19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Sinema salonları okulumuzdu'

Engin Çağlar’la Türk sinemasını ve filmlerini konuştuk. Usta yönetmenlerin çekimlerine giderek, usta-çırak ilişkisiyle oyunculuğu öğrendiğini söyleyen Çağlar, ‘Sinema salonları bizim okulumuz oldu’ dedi.

'Sinema salonları okulumuzdu'
A+ A-
ONUR AKAY

Çağlar, Türkan Şoray’la kamera karşısına geçtikleri bir filmin setinde ‘sürtüşme’ yaşadıklarını söyledi
Yapımcılığını ve yönetmenliğini Mustafa Şahin’in yaptığı, ‘Oklarla Dans’ adlı yeni çekilecek olan aksiyon sinema filminde, Türk sinemasının efsane jönlerinden Engin Çağlar’la birlikte rol almanın mutluluğunu yaşıyorum. Çağlar’ın söyleşi teklifimi kabul etmesi ise mutluluğumu ikiye katladı. Usta oyuncumuzu, filmin diğer oyuncularından ve eğitmenlerinden Mustafa Öz’le birlikte, Yeşilçam Sokak’ta bulunan ve başkanlığını yaptığı Film-San Vakfı’nda ziyaret ettik. Türkan Şoray’dan Filiz Akın’a ve Hülya Koçyiğit’ten Fatma Girik’e kadar, Türk sinemasının en önemli kadın oyuncuları ile başrol oynayan Çağlar, Aydınlık okuyucuları için açıklamalarda bulundu.
İşte o söyleşi:

Yeşilçam nasıl doğdu?
1950’lerin ortasından başlayıp, 1990’a kadar gelen bir sinema tarihi var. Daha eski dönemde Şehir Tiyatroları’ndaki tiyatro oyuncularını sahneden seçip, beğenip filmlerde oynatıyorlardı. Bu Muhsin Ertuğrul döneminin sinemasıdır. 1948 senesinde çıkan kanunla Türk sinemasında bir atılım oluyor. O zamana kadar, satılan sinema biletlerinden alınan yüzde 70 vergiyi yüzde 25’e indiriyorlar. Bunun üzerine sinema ile yakından alakalı olan ve olmayan herkes sinema filmi yapmak peşine düşüyor ve Yeşilçam Sokağı’ndaki binaların bütün katlarına taşınarak, birbirleri ile dirsek temasında olup Türk sineması için film üretiyorlar. İşte burası Türk sinemasının doğduğu yer. İsmi de zaten Yeşilçam Sokağı ve Yeşilçam lafı da buradan çıkıyor.

Siz Yeşilçam’a nasıl girdiniz?
Artist Mecmuası’nın yarışması var, Perde Mecmuası’nın yarışması var ve 1962 senesinde ise Ses Mecmuası yayınlanmaya başlıyor... Her sene yarışmalar düzenliyor. O yarışmalara katılan güzel genç kızlar ve yakışıklı delikanlılar, Türk sineması için oyuncu potansiyeli oluyorlar ve onların filmleri ön plana çıkıyor. Ben de 1968 yılındaki düzenlenen yarışma ile Yeşilçam’a girdim.

Yarışmalarla gelenler oyunculuğu nasıl öğreniyordu?
Usta yönetmenlerin verdiği ders gibi çekimlerle öğrendik. Ayrıca Amerikan sinemasının önemli oyuncularının filmlerini seyrediyorsun. Nasıl oynuyor? Nasıl yürüyor? Nasıl bakıyor? Ne hareket yapıyor? Sinema salonunda oyuncuları seyredince aldığı reaksiyonu takip ediyorsun. Sinema salonları bizim okulumuz oldu. Günümüzde üniversitelerin sinema bölümleri var. Sizce yeterli eğitim veriliyor mu? Üniversitelerde öğrenilen sinema ile bizim öğreniş tarzımız çok farklı. Beni davet ediyorlar ve üniversitelerde de konuşuyorum. Hoca çıkıp kürsüden ne kadar anlatsa olmuyor. Uygulama olması lazım. Bu usta çıkarak ilişkisi ile oluyor.

Telif hakları sorunu neden çözülemiyor?
1995’teki Meclis’te görüşüldü ama maalesef bizim lehimize bir karar çıkmadı. Bir milletvekili oylama öncesi, biz 1995 öncesini kâle almayalım çünkü biz yoktuk, sonrası için kanun çıkaralım dedi. Zaten Türk sinemasının 1952’de Ayhan Işık’ın ‘Kanun Namına’ filmi ile başlayan bir yükselişi var ve hepimiz 1989’a kadar gelen dönem içinde varız ve o dönemdeki oyuncular televizyonda oynayan filmlerden telif hakkı alamadıkları için mağdur.

Sizin için sinemanın büyüsü nedir?
Hiçbir zaman gidemeyeceğin yerlerde, hiçbir zaman beraber olamayacağın insanlarla, hiçbir zaman yaşayamayacağın maceranın içinde buluyorsun kendini. İşte sinemanın büyüsü bu...

‘Türkiye’de en çok sevilen insan Türk sineması oyuncularıdır’ diyorsunuz...
Sinema oyuncuları ölmez ve her dönemde o oyuncuların sinemada farklı olan çeşitli yaşlardaki hallerini, çeşitli rollerdeki hallerini, çeşitli kıyafetlerdeki hallerini görüyorsunuz. İşte bunlar oyuncuları çok sevdiriyor.

Hep başrol oynadınız...
Mecmuaya, ‘Ben Türk sinemasına filmde oynamak için gelmedim, ben başrol oynamak için geldim dedim’ ve sonra bu lafın çok faydasını gördüm. Beni hep başrol için çağırdılar. Bir sene içinde Türk sinemasının en önde gelen kadın oyuncuları ile film çektim.
O istemeyince ben de istemedim

İlk filminiz Öksüz’de Fatma Girik’i 36 kere öptüğünüz söyleniyor...
Öpüşme yapamadığımızdan değil. O sahne bir gün sürdü. 36 kere öpüştük, bir keresi beğenildi değil. Yani 36 sahne çektik. Türkan Şoray’la sette bir tartışma yaşadığınız doğru mu? Türkan Şoray’la, ‘Kadın değil baş belası’ ve ‘Günah bende mi’ isimli filmlerde oynadık. ‘Günah bende mi’ filminde Türkan Şoray’la sürtüşmemiz oldu. Öyle bir kalbini kırdık Türkan’ın. Daha sonra Türkan Şoray’la karşılıklı bir film teklifi daha geldi. Türkan’la muhabbetimiz bitmişti ama filmde öyle olmuyor. Sevgili oynuyorsunuz. Yan yana, can cana, ele ele, göz göze... Onu da çektik ama ondan sonraki projelerde Türkan benle oynamak istemedi. O istemeyince bende bir daha Türkan’la oynamak istemedim.”

Son Dakika Haberleri