26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Rosi’nin sıkılı yumrukları

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen cumartesi günü 92 yaşındayken yaşama veda eden Francesco Rosi, yalnızca ülkesi İtalya’nın değil dünya sinemasının da en önemli yönetmenlerinden biriydi. 1922’de Napoli’de doğan, “İtalya’ya ve yaşadığım çağa alçakgönüllü bir tanık olarak yaklaşmaya çalışıyorum” diyen Rosi, politik sinemanın ustası olarak kabul ediliyordu ve geride gerçekten çok derin izler, unutulmaz filmler bıraktı.

Doğrusu Rosi’nin ölümünün geniş yankı yaratmasını beklerdim... Öyle olmadı. Kültür sanat sayfalarında, internet sitelerinde, sosyal medyada, neredeyse duyurulmadı bile. Dünyanın en büyük ve en faal sinema sitesi imdb.com, ölümünü henüz haber vermiş değil.

Doğduğu kentin kültürel zenginlik ve hareketliliğinden çok etkilendiğini her fırsatta dile getiren Rosi, 1940’lı yılların sonlarına doğru Visconti, Monicelli, Antonioni gibi ünlü yönetmenlere asistanlık yaparak adım attı sinema dünyasına. Napoli Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gördüğü dönemde sosyalist düşünceye bağlandı. 1952’de Goffredo Alessandri’nin başladığı “Kızıl Gömlekliler” filmini tamamlayarak ilk yönetmenlik deneyimini yaşadı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya sinemasında büyük bir devrim yaratan, etkileri 1970’lerde bizde Yılmaz Güney’e dek uzanan Yeni Gerçekçilik akımının içinde yer aldı ve 1961’de çektiği “Salvatore Giuliano”yla büyük başarı kazandı. Sicilyalı bir haydudun ordu kurarak isyan başlatmasını anlatan bu filmin ardından gelen “Kentin Üzerindeki Eller” (1963) ise geçerliliğini bugün de koruyan biçimde, kentsel dönüşüm-politika-rüşvet-mafya dörtgeni çiziyordu. 50 yıl önce çekilen ve Napoli’de olan biteni anlatan bu filmi izleyerek, örneğin bugün İstanbul’da dönen emlak dolaplarını, AKP’nin rant çarkını gayet iyi anlamak mümkündür.

ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN ANLATICISI

Üst düzey bir hükümet yetkilisinin öldürülmesinin ardındaki gerçekleri kurcalayan “Mattei Olayı” (1971), bir tarihsel gerçek olarak mafyanın içyüzünü sergileyen “Lucky Luciano” (1973), çürümüş politik sistemde yükselmek için girilen yolları öyküleyen “Muhteşem Cesetler” (1975) gibi filmlerle, gerçek karakterler ve gerçek olaylar üzerine kurulu “militan sinema”nın önemli temsilcilerinden biri haline geldi.

Kendi adıma, defalarca seyrettiğim, gerçek birer Rosi başyapıtı ve sinema klasiği kabul ettiğim iki film vardır: “Karşı Adamlar” ve “İsa Eboli’de Durdu”.

1970 yapımı “Karşı Adamlar” (Uomini Contro), Birinci Dünya Savaşı’nda, delirmiş komutanları tarafından umutsuz bir savaşa zorlanan İtalyan birliğinde başlayan isyanı anlatarak ölüm ve yaşam arasındaki korkunç dengeyi trajik biçimde öyküler. Karşıdaki siperlerden “Artık gelmeyin İtalyan kardeşler!” diye bağıran Alman askerlerin ateşiyle ölmek ya da idam mangası önüne çıkmak...  Bu ikilemi, gerçekten yaşanmış bir olaydan hareketle çarpıcı biçimde perdeye yansıtır Rosi.

1979’da çektiği “İsa Eboli’de Durdu” (Cristo Si e Fermato a Eboli) ise peygamberlerin bile uğramadan geçtiği çok yoksul bir İtalyan dağ köyüne sürgün edilen Torinolu yazar-doktor Carlo Levi’nin tanıklıklarını aktarır. Mussolini döneminde anti-faşist düşünceleri nedeniyle kuş uçmaz kervan geçmez Eboli’ye gönderilen sosyaldemokrat doktor, çağlar ötesi bir manzarayla karşılaşacaktır bu küçük köyde. İlgilisine not düşeyim; filme kaynaklık eden roman “İsa Bu Köye Uğramadı” adıyla 1961’de Sabahattin Eyuboğlu çevirisiyle dilimize kazandırılmıştır.

Eleştirmen Michel Ciment şöyle demişti: “Rosi’nin filmleri güçlü yaylarla geri çekilen ve serbest bırakılınca içlerinde tuttukları gerçeği hiçbir şeyden kuşku duymayan izleyicinin yüzüne fırlatan sıkılı yumruklar gibidir.”

Büyük sinema sanatçısını, saygıyla anıyorum.