28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sıfırlamacılar ‘likidite tuzağını’ bilirler mi?

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

Şark kurnazı, ‘sıfırlamacı’ zihniyet, yüzeysel, miyop ve bilimsel olmayan ekonomik müdahalelere yelteniyor. Yıllardır rekor yüksek faiz vererek, ülkeyi ‘sıcak para’ cennetine çevirip, 400 milyar dolar dış borca neden olduklarını unutmuş görünüyor.

Faizler düşük tutulursa, hatta (sıfırlanırsa) havuzcu-rantçı-millete söven yandaş müteahhitlerin ellerinde patlayan konut stoğunu eritecek talep canlanır diye düşünüyorlar.

İnsanların borçlanma kapasitelerinin sınırlarına dayandıklarının, kısa vadeli tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarını ödeyemeyerek, yasal takibe-icraya düşenlerin sayısının 3 milyon gerçek kişiyi aştığının farkında değiller.

Geçmişte ABD’nin, bugün ise AB’nin ağır durgunluk ve ekonomik çöküşten kurtulmak amacıyla, piyasaya sınırsız-ölçüsüz dolar ve avro pompalayarak, faizleri sıfır (hatta İsviçre’de olduğu gibi eksiye) indirmelerinin, esasında beklenen ekonomik canlanmayı da, yatırım ve istihdam artışını da sağlayamadığının da bilincinde değiller.

Fiilen “0” olan bu faiz politikasına, ABD’de “ZIRP” diyorlar (Zero-Interest-Rate-Policy). Bizdeki bilinen söyleme dönüştürürsek, AB, bugün faiz politikası açısından, ironik olarak işte bu zurnanın “ZIRT” dediği yere gelmiş bulunuyor.

Faizler “0” a indiği halde, piyasaların buna cevap ve reaksiyon vermemesi bu politikayı fiilen etkisiz ve yararsız bir hale getiriyor.

Ekonomide bu duruma “likidite tuzağı” deniyor.

Faizler sıfıra da inse bunun tüketime, harcamalara ve yatırımlara beklenen yansıması bir türlü olamıyor yani.

ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerin ekonomik krizden çıkış ve canlanma için alması gereken ekonomik önlemlerle, bizim gibi ülkelerin alması gereken önlemlerin birbiriyle aynı olması imkansız.

Türkiye’de faizler yüzde 8 düzeyinde, ama enflasyon da yüzde 8’lerde hala. Ne AB’de ne de OECD ülkeleri arasında böyle yüksek bir enflasyon ve faiz yok. Türkiye 2003-2010 yılları arasında dünyada, en yüksek reel faizi ödeyen ülke iken, seçime 5 kala tam tersi söylemler şaşırtıcı elbette.

Türkiye, seçim paniğiyle bu tür zorlayıcı ve sonuçları kestirilemeyen emir-komuta ekonomisi anlayışı ile bir yere varamaz, Kaos, kredibilite kaybı ve belirsizlik daha da artar.

Ağır borç yükü, sermaye girişlerinin ani kesilmesi ve sermayenin kaçısı, ihracatta talebin düşüşü, bütçe yetersizlikleri ve rezervlerin sınırlı oluşu gibi nedenlerle Türkiye’nin talebi ve tüketimi artıran önlemler alabilmesinin hiç de kolay olmadığı ortada. Yatırımların da siyasi - ülke riski ve yatırım ortamının olumsuzluğu nedeniyle artması oldukça zor görünüyor.

Peki ne yapmalı?

Türkiye tüketimi değil, tasarrufu teşvik etmek zorunda, ayağını yorganına göre uzatmak mecburiyetinde.

Faizi emirle indirecek, tüketimi ve talebi canlandırma önerisi aşırı iyimser bir yaklaşımdır.

Türkiye, üretimi teşvik etmeli, yerli üretimine vergi kolaylıkları ve istihdam teşvikleri sağlanmalıdır.

Zenginler ellerini ceplerine atmalı, gelir, servet ve varlıklarına göre, kişi ve kurumlardan 2 taksitle “net aktif vergisi” alınmalıdır.

Dış borçlarda IMF’den kısa vadeyle, yine-yeniden borç alınmamalı, onun yerine dış borçlarda “yeniden yapılandırma” seçenekleri araştırılmalıdır.

Türkiye’nin gelişmiş ve gelişmekte olan 50’yi aşkın ekonomi arasında hala dünyanın en yüksek faizini ödeyen ülkelerin başını çektiği de unutulmamalıdır.

Sınırsız serbestleşmenin de, ölçüsüz yabancılaşmanın da, yağma ve talana dönüşen kuralsız özelleştirmenin de risk ve zararları bugün açıkça görülmüştür.

Türkiye, stratejik önceliklerini ve ulusal çıkarlarını gözeterek, ekonomide “korumacı” önlemler almalı, sıcak paraya-kriz koşulları geçtikten sonra miktarına ve ülkedeki kalış süresine göre, “Tobin” vergisi türünde bir vergi getirilmelidir.

Bazı sektörlerde “millileştirme” ve/veya satılan bazı işletmelerin “geri satın alınması” seçenekleri de tartışılmalıdır.

Artık, eski tas, eski hamam zihniyeti terk edilmelidir. Olası bir krizin yıkıcı etkileri ancak böyle asgariye indirilebilir. Yeni bir ekonomik dünya düzeni gerekiyor ve Türkiye de, “yeni bir ekonomik model ve vizyonu” oluşturmak zorundadır.