25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Siyasal İslamcılıkta İnsan-Tanrı Kavgası ve Çelişkiler

Şahin Filiz

Şahin Filiz

Eski Yazar

A+ A-

Kuşkusuz tarikat ve cemaatlerin kolektif gücünün bileşkelerinin yetiştirdiği siyasal İslamcı liderlerden birisi Necmettin Erbakan’dır. İnsan-Tanrı kavgasını ve bunun İslam’da yarattığı dış çelişkiler, Erbakan’ın “Davam” adlı kitabının çoğu yerinde saptamak mümkündür. Erbakan “doğru İslam”ı tarif ederken diyor ki:”

“Son zamanlarda fikir kirlenmesi olarak; modern Müslüman, ılımlı İslam, light İslam, çağdaşlık diye bir takım kavramlar kullanılıyor…bu kavramlarla İslam’ı Protestanlaştırmaya çalışıyorlar….İslam, İslam’dır. Çünkü İslam dini, Allah yapısıdır. Bunun için mükemmeldir ve tastamamdır. Haşa zerre kadar noksanı, fazlası ve hatası bulunmamaktadır. Ona bir şey katılamaz ve ondan bir şey çıkarılamaz. Baştan sona haktır, hayırdır ve herkes için ve her yerde lazımdır. Çünkü İslam dünya ve ahiret saadetinin tek anahtarıdır.”1

Erbakan kitabının birkaç sayfa sonrasında bu söylediklerini büsbütün tekzip eder ve İslamcıların kafa karışıklığının lider profilinde nasıl zirveye çıktığını ispat edercesine der ki:

“İslam demek; ilim, çağdaşlık, sosyal adalet ve adil düzen demektir. İlim Çin’de dahi olsa alınız hadisi İslam’da ilmin ne kadar önemsendiğini ortaya koymaktadır…”İki günü denk olan ziyandadır” buyuruyor Efendimiz. Ne olacak o zaman? Her gün daha ileriye gideceğiz. Yani ilericilik ve çağdaşlık asıl İslam’ın bir sıfatıdır….”2

İlericilik, çağdaşlık, sürekli ilerleme gibi kavramlar, İslam’da olmayan, ona sonradan Siyasal İslamcıların Batı ile rekabetin araçları olarak ekledikleri algısız kavramlardır. Bunların İslam tarihinde deneysel bir karşılığı yoktur; Erbakan’ın dediği gibi, tam da Batı’ya karşı İslam’ı Batı’nın kavramlarıyla savunurken, itiraf edilemeyen, üstelik karşı olunan protestanlaşmanın örneklerini oluşturur. Siyasal İslamcılık, Batı’da bilim ve teknolojinin gelişmesine koşut olarak üretilen bu kavramları, algı ve deneysel içeriklerini paranteze alıp salt savunma aracı olarak kullanmaktadır. İslamcıların kullandıkları kavramlar algısız bir bilimi, algıları ise kavramsız bir dini resmetmektedir.

Siyasal İslam, algısız modern kavramlar uğruna insan kültürünü atlamıştır. Meddeb, “ Vahhabi, innacını korumak için uygarlığın temelini oluşturan kalıntılara dokunmakta tereddüt etmemektedir; tek amacı mitosun tarihsel belge ile karşılaşma ihtimalini ortadan kaldırmaktır”,3

diyerek bu gerçeğe işaret eder. Din, tanrısallık iddiasında bulunmakla birlikte, içinde daha çok insana, onun yapıp-etmelerine, yarattığı kültür ve tarihsel eserlere yer ayırarak sürekli mitosun tarihsel belge ile karşılaşmasına açık kapı bırakır. Ancak insan yapımı bilgi ve kültür, İslamcılık’ta dinin insanla ve doğa ile temasını sağlayan yaşamsal bağlar olmaktan çıkarılır.

