23 Nisan 2024 Salı
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Serçeler gibi ürkek mi sevda?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Güneşe küsmüş gri bulutların arasında, Tanrının var oluşa yansıttığı en küçük noktaymış gibi belirsiz ve sanki çaresiz duruyordu havada!.. Kahverengi mi desem, gri mi, siyah mı, yoksa hepsinin karışımı mı?..Oysa rengi değil ki insanda şaşkınlık yaratan... Asıl mesele, adeta “ders” verircesine sarsılan onun cılız bedeni!.. Çünkü şu ürkütücü dünyanın içinde tutunduğu ufacık yerin, zamanın acımasız dişlisinde bıraktığı iz, bazen insanoğlunun hiç durmayan mücadelesinden çok daha dikkat çekici!.. Her zaman olduğu gibi dün de gözlerime takıldı, yalnızlığı ve korkuları da anlatan o sessiz gelişi!.. Bakıyorum da, her zamanki gibi kendine değil, adeta sevdaya tutunmakta inat edercesine kararlı ve en çok da, yolundan şaşarsa kaybolacağından oldukça kaygılı!.. Yansıttığı manzara onun açısından hiç değişmiyordu... Göklerdeyken minicik olsa da görkemli, ancak yere indiğinde, küçücük ama nedense hep evhamlı!.. Dün de binaların üzerinden süzülüşüyle, rotası belli uçaklar gibi yine aynı noktaya yöneldi; yalnızlığın, bir eski zaman tablosu gibi sanki duvarda asılmışçasına durduğu bizim evin minicik ve kimsesiz bahçesine...
Kelepçeli pençeler!..Kış mevsimi etkisini göstermeye başladığında, sokaklara düşmüş yoksullar ya da sahipsiz kedi yavruları kadar, o narin canlının görüntüsüne bakıldığında da, “hüzün”, kanadı kırılmışçasına tuhaf geliyordu insana!.. Yalnızca hassas ve duygusal insanlar mı anlar o ıstırap da veren manzarayı?.. Hayır, yüreğinde merhamet olan her insanın içinde bir serçe yavrusudur yaşam, işte tam da vicdanıyla baş başa kalıp düşündüğü zaman!..Çünkü insanoğlunun çevresinde adeta birer süs eşyası gibi duran hayvanların çoğu gibi masumdur serçeler... Hele de uçmak gibi o olağanüstü zenginliklerine rağmen küçük, zayıf, ve korkak olsalar da haşmetlidir aslında serçelerin yüreği!..Üstelik sanki kızarmış yanaklarıyla sevdadan çekinen, sanki aşkın pırıltısıyla sarsılacak kadar masum ve işte bu yüzdenmiş gibi bir panik halleri olsa da, ürkek ve şaşkındır o minik bedenleri...Onlar, küçücük pençeleri her zaman kelepçeliymiş gibi dursa da, minik gagalarıyla var olmak için tutunurken, zamanın ihanetine karşı da teyakkuzdadırlar her an!.. Bugünlerde yalnızca korku değil, en çok da soğuklar titretiyordur bir ressamın elinden çıkmışçasına narin, kırılgan ve masum kanatlarını...Çünkü nereye- nasıl gideceklerini bilemeyenlerin çaresizliğinde; ömrün adeta uçuruma savuran deviniminde der ki insan, “nereye kadar saklayabilir ki serçeler o küçük canlarını?..” Üstelik yaşam bu kadar acımasız ve bazen de kimsenin uğramadığı kadar sahipsizken, kim koruyabilir ki, hep biçare gibi ve de hep o yalnız yavruları?..
Yelpaze kanadında isyan!..Hiç endişeniz olmasın; en zayıf varlıklardan birinin dünyada tutunma mücadelesi resmedilmek istense, ortaya çıkacak görüntü hepimizin bildiği gibidir... Yani duyarlılığımızın da ne yazık hep ihmal ettiği o zavallı manzaradır pejmürde gibi karşımızda; kuşkusuz, garip serçeler zamanıdır o zaman aslında!.. Çünkü zayıf ve minnacık bedenlerini, adeta küçük bir yelpazeyle havada tutmaya çalıştıklarında, insanın aklına tek şey geliyor o sırada; “doğaya tutunmanın kanat çırpan mücadelesi...”Çoğu zaman sorumsuzlar gibi, korkak bir bıkkınlığın girdabında sırtımızı döndüğümüz şu dünyanın velvelesinde, insanlar bile aciz kalıyorken mücadeleden, söyleyin serçe bile ders vermez mi insana?..
Beden değil, zarafet!..Evet; kainatın ağır yükünün insanlığı ezdiği bir dönemde, “bir minicik serçe ne anlam ifade eder ki” demeyin sakın!.. Çünkü yaşam dediğiniz, bazen minik bir bedende bile dünyanın zorluklarına rest çekebilme isyanıdır...Aynı zamanda ömür dediğiniz, bir serçenin küçük bedeninde dünyanın keşmekeşini, ezilmişliğini, çaresizliğini, korkularını ve kaygılarını görebilmektir... Heyhat, dünya denilen şu acımasız değirmenin içinde bir çavdar tanesi gibi yok olup gitmek de vardır, o değirmenin çevresinde, hiçbir şeye karışmadan oyalanmak da!.. Ağaçların mevsime sırtını döndüğü işte bu zamanlarda da; “yar” yolunu gözlermişçesine hasretler düşer -bir serçe kanadında- üstelik kendini arayan efkarın tam ortasına...Öyle sandım ben de; her sabah yaptığım gibi bahçeyi ziyaret eden o minik serçeyi izlerken, diğer canlılara oranla doğanın içinde ne kadar güçlü, ne kadar korunaklı ve ne kadar sahipli olduğumuzu bir kez daha anladım... Serçenin minicik bedeni ve kısacık ömründeki o kırılgan ve kendi halindeki mücadelesi, yalnızca dünyaya ısrarla tutunma konusunda ders vermemeli insana... Aynı zamanda serçe, insanı tüketen şu kör devinimde, mücadelenin bayrağındaki kartal amblemi gibi de geliyor insana!..İşte o yüzden bir serçenin ürkek bedeninde değil; yaşama kararlılığında, zarafetinde, özlemlerinde tutunmak lazım dünyaya; Her zaman sanki narin bir yaprağa dokunur gibi ve her zaman sanki yürekteki sevdaya sarılır gibi...