29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Saygın Komutanımız Soner Polat...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

“Arda Turan Truva atı mı?” başlıklı yazınızı okudum. Yazınızda hiçte birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi gelişen olayları, bir zincirin halkaları denli birbirine yakın olduklarını kanıtlayan bir akıl yürütme ile ilişkilendirmişsiniz. Okuduk, bilgi edindik, teşekkür ederiz. Yalnız, yazının içindeki “Dünyayı futbol topundan ibaret zanneden spor basını resmen uyudu” şeklindeki yaklaşımınız beni üzmekten de öte, kırdı.
Bu satırların yazarı 32 yıl önce Cumhuriyet gazetesinde başladığı yazı hayatını sporu ve futbolu yaşamla ilişkilendirerek geçirdi. Popüler spor sayfalarının içinde futbol-politika-yaşam ilişkisi benimle başladı deyip kendimi olduğundan fazla göstermeye çalışırken yüzüm kızarsa da, bu bir gerçektir. Cumhuriyet gazetesinde 30 yıl önce “futbol sadece futbol değildir” şeklindeki yazımdan ilk etkilenen Yiğiter Uluğ olmuştur. Yiğiter, Simon Cuper’in kitabını Türkçeye çevirirken ismini benim bu yaklaşımımdan etkilenerek vermiş ve kitabın adına “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” demiştir.
Portekiz diktatörü faşist Salazar’ın 3F formülü( Fatima, Futbol, Fiesta) ile birlikte “Bana 100 bin kişilik beşikler yapın” yaklaşımı, yine İspanya’nın faşist diktatörü General Franco’nun “Ben İspanya’yı 20 yıl futbol ile yönettim” şeklindeki sözlerine karşılık, yaşlı bir Katalan kadının “Kent yaşamında faşist Franco diye bağıramadığımız için Barcelona’nın maçlarına gidiyoruz” şeklindeki feryadı belki de ilk kez benim ile birlikte spor sayfalarında yer buldu.
1976’da darbe ile yönetime el koyan Arjantinli faşist diktatör General Videla 1978 Dünya kupası sırasında halkının sefaletini gözlerden uzak tutmak için otobanların etrafına duvarlar yaptırmakla kalmayıp “halkınızın sizi sevmesini istiyorsanız onlara bir Dünya Kupası verin” diyerek o Dünya Kupası’nı kazanmak için Peru ile yapılan şikenin bile koşullarını hazırlattı. Bunların hepsi yıllar önce spor sayfalarında yerini almış birçoğu unutulmasın diye kitaplarıma bile alınmıştır.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Henüz bir ay önce 12.01. 2016 günkü Aydınlıktaki köşemde “İsmail Köybaşı’nın Madonnası” başlıklı bir yazım yayımlandı. Orada Albert Camus’nun futbola ilişkin yaklaşımını okurlarımla paylaştım. Şöyle diyor Camus: “Kalecilik yıllarım boyunca şunu öğrendim: ‘Top birine hiçbir zaman beklediği yönde gelmiyor. Bu bana hayatta çok yardımcı oldu, özellikle de büyük şehirlerde insanlar göründükleri gibi olmuyorlar’.”
Yine geçen yıl yazdığım bir yazıda üç büyüklerin tarihsel gelişimlerinin politikayla nasıl içi içe olduğunu göstermeye çalışmış, Galatasaray’ın Demokrat Parti ile yakınlaşarak eski Ali Sami Yen Stadı’nın yerini aldığını, Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki Partisi ile yakınlığını, İttihatspor’un kapanması ile onların mal varlığı ile gelişme gösterdiğini, Beşiktaş’ın ise Çırağan Sarayı’nın bahçesini kendine saha olarak aldığını vurgulamaya çalışmıştım. Savaş yıllarında Fenerbahçe’ye başkanlık yapan üç isim de İttihat ve Terakki’nin üst düzey üyeleriydi. Bayındırlık Bakanı Hulusi Bey, cemiyetin genel sekreteri Mehmet Sabri Toprak ve Eğitim Bakanı Dr. Nazım Bey bu dönemdeki Fenerbahçe başkanlarıydı. 1910 yılında Fenerbahçe öylesine zor günler yaşıyordu ki az kalsın kulüp Üsküdar Anadolu ile birleşip Üsküdar Anadolu adının altında yok olacaktı. Üç büyükler yaşam ve politikayla içi içe ama her zaman politikayı kullanarak büyüyüp bu günlere geldiler.
Arda ve Diyarbakırspor’a gelince... Arda’nın birtakım güçler tarafından parlatıldığını henüz A. Madrid takımında oynarken konuşuyorduk. Bu uluslararası güçlerin arasında THY’nin de bulunduğunu Arda’nın bonservis parasını bu kurumun karşıladığını da renk körü ya da kendi takımının renginden başkasına yaşam hakkı vermeyen spor yazarlarının dışında kalanlar biliyorlar. Diyarbakırspor Süper Lig’de oldukça karanlık güçlerin amacına ulaşamayacağını en iyi bilenlerden biri, Diyarbakır’ın efsane Emniyet Müdür’ü dostum Ali Gaffar Okkan’dı. Onun Diyarbakırspor ve Diyarbakır’a nasıl gözü gibi baktığına bire bir yanında tanıklık etim. Zaten bu yüzden onu ortadan kaldırdılar. Bu konularda da defalarca yazdım.
Son olarak spor yazarlığına bakış açımı ortaya koyması bakımından önemsediğim ve yazdığım her gazetede gündeme getirdiğim şu satırları da değerli komutanım ile paylaşmak isterim: “Dünyanın saha sınırlarından daha büyük olmadığını düşünen bir spor yazarı sadece kötü bir vatandaş değil, aynı zamanda alçak bir spor yazarıdır.”