İslamcı Said Halim Paşa’nın, bilgi ile ahlakı ayrı değerler olarak gördüğü şu ifadelerine bakalım: “Bilgi değil, ahlak eksikliği mevcuttur. İlmi kazançlar, ancak ahlaki noksanlarımızı giderebildiğimiz derecede faydalı olacaktır. Aksi takdirde ilmimiz, kötü yönelişlerimizi teşvik edip artırmaktan ve zararımıza sebep olmaktan başka bir şeye yaramaz. İnsanın hareket yolunu çizen, akıl ve bilgisinden daha çok, ahlakıdır.”4

Bu ifadeler, İslamcıların başka bir deyişle cemaatçi ve tarikatçı anlayışın yalnız kafa karışıklıklarını değil, içinden kolay çıkılabilir olmayan düşünsel çelişkilerini de sergilemektedir. Her şeyden önce, insanlık düşünce ve kültüründe bilgi olmaksızın ahlaktan söz edilemez. Bilginin ahlaki erdemleri ne derece teşvik edeceğini ölçmek ahlakla değil, yine bilgiyle mümkün olur. Paşa, ayrıca felsefenin temel problemlerindeki sıralamayı da önemsememektedir.

Başka bir çelişki ise şu ifadelerinde açığa çıkar: “ …müsbet ilim ve fenlerin hakim olduğu asrımızda, çocuklarımıza ehliyet ve istikrar kazandırmak için yegane vasıta olarak kabul edilen yeni öğretim metodunun tanzim ve tertip olunduğu sırada ahlak ile bilgi, terbiye ile tahsilin ayrı şeyler olduğu anlaşılamamıştır” 5 derken, eserin ilerleyen sayfalarında, “ Maddeci düşüncenin Batı’daki çıkış sebebi, Hıristiyanlık inançları ile yeni ilim ve fen zihniyetinin birbiriyle çatışması ve bunların uyuşmasına çare bulunmayışıdır. İslam inançları ilmin hepsini içine aldığı için inançlarımızla bilgilerimiz birbirinde ayrılmaz bir bütündür”,6 sözleriyle, ilim ve imanın Batı’da ayrı, ama İslam’da aynı olduğunu ileri sürer. Bu bir bilgi eksikliğinden çok, kafa karışıklığıdır. Çünkü din ile ilim, ahlak ile bilgi sadece Hıristiyanlıkta değil İslam’da da aynı değil, ayrıdır; hatta birbirleriyle anlaşılır bir ilişki kurmak din sferinde göründüğü kadar kolay değildir. Ancak din-dışı alanda, bilgi ile ahlak arasında özellikle felsefi alanda kopmaz bir bağ vardır.

Ancak İslamcılık, en zıt unsurların; aralarında anlamlı bir ilişkinin dahi kurulması kolay olmayan şeylerin tümünün bir arada ve aynı anda İslam’da benzersiz bir şekilde içerildiğini

ileri sürerek Hegel’in deyimiyle “soyut kapsamlılık” söylemi geliştirir. Bu söylem, siyasal düzen iddialarına yansıyarak-Erbakan’ın İslami Adil Düzen iddiası gibi- keyfi ve rastlantısal genellemelere doğru evrilir.

Hegel’e göre, Muhammedi Doğu’nun coşkusu soyuttur, soyut olduğu için de her şeyi kapsayıcıdır. Hiçbir şeyin durduramadığı ve kendisini hiçbir şeyle sınırlamayan, hiçbir şey gereksemeyen bir coşkudur. Hegel, fanatizm yatıştıktan sonra geriye gönüllerde yer eden hiçbir töresel ilke kalmadığını ileri sürer. Ona göre coşku zamanla yok olunca “Doğu” en büyük sefilliğe batmıştır….7

Bilim sınır ve tanımlarla, kavramlarla olur. Türklerin uçsuz bucaksız ovalarda yaşamalarındaki sınırsızlık, İslam’a girdikten sonra benzer bir sınırsız soyut coşkuyu doğurmuş olabilir. Özellikle cemaat ve tarikatlar, siyasal İslamcılığı bu sınırsız coşkunun dünyevi güç odağı olarak tayin etmektedir. Onlara göre İslam’da her imandan ahlaka, bilgiden mantığa, ahiretten dünyaya her şeyi kapsar. İşte bu iddia, Hegel’in soyut sınırsız coşkunun ifadesi dediği söylemin mantığıdır.

