25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sistem ve tetikçileri

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Kanada, çoğu insanın hiç ummayacağı biçimde ilginç bir sinema ülkesi. Özellikle uluslararası dolaşıma giren filmleri hep belli bir düzeyin üstünde yer alıyor ve David Cronenberg, Atom Egoyan gibi yönetmenler çıkaran bu ülke dünya sinemasına yeni isimler armağan etmeye de ara vermiyor. 1967 doğumlu, 2010’da Ortadoğu ve Lübnan İç Savaşı’na dair sarsıcı bir öykü anlatan “İçimdeki Yangın” (Incendies) filmiyle dikkatleri üstüne çeken, ardından 2013’te peş peşe çektiği “Tutsak” (Prisoners) ve “Düşman” (Enemy) ile büyük sükse yapan Denis Villeneuve de hiç kuşku yok ki Kanada’nın son yıllarda yetiştirdiği en önemli sinemacılardan. Villeneuve imzalı, salonlarımızdaki gösterimi bir haftadır sürmekte olan “Sicario” ise şimdiden söyleyeyim ki 2015’in en iyi filmlerinden biri olmaya aday... Yönetmenin “en ticari” işlerinden olmakla birlikte son derece sağlam bir sinema duygusuna sahip, giderek oyunculuk gösterisine dönüşen bir macera ve intikam öyküsü sunuyor “Sicario”. Kanada değil ABD yapımı olmakla birlikte Hollywood klişelerinden mümkün olduğunca uzak durulmuş, ayrıntıların mükemmel işlendiği, seyirciyi atmosferinin içine çekmekte çok başarılı bir “uyuşturucu kartelleriyle mücadele” serüveni var karşımızda. Filmin sürprizini kaçırmamak için fazla açık etmeyeyim ama pek çok şeyin göründüğünden farklı olduğunu anlıyorsunuz finalde. Genel hatlarıyla bakıldığında öykü biraz sıradan bile bulunabilir... CIA, ABD-Meksika sınırında bir operasyon başlatıyor. Amaç, katliamlarıyla meşhur bir uyuşturucu karteliyle mücadele, hedef “Baba”yı yakalamak... Oluşturulan ekibe bazı yasal gereklilikler nedeniyle kadın FBI ajanı Kate Macer de dahil ediliyor. Onunla birlikte, kendisine eşlik eden ama ekibe alınmayan arkadaşına “arkalarda durmaları” tavsiye ediliyor. Kartelin katlettiği insanları sakladığı “mezarlık evler”den birinde “Seven”vari sahnelerle açılan film, sınırın iki yanında, özellikle Juarez adındaki (gerçekten de) cehennemi andıran Meksika kentindeki baskınlarla, çatışmalarla, yasa dışı göç gerçeğiyle, rüşvet ve ihanetle, polis teşkilatlarının çürümüşlüğüyle, zenginlik ve yoksullukla iç içe biçimde ilerliyor. En üstteki uyuşturucu baronuna doğru adım adım yaklaşılıyor. Ekipteki bir adamın, Juarez’de yaşadığını ve eski bir savcı olduğunu söyleyen gizemli Alejandro’nun varlığı ise öyküyü bambaşka boyutlara taşıyor.
BENICIO DEL TORO DAMGASIFilm başladığı andan itibaren, CIA ve FBI ajanlarının uyuşturucu kartelleriyle mücadele kararlılığına tanık olan ama dünyaya dair de biraz bilgisi olan seyircinin zihnine “ABD madem bu işte bu kadar ısrarlı, yıllardır neden en ufak bir başarı bile kazanamıyor?” sorusu yerleşiyor. Aslında film de aynı soruyu soruyor... “Tetikçi” anlamına gelen “scario” sözcüğü, bir andan sonra belirsizlik kazanıyor ve izlediğimiz serüven iyiler ile kötülerin mücadelesi olmaktan çıkıyor. Ortada bir “sistem” ve onun tetikçileri var yalnızca! Yasalara bağlı idealist FBI ajanını canlandıran Emily Blunt, kariyerindeki en parlak rolde hiç fena değil... CIA şefi Matt Graver rolündeki Josh Brolin de “Sicario”ya çok şey katıyor, “tam bu rollerin adamı” olduğunu kanıtlıyor. Ama filmin en büyük kozu hiç kuşku yok ki Alejandro olarak izlediğimiz Benicio Del Toro... Kısa süre önce benzer içerikli “Escobar: Kayıp Cennet”te dünyanın en büyük uyuşturucu kaçakçısı Kolombiyalı Pablo Escobar’ı canlandıran usta oyuncu, bu kez “karşı tarafta” yer alarak, göründüğü her sahneye net olarak damga vuruyor. “Sicario”, sıkı bir öykü, iyi yönetmenlik ve iyi oyunculuklar barındırıyor... Bugünlerde üçünü bir arada bulmak pek kolay değil.