26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Rüyamda gölge yapmış hasretin!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Hasretin gözyaşlarına mahkûm olmuş buhranlı bulutlar vardı... Gül dalında sallanan hüzünler... Fırtınada titreyen narin yapraklar... Manzara işte böyleydi...

Rüzgârın doğayla savaştığı anda, gökyüzü öylesine karardı ki, baktım da siyaha teslim olmuş akşam yine biçare gibiydi...

Ormanın üzerinde sinsi bir pusu, fırtınayı haber almış kuşlar ve yuvaya geç kalmış masum kuzular... Ve zaten hep dağınık, üstelik çaresiz duygular!..

Herkes bir koşuşturmada, herkeste ıslak bir telaş!.. Ve belli ki teslim olacak toprak, sel baskınına yavaş yavaş!..

Akşamın tüm özlemiyle "yâr" dediği an işte bu sıralardı... Ve belli ki; gözlerin insan, yüreğin can, tenin hasret aradığı bir zamandı...

Uzağa baktım da akşam kendini sanki yıkayacaktı... Doğa yine kirliliğinden arınacak, dünyanın ahvali tüm isyanıyla birlikte, sahipsiz derelere akacaktı...

Oturayım dedim de bari, güneşin geride kalmış sıcağını bastıracak serinliği bekleyeyim...

Verandadaki koltuğa yaslanır yaslanmaz sanki hüzün de kendini gözyaşı gibi gökten bırakmaya başladı... Sanırsın ki, pusuda coşmuş bir nehrin isyan eden son öfkesi vardı!..

Sanki avuçlardan gül yapraklarına su taneler gibi başladı... Ve sonra da tüm hıncıyla dikene döndü yağmurun her tanesi!..

Önümü görmez oldum, tufan sanki bakışıma çekilmiş ıslak bir perde gibi kalakaldı!.. Sanki rüyalarıma gölge yapmış bir cibinlik asılıydı!..

VAHADA SERABA BULAŞMAK!..

Aklıma geldi de; ne güzel şeydir öyle yağmur yağarken siyah-beyaz film izlemek... Ne güzel şeydir, damlalar camlardan süzülürken, bir film şeridinin buğulu karesine düşmek...

Öyle hissettim işte yâr... Bıraktım bakışımı damlaların notalarına, başlasın dedim yağmur son acıklı şarkısına!.. Çalsın ki; her damla dönsün nağmeye, her ıslaklık gözyaşına...

Sen yoktun yâr o biçare zamanda ve o yalnız manzara yağmurda kaybolurken... Yoktun sen, belki hayalinle şu rutubetli özlemlere bir mendil uzatırken!..

Ben; tüm benliğimle bıraktım kendimi, yağmurun piyano çalan mağrur sesine;

Elimde mayından süzülmüş kaçak çay lezzetine... Ve parmaklarımın ucunda, eski zaman gibi kokan kehribar habbesine... Her biri, sabır saklayan biricik su zerresine!..

Ben yârin yüreğini beklerken, yağmur yağdı da yağdı... Vahada seraba bulaşmış bedevi gibi yüzünü özlemle yıkarcasına yağdı!..

İşte o an, bahçedeki sekinin önünde kocaman gül ağacı, kokusunu da karanlığa sakladı... Yağmurun şiddetiyle sanki hiç durmadan ağladıkça ağladı!..

Sonunda her yapraktan bir tutam efkâr ve muhtemeldir ki, bir avuç hasret düşer gibi o da çaresizce yan yattı...

Sanki her yaprağı aklıma düşen yâr gibi gözlerime bakakaldı...

Sanki her dalı toprakta süzülen sular gibi yüreğime uzandı!..

YUVASI DAĞILMIŞ SERÇE MİSALİ!..

Siyahi bir zulüm yağmurla yoldaş olurken, uzaklarda artık ağaçlar hiç görünmüyordu... Karanlık öyle teslim almıştı ki akşamı, doğa sanki ters dönmüş şemsiyesinin içinde kaybolmuştu!..

Akşamın kırılgan vaktinde yağmur doğaya hiç acımadı... Can verse de, "Uyan, artık kendine gel" diye dürtse de aman vermedi... Gafletin hasrete acımaması gibi o da ezeli öfkesini engellemedi!..

Tepeden haşmetle inen sular, yaşamın çaresiz küçük canlılarını ve hatta kıpkırmızı toprağı da önüne katarak sürükledi...

Bakakaldım bir ırmak gibi akan şiddete... Bakakaldım âlemi ıslatan berraki ve söz dinlemeyen garip serzenişe!..

Öyle uzun sürdü ki sağanak, bahçedeki çimler sonunda toprağa da küserek pes etti... Hepsi çamura yapıştı, hepsi kimsesiz kalmışçasına boynunu büktü...

Gül fideleri, dallarından meyve sarkan ağaçlar, biberiyeler, lavantalar ve güneşe hep isyan eden ortancalar... Hepsi omzu yıkık garipler gibi teslim oldu...

Bir o yana bir yana sallanırken yapraklar da dayanamadı, çoğu yaşamlarının son deminde uzaklara savruldu... Tıpkı yuvaları dağılmış serçeler gibi onlar da karanlıkta kayboldu!..

YAĞMURDAN GELECEK GİBİ!..

Yağmur doğayı ıslatırken karmaşık duygular da, haşmetli dağlardan süzülürcesine gözlerimin önünden geçti...

"Yâr" dedim işte o an... Olsa da saçlarını bıraksa, doğayla tango yapan yağmura...

Utangaç çehresi pembe gül yaprağı misali yaz yağmuruna dolansa...

Gamzede nar tanesi gibi sular inse yanağından... Bana baktıkça ve küsmüş bir volkan gibi yürek yaktıkça, burnunda hızma gibi bir sızı dökülse her damladan...

Rüzgâra teslim olmuş bir hüzün deryası gibi uzansa dedim sulara; kirpiklerine dolanmış saçlarından;

Bakışında kanun sesi, hançerede yara gibi... Sanki yapmacık bir nehrin kollarından uzanan yay gibi...

Yağmur sesi ve fırtınayla belki duyulmadı kapı sesi, belki de birer şelaleyi andıran cam tıkırtısı...

Kimse gelmedi yâr... Kalktım yalnızlığın vadisinde, camların arkasına sığındım... Uzağa baktım hep... Belki yağmurla gelecek yâr... İşte ona inandım...