29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sevdanın açılmamış zarflarında, gizemli mektuplar!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

Esmer teninde bir "Şark Çıbanı" gibi duran gamzesi; sahrada minik ancak boş bir kuyu olsaydı, eminim gözyaşlarıyla doldurmaktan hiç kaçınmazdı onu!..

Yere düşen her yağmur damlasının, minik göletlerde kraterler açtığı anlara öylesine mahzun baktı ki, kahverengi gözlerinden adeta tuz parçacıkları düştü toprağa; sulara bulaşmış bulanık hüzünler gibi!..

On binlerce insanın kurtlu sulara mahkûm olduğu, uzaklardaki küskün ovaya baktı... Önünde tül perde gibi duran yağmurun naz yapan gizemiyle!..

İnce vücudunu titreten yalnızca ani bastıran ve tenini ıslak bir mendile dönüştüren yağmur değildi... Kaybedeceklerinin üzüntüsü de, yüreğinde küçük depremler yaratıyordu!..

Neler yazmıştı oysa zarafet eseri o garip ceylana; "Gelsin dedim; saçlarıma ak olsun, karlar yağan kış gibi!.. İnanmadı, dönüp gitti zamansız bir düş gibi..."

Çok sert bir yanıt almıştı ondan; "Adam olan, yüreğini urgan yapar iner sevda kuyusuna, dipsiz sarnıçlar olsa da sonu!.."

Haklıydı kadın; adam olan, sevdasının peşine gider, girdaba, çağlayana, sarnıca, dipsiz kuyuya düşse de!..

Erkek istiyordu ki; buyursun ceylanlar gibi zarafetle, aslanlar gibi cesaretle ve kadın gibi tüm içtenliğiyle gelsin ona...

Ya kadın?.. Korkuları paslanmış prangalar gibi, sanki törenin eski duvarlarına mühürlenmişti bedeni ve o; sevdanın hiç açılmamış zarflarında, gizemli mektuplar gibi okunmayı bekliyordu!..

Gamzeyi andıran dövme!..

O gün pejmürde bir harabenin iz tutmaz duvarlarına yaslanarak bekledi kadını... "Bekliyorum..." dedi... "En uzun yolda, en kısa dönemeçte ve ilk durakta!.. Cesaretiyle ve kehribar değeriyle bekliyorum" dedi içinden...

İkisinin de derdi aynıydı aslında; fırtınaya tutulmuş denizlerde; rotasını kaybetmiş tekneler gibi, bilinmez kıyılara savrulmuş gibi ve de açılmış kollara sığınmış gibi...

İşte tam o anda; gökyüzünden düşen bir yıldızı kurtarmak gibi hissetti kendini adam! Vadiden ovaya süzülen silueti görmek gibi!.. O geldi uzaklardan, rengârenk elbisesinden çiçekler dökülür gibi!..

O; yaklaşır yaklaşmaz, genç adam yüzüne baktı, gözleriyle kelepçeledi sevdasını, titreyen dudaklarının biçareliğine direnirken, sözcükler sel olup aktı:

"Farkında mısın bilmiyorum; ama en nadir eserleri kıskandıran zarafetin, yağmura hasret toprak gibi savruluyor teninden?.. Farkında mısın?.."

Kaçak çay deminde titreyen avuçlarını genç kızın utangaç tenine dokundururken, özlemle mırıldanmaya devam etti:

"Tenine sevdamı yazacağım da; bir daha çıkmaz diye korkuyorum... gamzeyi andıran bir dövme gibi!.."

Uzak körfezlere sıkışmış bir martının ürkekliğindeydi kadın!.. Şu sözleri bekliyordu aslında sevdasını pırlanta gibi avuçlarında tutan adamdan:

"Yüreğinde, büyük teknelerde gizemli bir kaptan olmak ne güzel olurdu?.. Fırtınaya inat, sevdaya hasret..."

İşte o an; terk edilmiş bir piyanonun tuşlarına düştü gözyaşı, yapraklar ninni söyledi, rüzgâr klarnet çaldı!.. Ortaya zalim bir beste çıktı; yalnızlık kadar garip, sahipsiz kadar kimsesiz!..

