotoğraf çekene arkadaşı cankurtaranı aramasını istemesi yerine, “Çektiğin fotoğrafları Facebook’ta paylaş” diyordu.

Olayın tek şahidi kişi ise arabasını park yerinden çıkarıp, başka bir yere park ettikten sonra, geri olay yerine dönüyordu. Orada bulunan diğer iki genç hanım ise son nefesini veren insanın başında arabanın adamın babasının arabası olduğunu söylerken, adeta arabayı yerde yatan cansız bedenden koruyordu.

Cankurtaranı arayıp acilen gelmelerini söyleyip de kadının başına varıp, kendisine seslendiğimde her şey çok geç olmuştu. Bir gökyüzünün maviliklerine dalan yerde yatan yoksul kadının o gözlerini, bir de orada bulunan insanların bu kadar kalpsizleştirilmiş olmasını unutmayacağım. Yoksulluk içinde hayatına son veren kadını gördükten sonra, odamda iki günlük çalışmanın bedelinin dışında başka hakkın olup olmadığını ısrarla soran tercümanlık yapan kadının ısrarını daha iyi anladım. Gözlerim dolu dolu binamıza girerken kızım Elif karşıladı. Elif “Gözlüklerini çıkar baba” dedi. Çıkardım, iki öpücük kondurdu, koluma girdi, “hadi baba”...

Son Dakika Haberleri