20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sevda umrunda mı gafletin?.. Tespih tanesinde sallanır hasretin!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Duyguların, bazen bir kır atın yelesinde dörtnala ve belirsizliğe koştuğu mazlum anlarda, pusulasını kaybetmiş sarhoşluğa döner insan... İşte o zaman, acaba sorar mı ki yorgun kalbine, “nasılsın ey can, nasılsın” diye?..

Sorar mı; zihne bulanmış hüzünlere yalvararak, kaybolduğu anların biçare sokaklarını?..

Sorar mı; yürekteki mevsimlik hazanlara ağlayarak, kendine isyan etmişçesine, efkarından soyunmasını?..

Derdini anlatamazsa insan, işte o zaman çaresizce soruyor yar...

Söyleyemezse fırtınaya dönmüş kahrını, üstelik düşlerine yalvararak soruyor...

Hissedemezse bir süre sonra acıyı, sebebini durmadan şivan edercesine soruyor...

Teninde ceylan koşan manzarayı, çölde serap gibi görürse insan, kalbinde davullar çalarcasına soruyor;

“Ey yürek, nasılsın söyle?.. Kendinde misin, aksine bu ne bedbahtlık böyle?..”

BAŞIMA VURAN VİRANE!..

Böylesi fırtına anlarında, kalbine ihanet eden gafletin paslı tuzağına düşmüş oluyor insan...

Düşmüş de nasıl bir beladır ki, sanki gerçek değil bir vicdanısız düş’müş!..

Öyle sanmaya çalıştım ben de yar... Dedim ki kendi kendime; bir yürek sevdaya sırtını dönüyorsa, gerçek midir bu isyan yoksa bitmeyen karanlık bir düş mü?..

Soramadım yare, göğsümde gümüş bir zincir gibi sallanan ve sallandıkça başıma vuran bu virane soruları!.. Hem, ben kendimde beklerken, o kendinden çıkmışsa duymazdı ki beni!..

Kaldım, beni bir bezirgan gibi yoran o zalim anların, tenimde yaprak döken keşmekeşinde...

Kaldım, içimde buhran gibi kaynayan öfkenin alçak ve köhne işkencesinde...

Kaldım, her adımda sırtımdan hançerleyen kör zulmün, merhametsiz eziyetinde!..

KURTULUŞA KOŞAR GİBİ!..

İsyanımla boğuşa boğuşa, en sonunda anladım... Elimde; sabrın son kilometresinde çırpınarak tur atan, kehribar tespihin yorgun ipinde anladım...

Sanki idamlık mahkûm gibi, tespih tanelerine alkış çalan püskül gibi sallandıkça sallandım!..

Bana isyan eden yüreğimin kaçak çay tadında, mayın kokusu veren son kömür deminde sarsıldım...

Baktım ki hislerim tenimde pervasızca çırpınıyor, kalkıp yanına gitmek istedi her yanım... Hiç konuşmadan, canına tenimi hisettirmek istedi canım...

Ne çare; kalbime söz geçirmemişçesine titredi benden daha heyecanlı bacaklarım...

Dedim ki kendi kendime, kurtuluşa koşar gibi koş yüreğinle...

Koş, bir bayrak yarışıymış gibi, sevdana koş tüm benliğinle...

Her adımda, teninde dalgalanan her bayrakta, aşka bir adım daha yaklaşırcasına koş, tüm isteğinle!..

SAÇLARINDA NAZLARINI TARARKEN!..

Canıma değil, yüreğime “kalk hadi” diyen isyanıma tutunarak yürüdüm;

Avuçlarımda, teninin göz kırpan nazende kokusuyla..

Gözlerimde, kirpikleri kıskandıran esrarlı gülüşüyle...

Bakışımda, beni hapseden ve forsaları ağlatan esaretiyle yürüdüm...

Yar var ya yar; beni bana bile hasret bırakan yar?.. Saçlarında nazlarını tararken, bir ceylanın hazana sığınmış sevdasıyla duruyordu...

Ayaklarından gözlerine kadar, teninin her zerresinde mağrur buseler koştururcasına duruyordu...

Güvercin misali duruşunda, titreyen kırmızı dudaklarıyla, bozkırda gelincik toplayan gülüşüyle duruyordu...

Ve hatta güzellik uykusundan uyanmışçasına, tüm mahmurluğuyla, “gel, kalbini göster” dercesine duruyordu...

HASRETİN DARAĞACINDA SALLANMAK!..

Sevdanın en uzun nöbetine gidermişçesine, heyecanımla yarışarak, usulce yaklaştım yare...

Her adımda buse gönderircesine, her adımda, içimde alkış çalan hasretimle yaklaştım...

Ve avuçlarımda sevdaya yoldaş olan sabrımın merhametiyle yaklaştım...

Uzattım elimi, bana baktıkça beni benden alan yare... Bir pırlanta içinde kalbimi gösterircesine uzattım...

“Al” dedim, gözlerimdeki kahverengiye tutunmuş bu ezeli kehribarı... Yare verdim her tanesinde “aşk” yazan o yorgun tespihi...

Beyaz tenine reçine damlamışçasına tuttu antika tespihi... Dedi ki yar; “Bir sevdanın infaz emrini mi verdin avuçlarıma, yoksa beni ebediyen sana bağlayacak bir zinciri mi?..”

Dedim ki yar; “Ya sabrına sarıl sevdan demlenene kadar, ya da ipine tutun, hasretin darağacına dönene kadar!..”