İkisi de kahreden bir merminin hedefinde savrulmuş gibi hissettiler içlerinden vurulmayı!.. Yaşamın en derininde...İçinden kahrolmak, zulmün bitmeyen çilesinde!..

Yürekteki paslı zincir!..

O meçhul viranede hiç zamanları yoktu; dedi ki genç adam; "Gökten dökülen yıldız kümesi gibisin, Samanyolu'nu kıskandıran!.."

İşte o an heyecandan bayılacak oldu genç kız; sanki kaydı gökyüzünden, teninden düşen hasreti gibi!..

İnsan, sevdiğinin zulmeden çaresizliğinde, girdapta hissederse kendini, derdini nasıl anlatırdı acaba?..

Eminim şöyle derdi: "Endamından naz dökülse de ceylanın; kelepçedir halhal niyetine taktığı hüzün!.."

Boynuna gerdanlık asmış yalnızlığa mahkûmdu sanki ikisi!.. Tetikten düşmüş bir mermi gibi hüsrana düşmüştü gönülleri!.. Belli ki akbabalar ihanetin leşlerine dadanacaktı!.. Geriye, direnemeyen bir çift yürek kalacaktı!..

Kavuşamayan kalpler, aşk-hasret ikileminde zoraki arkadaştılar ya hani; insan gönlünü kıskaca kaptırdığında içinden şöyle mırıldanası geliyordu: "Tenine ok değmiş yara gibidir kader; hesabı kitabı bilmeden kanamak gibi!.."

Yani Batı'da da, Doğu'da, töre çember olduğu zaman; bazen saman sarısı gibidir çaresizlik!.. Küf kokmuş damlarda umuda yatmak gibi!..

Kalpleri yakın, tenleri uzak insanları nasıl tarif ederdi ki bu satırların sahibine dizeler yazdıran kader?.. Tek seçenek şu muydu acep:

"Lal olmuş diliyle sevdaya köle; kör olmuş gözüyle aşka mahkûm; kırılmış yüreğiyle sevgiye muhtaç!.. Yaşam çelişkiler zinciridir de, o zincir nerededir acaba?.. Ayakta mı bilekte mi yürekte mi?.."

Hesabı vermeyen meçhul müşteri...

İkisi gizlenerek ve korkarak, bir anlık olsun buluştuklarında; yürekler, törenin içinde hapislik yaşadığında, gamzeye düşmüş ter damlası gibi, çiğ inmişti geceye!.. Rüzgâr ninni söylüyor, yıldızlar belli ki üşüyor, bulutlar ise sanki rüya görüyordu!..

Tenine sevda yazılmış yalnızlar gibiydi ikisi!.. Gözyaşları mürekkebe akmış, törenin infazını yazacak kaleme belli ki yol vermişlerdi!..

Kız her şeyin farkındaydı... Törenin kara kitabında, "bir kadın bir erkeğe meylederse, o da, onu kaçıran da sonuna kadar takip edilir, ikisine de ölüm bakidir" diye yazıyordu!..

Kız işte sevdasının zincirine dönüşen burnundaki gümüş hızmayı adamın titreyen avuçlarına bıraktı... Sevdasına sahip çıkamadığında, burnunun direkleri sızlasın diye!..

O mazlum kız çaresizce giderken şöyle diyebildi içinden; "Yüreğinden habersizsen cesaretin yoktur!.. Ezilmeye mahkûmsundur!.."

O sevda; o gece bir harabenin siyah beyaz gölgesine sığınmış duvar dibinde, tene gömülmüş bir hızmanın bir daha açılmayacak kelepçesinde hapsolup gitti...

Kızı kaçırmaktan korkan genç adam; törenin kurşun sesinin yankılandığı o gecenin sabahında, şöyle diyebildi sadece:

"Selam verdim gözlerine; iflas etmiş bir dükkânın kepenkleri gibi kirpiklerini kapattı!.. Hesabı vermeyen meçhul müşteri gibi yüreğini rehin bıraktı!.."

Söyler misiniz; platonik sevdaların bile töreye kurban gittiği coğrafyalarda, bayramlardan eser kalabilir mi?..