19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Pasolini’nin yaşamı ve ölümü

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Bundan tam 40 yıl önce, 2 Kasım 1975’te gün aydınlanırken, Marksist İtalyan sinemacı Pier Paolo Pasolini’nin cesedi Roma yakınlarındaki Ferrara’da bir plajda bulundu. Ünlü yönetmen sopayla dövülmüş, bıçaklanmış, sonra da otomobille ezilmişti. İlk resmi açıklamalar, eşcinsel yönetmenin, aşığı olan 17 yaşındaki bir delikanlı tarafından öldürüldüğü yönündeydi. Cinayet o gün bugündür tam olarak aydınlatılamadı.Pasolini, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanlarla ittifakı kabul etmemiş ve Mussolini’nin faşist ordusundan firar etmişti. Bir dönem İtalyan Komünist Partisi üyesi olmuş ama sonra “Andre Gide ve Jean Paul Sartre gibi” çürümüş burjuva değerlere yakınlığı, yıkıcılığı ve ahlaki yozlaşma nedeniyle partiden ihraç edilmişti. Marksizmin Hıristiyanlığın kimi değerleriyle beslenmesi gerektiğine ve Hıristiyanlığın Marksist eleştirisine inanıyordu. 40’lı yaşlarında yönetmenliğe başlamadan önce de tanınmış bir şair ve aydındı. İtalyan yazar Alberto Moravia’ya göre “20. yüzyılın ikinci yarısının en önemli İtalyan ozanı”ydı. Tüketimin, burjuvazinin “yeni devrimi” olduğunu ileri sürüyor, “İtalyan tüketimciliği”ne karşı büyük bir kin beslediğini ilan ediyordu. Ona göre kapitalizm iyi yurttaşlar değil iyi tüketiciler istiyor, bu nedenle de tümüyle zenginleri kolluyor, yoksulları yok sayıyordu. Televizyona karşı değildi, İtalyan televizyon anlayışına karşıydı; zorunlu eğitime karşı değildi, zorunlu İtalyan okuluna karşıydı... Kapitalizmin özellikle gençleri ele geçirdiğini vurguluyor ve ölümünden kısa süre önce yazdığı “Mutsuz Gençler” adlı makalesinde şöyle diyordu: “Çevremizdeki gençler, yeni yetmeler, hemen hepsi birer mostralık gibi. Dış görünüşleri teröristi andırıyor. Eğer teröriste benzemiyorsa, genel görünüşleriyle iç daraltıcı bir mutsuzluk içindeler. Saç sakal berbat bir durumda, karikatür gibi... Yüzler solgun, sönük gözler, sanki barbarca bir başlangıç için seçilmiş maskeler, hem de gayet renksiz. Ya da acıma duygusu vermeyen özenli ve bilinçsiz bir bütünlüğün maskeleri.” Tam da bu satırlarda tarif ettiği türden bir genç tarafından katledildi. İşin ilginç yanı, İtalyan sağında da solunda da hatırı sayılır bir kesim, “dertten” kurtulmuş gibi davrandı cinayetten sonra.
HAZMEDEMİYORSANIZ TÜKETEMEZSİNİZPasolini tüm yaşamı ve sinema çalışmaları boyunca “kutsallığa” inanmış, kapitalizmin kutsal değerlere yönelik saldırısına sert eleştiriler yöneltmişti. Bu nedenle de mitoslara, efsanelere, masallara büyük ilgi duydu ve sinema çalışmalarında geniş biçimde yararlandı. “Aziz Matyas’a Göre İncil”, “Kral Oidipus”, “Dekameron’un Aşk Öyküleri”, “Canterbury Öyküleri”, “Binbir Gece Masalları” ve Göreme’de çektiği “Medea”, bu yaklaşımın ürünleridir. Ama kuşkusuz Pasolini deyince akla ilk gelen yapıtlar, sinema tarihine “büyük kışkırtmalar” olarak da geçen “Domuz Ahırı”, “Salo ya da Sodom’un 120 Günü” gibi burjuva ahlak anlayışını yerden yere vurup ikiyüzlü aile yaşamlarını domuz ahırlarına benzeten, faşizmin içerdiği şiddet, işkence, sadizm ve sapıklığı tüm ayrıntılarıyla teşhir eden filmlerdir. Roland Barthes’ın dediği gibi, “Salo, gerçekten de kabul edilebilir, giderek hazmedilebilir ve tüketilebilir olmayan bir nesnedir. Çünkü tüketim toplumları, yalnızca hazmedebileceklerini tüketirler.” Sabahattin Ali, 1948’de Bulgaristan sınırı yakınlarında bir ormanda dövülerek, kafatası bir sopayla parçalanarak öldürüldü. Katil Ali Ertekin, cinayeti milliyetçi duygularla işlediğini öne sürdü ve az bir cezayla kurtuldu. Sabahattin Ali’nin katli, halen büyük bir soru işareti niteliğindedir. Pasolini’yi öldüren Giuseppe Pelosi de önce cinayeti ahlaki nedenlerle işlediğini söylemiş, yıllar sonra ise gerçek katillerin ünlü yönetmene “Pis komünist” diye saldıran üç kişi olduğunu iddia etmişti. Gladyo’nun İtalya’da benzer cinayetler işlediği ve suikastler gerçekleştirdiği bir dönemdi. “Halkın toplu yargısı karşısında entelektüelliğin hiçbir zaman fazla değeri olmayacaktır” diyen şair-sinemacı Pier Paolo Pasolini’yi, “tüketilemeyen” filmlere imza atan büyük yönetmeni, 40.ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum.