29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sevdanın infazıdır sonbahar!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

Sonbahar “elveda” dedi ya yavaş yavaş, kışın doğayı kendisinden soyduran hüznü yaşamın her alanına darbeler vura vura geldi sanki!.. Öylesine hüzünlü ve ne yazık ki öylesine acımasız!..Yaz zaten her zamanki gibi eskimişti de, sonbahar henüz taptazeymiş gibi adeta el sallayıp gidince, sanki yüreklerimiz bir anda yalnızlıktan üşüyüverdi!..Velhasıl yüzyıllardır olduğu gibi, ortam terk edilmiş gibi grilendi ve kendi başına kaldı her an ve bizi peşinden koşturan her saat... Baksanıza; kendini iyice hissettiren soğuk hava, doğaya ruhsuz bir manzarayı nakşetmişçesine zulüm yapıyor artık... Güneş yine kış uykusuna yatıyormuşçasına nazlı ve bulutlar artık ruhumuza yorgan örtercesine merhametli ama bir tuhaflık var mahkum olduğumuz günlerde... Evet; zamanın geçmiş her anı gibi, bu sonbahar da maziye karıştı elbet... Ancak unutmayın ki, bazen ılık rüzgarları arasında anıları savurarak, bazen de üşüten nazları ile bize sevda gibi sıcağı aratarak...Bakınız çevrenize, eskimiş bir sonbaharın son demi tenimizde halen inat ederken, artık ne havanın tadı var ne de denizin... Ne gündüz keyif veriyor ne gece!.. Heyhat, ne çiçeğin o çocukça sevincinden eser var ne de yeşilin o zümrüdi canlılığından...
Mısraların sarsıntısı!..Başkaları da aynı histe midir bilemem... Ancak ilkbahar zümrüt, yaz altın, sonbahar gümüş ve kış da sanki paslanmış demir hissi uyandırıyor bende...Her sene işte tam da bugünlerin soluk rengi beni kendinde hapsederken, “hüzünlerin en kehribar mevsimidir” derim “sonbahar...”Muhtemeldir ki, çoğumuzun yüreğine efkarın dövmesini yaparak, her zamanki gibi haber vermeden gidiverdi!..Bizi bize, kış uykusunun kimsesizliğine bıraktı zalim ve de her zamanki gibi hesapsızdır sonbahar...Ve biz anılarımızın içinde yelkeni kırılmış bir tekne gibi savruldukça, eski resimlerimizi de sarartan bir mevsimin içinde yine bocalamaya başladık...Biliyoruz ki; bir ormanın patikasında bağırarak söyleyemesek de, bir dağ başında, antik mağaraların içine doğru haykırmak istemesek de sonbaharın gidişiyle sarsılmaya başladık...Üstelik sonbahar, hüzün depremiyle bizi tam da ruhumuzdan vurup geçerken, yalnızca tenimizi değil, yüreğimizi de ısıtacak bir sevdanın rüyasını uzun kış gecelerine bırakmak zorunda kalıverdi...Artık yeniden ve de ılık ılık yaşarken günü, hüznü de derinden hissediyoruz... Ve hep aynı kahırlı mısraların artçı sarsıntılarıyla sonbahar gibi kalıyoruz; Kaçınılmaz son ve bitmeyecek devinimin mahkumiyetinde hepimiz her zamanki gibi yine çaresiziz...Hepimiz artık kurumuş yapraklar arasında, bizi kendi halimize bırakıp giden o hazan mevsimiyiz...
Hayallerin papatyası!..Çaresiz ve mecburen bu sene de öyle oldu... İlkbahar ve yazın yürek kaynatan canlılığına eskimiş gri bir örtü örtercesine ve de ne ilginç bir his ki, insanı hazana mahkum edercesine bırakıp gitti sonbahar...Ve giden sonbahar da, buhranla şekillenmiş şiir karalamalarının sarsıcı dizeleri gibidir artık...Siz sarılsanız sararmış kağıtlara yazılan şiirler gibi, öfkelenseniz efkarın eski mevsimine, hırpalansanız artık ne çare?..İnsan yanılıyor işte!.. Hüzünlerin zalim efendisi sonbahar gidince, yalnızca tenimizi değil, benliğimizi harap etmişçesine duran eski bir çuldan arınacağımız gelmesin sakın aklınıza...Çünkü sonbahar bittiğinde, yüreklerde yalnızlık acısı bırakan sevdalar gibi örseleyerek gider mevsimler...Anlayın işte; sonbahar dediğiniz bazen aslında, ilkbahara merhaba derken, hayaller uğruna kopartılan bir papatyanın yaprak yaprak infazı gibi acılar bırakır kalpte!..
Sisteki umut gemisi!..“Madem” dedim kendi kendime; “tüm sarsıntılarıyla yine gitti sonbahar, kaçınılmaz bir yeni mevsimin girdabında yaşa sen de ‘yar’ gibi!..”Kış üşümelerinin adım adım tenimize damga vurmaya başladığı şu günlerde ve yaşam bizden hep hızlı koşarak ömrümüzün bayrak yarışında madem hep önde, “sarsılma” dedim kendi kendime...O halde, “yaşamın geride kalmış günlerine takılma” dedim “yar gibi!” “Bak artık” dedim “önüne”, “bırak yaşamın mevsimlerle bıraktığı izi” de, “baksana yaşama vuracağın bundan sonraki ize...”İşte gittim bu düşünceyle pencereye... Baktım yine denizin bitmeyecekmiş gibi görünen sonsuzluğunda, bedeni pas tutmuş bir geminin yalnızlığı var havada...Demir atmışçasına duran, kimsesizliğiyle başbaşa kalan bir sahipsiz gemi, sanki nefes aldığımız günün efkarı gibi...Düşündüm de, denizin uzaklarında ne zaman yalnız başına duran bir gemi görsem çevresindeki buhranlı sis sanki beni de çekiyor içine;- Oysa, gemi bile yeni ufuklar için elbet gidecekse bu limandan...- “Çık” dedim, “umut elbet vardır, adam gibi sende bu buhrandan...”- Ve de bıraktım kendimi dünyanın sonuymuş gibi o zalim sonbahardan... - Umutlandım, yeniden gelecek o sevdalı ilkbahardan...