16 Nisan 2024 Salı
İstanbul 24°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Soma’da ölen canlara, onlar için ağlayan yâr’lara

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Hasretin kömür rengini bilir misin yâr?..

İçinde durup dururken, sanki kızıl bir volkan patlar ya insanın?..

Tüm öfkeleri, tüm kahırları göğüs kafesinin duvarlarında apansız parçalanır...

Nehirlerden sanki tüm çakıl taşları, bir isyan gibi damarlarda savrularak yuvarlanır...

Hançerelerin en keskin köşelerine, bıçak yarası gibi çığlıklar saplanır?..

Martıların haykırışını andıran şivanlar düşer ya insanın kahrolmuş, zayıf ve sahipsiz yüreğine?..

Nefes alamaz mağrur adamlar, paslı bir cendereye av gibi düşmüşçesine?..

Kıpırdayamaz yerinden hiçbir mazlum, dizlerinin eskimiş bağları çözülmüşçesine?..

Hani felaket duyuran davullardan savrulur ya, halay çeken nakışlı ve kanlı mendiller?..

Öyle oldu işte yâr... Yüreğimde hapsolan satırların mürekkebine kara çaldı zifiriler!..

Kalemime sanki kefen renginde bir kelepçe geçirdiler!..

Bir madenin kör karanlığında, ilhamımı esir etti sanki insafsız zalimler!..

GÖÇLERE KARIŞAN İSYANLAR!..

Bilirsin yâr; efkârlı da olsa, zulmetse de kalplere, satırlara hiç hapsolmadım mektuplar yazarken...

İşte bugünlerde ne yazık ki, kömür olmuş umutsuzlukta, uzakta ağlayan yârlar gibi biçareyim!..

Toprak altında pusuya düşmüş canlar gibi kimsesizim yâr!..

Tutmadı elim, tuşlara gitmedi bir türlü, ne dertlere yoldaş olmuş, ne çileleri kâğıda nakşetmiş efkârlı parmaklarım...

Nasıl isyan ederim diye kavuştu ve sanki öfkeye teslim oldu üzüntüden çaresiz kalmış kollarım!..

Düşümde gördüğüm sözcükler birer ürkek serçe yavrusu gibi apansız uçtu gitti yâr...

Mezar arayan tükenişler gibi göçlere karıştı isyanım, kül renginde yaşlar düştü gözümden!..

Bir sevda hikâyesinde, kömür kokusu duydum içimde yâr!..

Karalara bulanmış pulsuz bir mektup kondu sanki kan ağlayan yüreğime!..

Kovaladım ruhumla tüm sözcükleri, bir dehlize düşmüş can gibi hiçbirini tutamadım!..

Sözcükleri unutmuşken, içimde kaybolan manaları da bir türlü bulamadım!..

Kayboldum bir ihmale direnirken, beni bekleyen boş sayfalarda!..

Sokaklarda kendini yitirmişçesine, neyi, nereye yazacağımı kestiremedim yâr!..

Anladım ki; cenderenin karasına, kahrolanın yarasına bulanmışçasına küstü bana satırlar!..

TENİMDE ZALİM YANGINLAR!..

Ben seni düşünürken yâr; çok uzaktan belki de Soma’dan, kim bilir bir çığlık koptu sevdasını kara madenlere hapsetmiş yâr’dan...

Vuruldum “ekmek” diyen kazma sesleriyle, irkildim onların “aman” diyen son nefesleriyle!..

Uzaktan; beni benden alan, bana imdadı anımsatan bir grizu patladı içimde yar...

Ve bir volkanı kıskandırdı, tenimde de hissettiğim zalim yangınlar!..

Belli ki, köhnemiş küflerin ortasında isyan etti ölüme, hiç tanımadığım emekçi canlar!..

Yalnızca can veren yâr’i değil, seven tüm yârları da düşündüm o an; Madenci yolu gözleyen kadınları; dehlizlerde, çukurlarda, kuytularda, derinlerde sevda için atan kalpleri andım yâr...

Yalnız kaldı sevdam, aşk için alkış çalarken... Bizim türkümüz notasını şaşırdı; dinleyenler sustu, uzaktaki yürekler yârları için ağlarken...

Ve ihtimaldir ki; Neşet Ertaş eski bir pikaptan, tüm buhranıyla, “Neredesin Sen” derken...

GAZAPLARDAN GEÇMİŞ MEKTUPLAR!..

Ben, uzaklardaki çaresizlik milyonları ağlatırken nasıl gülerim ki mektuplarda yâr?..

Nasıl bakar gözlerim güzelliklere, nasıl kilitlenir bakışlarım bana her yer cennet diyene!..

İçimde koşan ceylanların nazında, nasıl methiyeler yağdırırım, sevdamı yazdığım berrak tenine?..

Nasıl dökerim Mecnun sözcüklerini, benden aşk isteyen çocuksu satırlarla süslenmiş masum düşlerine?..

Nasıl sabrederim, harflerin bir reçine damlası gibi kalbime yapışan en kehribar dizilişine?..

Bil bunları yâr; rengi solmuş, bu isyan eden mektup, köşesi yanmış bir kâğıdın çaresizliğinde değil!..

İs kokmuş, kömüre bulanmış, yangılar geçirmiş, azaplar çekmiş, gazaplara uğramış mektupların anısı önünde ne olur sen de eğil!..

VE MEZAR TAŞINDA GAZELLER!..

Söyler misin yâr; acı, dost yüreklerde, yoldaş canlarda, sevda çeken yârlarda çığlık atarken, aşk atı dörtnala gidebilir mi?..

Söyler misin; yüreği yangında olanlar ağıt yakarken, nağmeler düğün eyler mi?..

Anla işte... Son haftalarda, belki de ilk kez içimde tutuyorum sevdamın sıra bekleyen satırlarını yâr...

Biriktiriyorum anlı şanlı sözcükleri; papatya tenli harfleri, gelincik renginde sevda nidalarını, güvercin kanadında tebessüm selamlarını...

İçimde tutuyorum ki; ben “yâr” derken, “sevda” derken, “aşk” derken, tüm özlemlerim güllerle sana gelsin!..

Yeter ki senin kalp damgası gibi gamzende, gözyaşların hiç birikmesin...

Hançer gözlerine bakanlar acılar çekerken, bakışlarındaki hasreti kimseler kıskanmasın!..

Gör işte; Canın yere düştüğü, aşkın kana bulandığı, hasretin mezar taşında gazele döndüğü günlerdeyiz yâr...

Soma’daki maden kurbanlarının sevenleri gibi sen de ne olur sabreyle yâr...

Sabreyle, yürekte kömüre bulanmış sızılar uyusun; sabreyle hasret özlediği canda ebedi selama dursun!..