29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Putin, Âl-i İmrân Sûresi ve Rusya’nın Ortadoğu projesi

Putin, Âl-i İmrân Sûresi ve Rusya’nın Ortadoğu projesi

Siyaset Bilimci Sinan Baykent, Dr. Mehmet Perinçek’in hazırladığı, Aydınlık’ın Türkiye’nin gündemine getirdiği Rusya’nın ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’ne karşı geliştirdiği projeyi Independent Türkiye için kaleme aldı. Biz de yazıyı iki bölüm halinde okurlarımızın dikkatine sunuyoruz
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Pazartesi günü Ankara’da düzenlenen Türkiye-İran-Rusya üçlü zirvesini müteakip basın toplantısında Kur’an-ı Kerim’de bulunan Âl-i İmrân Sûresi’ne yaptığı atıf bir anda sosyal medyanın yoğun ilgisiyle karşılaştı.
Putin’in göndermede bulunduğu Âl-i İmrân Sûresi’nin 103. Ayetinde Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”
Yemen’de hâlihazırda tecrübe edilen insanî dramın boyutlarını irdeleyip eleştirdiği bir anda Putin, böylesi bir referansla birlikte aslında İslâm dünyasına bir barış ve birlik çağrısı yapmaya çalışıyordu.
Yemen özelinden hareketle İslâm beldelerinde yaşanan çatışmaları ve savaşları dolaylı olarak işaret eden Rus lider, söz konusu çıkışının akabinde kimi çevrelerin takdirine mazhar olurken, diğer bazı çevrelerin de eleştiri oklarına maruz kaldı.
Peki, Putin’in Kur’ânî bir savla aradığı çözümü nasıl okumalı, ne açıdan değerlendirmeliyiz?
Rusya’nın ‘geleneksel İslâm’ açılımı
Bundan yaklaşık bir hafta kadar önce tarihçi Dr. Mehmet Perinçek bana fevkalade sarsıcı ve gündemi tayin edecek bir makalesini gönderdi.
Bugün Aydınlık gazetesinde yayımlanan makale, Moskova’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerine yönelik geliştirdiği ve fakat henüz kamuoyuyla paylaşmadığı bir planla ilgili.
Bir haritayla da desteklenen bu makalede Perinçek Rusya’nın bir “geleneksel İslâm açılımı” peşinde olduğunu ve bu hedef çerçevesinde Fas’tan Afganistan’a değin geniş bir coğrafyayı kuşatan yeni bir proje üretme aşamasına geçtiğini ifade ediyor.
Projede Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yörüngesinde seyrettiği aktarılan Vehhabîliğe karşı Sünnî dünyasının Marakeş-Kahire-Ankara-İslamabad hattında “tasavvufî” bir istikamete yönelebileceği vurgulanıyor.
Buna göre Moritanya’dan Fas’a, Cezayir’den Sudan’a ve dahi Türkiye’den Irak’ın bir kısmını içine alan havza “Batı Sufî Birliği” şeklinde adlandırılırken, Afganistan’ın kuzey ve güney parçaları ile Pakistan’ı birleştiren kuşak “Doğu Sufî Birliği” olarak sınırlandırılmış.
Aynı projede Tahran’ı merkez alan “Şiî Birliği” ise İran’ın yanı sıra Irak’ın ve Suriye’nin bir kısmı ile, Lübnan, Yemen, Bahreyn ve -ilginçtir- halkının çoğu İbâdiyye’ye bağlı olan Umman gibi devletleri içeriyor.
Harita henüz kaba taslak hâliyle mi servis edildi, bilmiyorum. Ancak projeye göre Moskova’nın ABD’nin her koldan çatırdayan (ve dahi çöken) Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) karşı bir hamle hazırlığında olduğu aşikâr.
Her ne kadar raporda hakkınca bir “yeni dönem Avrasya mimarîsi”nden bahsedilse de, bazı ciddi rezervlerin zihinleri meşgul edeceğini şimdiden öngörmek mümkün.
Amerikan çıkışlı BOP’un Mağrip’ten Ortadoğu’ya ve dahi Türkiye’nin içlerine değin ne tür musibetlere yol açtığı gün gibi ortadadır ve bu anlamda ABD’nin yeniden şekillenen Ortadoğu’ya iyi, müspet hiçbir şey katamayacağı su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Ne var ki bu durum bir “emperyal tanzim” projesinin bir başka emperyal tanzim projesiyle ikame edilmeye çalışılmasının doğru ve verimli bir çalışma olup olmayacağına ilişkin haklı ve meşru sorular da doğuracaktır.
ABD bölgede milyonlarca masum Müslüman’ın canına, malına, aklına ve ırzına kast etti, etmeye de devam ediyor. Bu anlamda ABD’nin nihaî olarak yenilgiye uğratılması gerekliliği samimî, insancıl, İslâmî ve millî hassasiyetleri haiz bütün taraflar tarafından kabul edilmektedir.
İş “nasıl?” sorusuna geldiğinde ise bir düğümlenme ve bir dizi çelişki beliriyor.
Perinçek, Rusya’nın ABD emperyalizminin on yıllardır alabildiğine kullandığı Vehhabîlik tasavvuruna karşı Sünnî âlemin Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî ve Yunus Emre gibi tasavvufî geleneğin önde gelenlerinin mirasından ilham almasının isabetli olacağını düşündüğünü söylüyor.
Mağrip ve Mısır için ayrıca örnekler verildiği ifade edilen raporda, Pakistan’ın ise merkezi Hindistan’da bulunan (Dâru’l Ulûm) klâsik Diyobendiye zaviyesinden Doğu cephesinde bir dönüşüme hizmet edebileceği belirtiliyor.
Perinçek raporda böylesi bir anlayış metamorfozunun yalnızca Sünnî dünyanın kaynaşmasını sağlamakla kalmayacağını, aynı zamanda kendi aralarında Sünnîler ile Şiîlerin ve dahi Ortodoks hinterlandının da dayanışma yoluna girebileceğini, böylelikle de manevî düzlemde bir Ortodoks Hristiyan-Sünnî-Şiî ittifakının ete kemiğe büründürülebileceğini anlatıldığını naklediyor.
Şahsen projeyi iyi-kötü normlarına göre kategorize etmek yerine siyaset bilimi açısından ele almanın daha nokta atışı bir davranış olacağı kanaatindeyim.

