25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

SİYAD ve 3,14...

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Kendisi sırça köşkte oturan, başkasının camını taşlamamalı... 1969’da doğan Amerikalı yönetmen Darren Aronofsky, 1998’de “Pi” adında bir film çekti. Tüm dünyada tanınmasını sağlayan bu film, doğadaki her şeyin sayılarla anlaşılabileceğine inanan genç bir matematik dehasının öyküsünü anlatıyordu ve neredeyse baştan sona kapalı bir odada geçiyordu. Aronofsky, şimdi çok ünlü bir sinemacı.  

1954’te Tayvan’da doğan Çinli yönetmen Ang Lee de iki kez Oscar kazanmış, çok ünlü bir yönetmen. Ang Lee, Aronofsky’nin “Pi” filminden tam 14 yıl sonra, yani 2012’de “Pi’nin Yaşamı” (Life of Pi) adlı bir film yaptı. Neredeyse tümüyle açık denizde, okyanusta geçen film, gemi kazasından sonra aynı tahlisiye sandalına sığınan genç Hintli kazazede ile bir kaplanın öyküsünü anlatıyordu.  

Şimdi siz “sinema eleştirisi” yapmaya kalkışıp da çok bilinen bu iki filmi ve çok iyi tanınan iki yönetmeni birbirine karıştırırsanız, af buyurun ama bu cehaletinizi de günlük gazetedeki köşenizde sergilerseniz, en hafif deyimle alay konusu olursunuz. Bir daha sinemanın s’ni, eleştirinin e’sini, gazeteciliğin g’sini ağzına almamanız gerekir. En iyisi, özür dileyip hatanızı dürüstçe kabul etmektir. Bunu da yapmamışsanız, yorganınızı başınıza çekip yatmaktan, bir süre ölü taklidi yapmaktan, kendinizi unutturmaya çalışmaktan başka çıkar yol yoktur.  

Hıncal Uluç 10 Nisan 2014 tarihli Sabah gazetesinde aynen şöyle yazdı: “Darren Aronofsky, hatırlayan vardır, Pi’nin yönetmeni... Orda Hayvanat Bahçesi bakıcısı bir aile, gemiye biner ve Hindistan’dan göçer.. Gemide de hayvanlar vardır, aslan başta.. Yani adam konuya tecrübeli.. Bu defa gemide hayvanlar çok, insanlar az, o kadar..”  

Yahu, Darren Aronofsky değil Ang Lee, “Pi” değil “Pi’nin Yaşamı”, aslan değil kaplan... İki “Pi” arasında da zerre kadar alaka yok.  

İşin trajikomik yanı ise Hıncal Uluç’un bu yazıyı Aronofsky’nin son filmi “Nuh: Büyük Tufan”dan söz etmek için yazmış olması. “Adam konuya tecrübeli” demesi o yüzden! Deniz var, dalgalar var, gemi var, hayvanlar var ya...  

Kuşkusuz ki Hıncal Uluç ve sinema ilişkisi akla getirildiğinde ilk büyük gaf değil bu... Her ne hikmetse Ang Lee ile bir sorunu var üstadın... Daha önce de Ang Lee’den “kadın yönetmen” diye söz etmiş ya da örneğin “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” gibi bol ödüllü filmlerin “belgesel” olduğunu iddia etmişti... Üç ay önce “Sıkıntıdan patladım, entel ya, sıkıcı film yapacak” dediğini unutup, aynı yönetmenin filmi Berlin’de büyük ödül alınca bu kez göklere çıkarmıştı vs. vs...  

PEYAM-I SABAH YAZARI 

Kitap tavsiyeleri “Çok ilginç bir kitap, bu ilginçliği nedeniyle de okunmayı hak ediyor” cümlesi kurmaktan öteye gitmeyen, 50-60 sözcüğü geçmeyen kısıtlı Türkçesiyle trafikten modaya, yemek, restoran ve otellerden futbola her konuda ahkam kesen Hıncal Uluç, herkes farkında ki çoğu kez “bedavacılık” karşılığında kalem oynattığı tüm bu konulardan çok az anlıyor. Sinemadan ise maalesef hiç anlamıyor. Anlamadığı gibi anlayanlardan da nefret ediyor.  

Bugüne dek onlarca kez “Benim için bitti, daha da yazmam artık” dediği Sinema Yazarları Derneği-SİYAD’ın son ödül töreninden “utanç” duyduğunu söylemesi de bu nefretin dışavurumundan başka bir şey değil. Hınç, çok eskiye, SİYAD’ın kendisini “üyeliğe davet” etmemesine dayanıyor tabii ki ama herkes elini vicdanına koyarak söylesin; filmleri, yönetmenleri birbirine karıştıran, seyretmediği filmler hakkında yazmasıyla meşhur bir magazincinin SİYAD gibi bir kurumda ne işi olabilir...  

Uluç, ödül almak için sahneye çıkanlar smokin giymediği için SİYAD’dan utanç duyacağına “gazetem... gazetem” dediği “Peyam-ı Sabah”ın aynı gün Kabataş yalanı için manşet yaptığı fotoşoplu kepazelikten birazcık utanmayı bilse, “Utanç.. Utanç...” yazabilseydi keşke.