Soyut sınırsızlık ve kapsamlı ama algısız coşku, Hegel’e bakılırsa, İslam dünyasında tikelliği yok edip tinsel genellik yaratılmasına yol açmıştır: “ Muhammedanizm tikelliği yok edip tinsel genellik yaratmıştır. Ona göre her türlü tikel özelliğini yitiren insan, İslami kültür alanı içinde kendisini veya bireyliğini gerçekleştirmeye çalışmak yerine, içinde eriyip yok olduğu sınırsız ve belirsiz tinsel genelliği yeniden üretmek için uğraşır. Bu sınırsız ve belirsiz tinsel genellik, belirli teklerin ortaya çıkmasını ve bu belirli tekler arasındaki ilişkilerin çeşitlenmesini, çoğullaşmasını önler. Böyle olunca da insan ancak uçlar arasında savrulur veya fanatizm üretir ya da genelin ürettiği fanatizmin bir parçası durumuna gelir. Hegel’e göre Muhammedanizmde politik haklar değil, inanan insan değer taşır.8

Tikellik, insanın karmaşık yapısını açığa çıkarma ve böylece bireyleşmesinin yolunu açar. İnsan, kültür üretmek yoluyla insanlaşabilir. Yekpare ve genel içinde kaybolmuş tekler, kültür üretemez. Üstelik bu başarısızlığının bedelini, karmaşık varlık yapısını feda ederek öder. Hatta insanlaşmasını sağlayan kültür yaratma yeteneğini kaybeder. Canlılar dünyasının başka bir türü olan akıllı bir biyolojik varlık düzeyinde kalır.

Oysa antropolojik görüş açısından insanın biyo-psişik varlığı, onu insanlaştıran temel varoluş özelliğidir. İnsan fenomenleri ve yeteneklerinin her türü, temelini onun biyosunda ve psyche’sinde (ruhunda) bulur. İnsanın biyopsişik bütünlüğüne dayanmayan hiçbir şey yoktur., her şey ona dayanır. İnsanı yalnız bir geist, bir akıl, bir düşünme, bir ruh varlığı olarak görmek büyük bir yanılgıdır. İnsan ne ise, biyopsişik bir bütün olarak odur. Beden ve ruh birbiriyle kaynaşık ve bütünleşiktir.9

insanın biyosu ve psyshe’sinin varlık bütünlüğünde birbiriyle kenetlenmiş biyopsişik varlığını Hegel, doğa estetiği ve sanat estetiğinden hareketle, sanat, din ve felsefe sentezine yansıtır.10

Siyasal İslamcılık, tinsel genelleme ve soyut sınırsızlığın bir örnekleştirmesi sonucu, insanın bu varlık bütünlüğünü parçalamıştır. Müslümanı kendine dolayısıyla ülkesi, ulusal değerleri ve ulusuna yabancılaştıran İslamcılık, Oryantalizm’le mücadelesini, ona benim kavramlaştırmamla “Neo-Oryantalist muhafazakarlık”la yanıt vererek sürdürmeye çalışmaktadır.

1 Necmettin Erbakan, Davam, s.40, 41.
2 Necmettin Erbakan, Davam, s. 47.
3 Abdelwahab Meddeb, İslam’ın Hastalığı, s. 61.
4 Said halim Paşa, Buhranlarımız ve Son eserleri, s. 123, 125.
5 Said Halim Paşa, A.e., s. 112.
6 A.e., s. 120.
7 Bkz. Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk imgesi, s. 122-124.
8 Bkz. Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, s. 118-119, 120-121.
9 Takıyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, Doğu Batı Y., Ank. 2015, s. 360-362.
10 Bkz. Hegel’s Aesthetics Lectures on Fine Art, trans by. T.M. Knox, Clarendon Press, Oxford Uniiversity, 1975 Volume I, pp. 1-291.