SEZARO-PAPİST MODELİN İHRACI VE İSLAM'DA RUHBAN SINIFI
Rusya, Bizans İmparatorluğu’nun din-devlet ilişkilerine dair geliştirdiği modeli bir bütün hâlinde kopyaladı ve bu model en azından 1721 yılından beridir (1917-1991 aralığı müstesna) fiilen (bazen teoride olmasa dahi pratik olarak) icra ediliyor.
22 Ağustos 2019 tarihinde Independent Türkçe’de yayınlanan “Diyanet Raporu, Türk-tipi sezaro-papizm ve İslâmî Cemaatler: Ne yapmalı?” başlıklı makalemde söz konusu modeli, yani sezaro-papizmi enine boyuna tahlil etmeye çalışmıştım.
Kaba hatlarıyla bir cümlede özetlemek gerekirse söz konusu model, devlet otoritesinin dinî otoriteyi nüfuzu (hatta direkt kontrolü) altına alması ve bu minvalde bir birleşik yönetim modeli teşkil etmesini ihtiva ediyor.
Başka bir deyişle Rusya oldum olası dinî otoriteyi devlete bağlama güdüsü ve isteğiyle hareket etmiş, dinî yaşantıyı devletin yönlendirmesiyle tahkim edegelmiştir.
Öte yandan bu hakikat Rusya’da devlet iş ve icraatlarının da din mercileri tarafından meşrulaştırılmasına yaramış - bu yolla devlet verdiği ve uyguladığı kararları dinî makamların manevî desteğiyle perçinleyebilmiştir.
Perinçek Rusya’nın “İslâm açılımı” için Putin-Kadirov ilişkisinin ışığında Çeçenistan’ı örnek vermektedir ki, bana kalırsa bu talihsiz bir örnekleme olmuştur. Bu anlamda Rusya’nın İslâm coğrafyası için teklif ettiği “yeniden tanzim” modelinin bir nevî kendi sezaro-papist geleneklerinden ilhamla düşünüldüğü izlenimi ediniyorum.
Sezaro-papizm, hiyerarşik bir ruhban sınıfının varlığıyla belli ölçülerde desteklenebilecek ve pratiğe aktarılabilecek bir modeldir, doğrudur. Bu anlamda Rusya gibi monolitik bir Kilise gerçekliğinin varlık belirttiği bir medeniyet sahasında sezaro-papizmin sürdürülebilirliği bir şekilde sağlanabilir.
Keza Şiî kavrayışında da bir ruhban sınıfının (Humeyni’nin ortaya koyduğu Velayet-i Fakih teorisinin ötesinde asırlar içinde kökleşmiş Merci-i Taklîd’lerle vb.) yerleşik yapısı, böylesi bir uyarlamayı -bir bütün olarak olmasa da- mümkün kılıyor.
Ne var ki Sünnî gelenekte bu tip bir örgütlenme şeması tarihte ya hiç olmamış yahut olmuşsa da fevkalade silik ve görünmez bir tarzda yürütülmüştür.
Her ne kadar yukarıda bahsini ettiğim makalemde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cumhuriyet devrinde kimi zaman benzer işlevler gördüğünü ifade etmişsem de, fiiliyatta ancak “esintilerden” söz edilebilecektir.
Sünnî dünyasında bir ruhban sınıfı yoktur. Dolayısıyla bir üst-alt ilişkisi olmaması sebebiyle de yukarıdan aşağıya bir “etkileme” yönteminin başarıya ulaşma şansı da neredeyse sıfıra yakındır.
Rusya ve adı geçen ülkeler söz konusu coğrafyada yeni “Kadirov’lar” bulabilir yahut devşirebilir mi?
Elbette, bu her zaman mümkündür. Lakin adı geçen ülkeleri birkaç Kadirov’la bu dönüşüme zorlamak imkânsızdır. Dahası, şayet böylesi bir tahayyül vücuda getirilecekse dahi, bu devletlerin mevcut teşkilâtlanma yapısıyla olacak iş değildir.
Rusya - paylaşılan ayrıntılardan ve nüanslardan anlayabildiğimiz kadarıyla - sezaro-papist modeli ihraç etmek istiyor. Rusya istiyor ki, özellikle Sünnî coğrafyada, devletler dini tavandan tabana doğru bir dönüşüme tabi tutsun.
Bu, evvelâ bahsi geçen devletlerin yönetimlerinin rızasını kazanmak, rızası kazanılamazsa bu yönetimleri değiştirmek (devirmek) anlamına gelecek midir örneğin?
Şayet gelecekse, o hâlde Rusya’nın planının ABD merkezli “Ilımlı İslâm” ve BOP hedeflerinden -ki insanlığın başına ne belalar açtığını serdettik- ne ölçüde farklılık arz edecektir?
-Birinci bölümün sonu-

Son Dakika Haberleri