29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Stalin’in ölümü

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

Sinema endüstrisi eskiden tarihsel olayların önünden değil arkasından giderdi. II. Savaş’tan sonra Amerikan askerinin kahramanlığını yücelten Hollywood filmleri dünyayı kapladı. Normandiya Çıkarması’ndan sonra Avrupa’nın içlerinde insanlığı ve demokrasiyi kurtarmak için Nazi kötülüğüyle savaşan, Pasifik adalarında vahşi Japonlarla boğuşan merhametli ve cesur Amerikan askerinin yanı sıra, McArthur, Rommel, Mongomery, Patton gibi ünlü generallerin şahsında bir tür trajik askerî romantizm, bu filmlerin başlıca temasını oluşturdu.

Vietnam filmleri bir bakıma özeleştireldi. Hollywood bu filmlerde kitle çizgisini yakaladı ve Amerikan kamuoyunu teselli eden, matem tutan savaş karşıtı filmlere yöneldi. Ne de olsa Amerikan Conisi’nin Vietkong karşısında rezil olmasında Amerikan kamuoyunun medya desteğiyle gelişen savaş karşıtı tutumu etkili olmuştu.

Şimdi durum değişmiş görünüyor. Atlantik âleminin sinema endüstrisi, tarihe göndermede bulunarak konformist Batı halklarını savaşa hazırlıyor; önden gidiyor. Christopher Nolan’ın Dunkirk ve Joe Wright’ın En Karanlık Saat adlı, 2017 yapımı filmleri sadece iki örnek.

Birincisi, Alman ordusunun Dunkirk’te kuşattığı İngiliz askerlerinin sivil teknelerle kurtarılmasını anlatıyor. İkincisinde ise Churchill, Hitler’in Avrupa’yı istilasına kayıtsız kalarak barış isteyen, savaştan korkan Chamberlain ekibine direniyor, metrodaki sıradan insanlara danıştıktan sonra savaşmaya karar veriyor. Her iki filmde de Churchill’in “her yerde savaşacağız” temalı dramatik/teatral konuşmasını kendi sesinden duyuyoruz.

Üçüncü film, Stalin’in Ölümü (Armando Iannucci, 2017) ise oldukça tuhaf. Tuhaflığın sebebi, Stalin’in ölümünü çevreleyen olayların tarihî gerçeklere uygun fakat parodi olarak, yani gülünçleştirilerek anlatılması. Film hiçbir ayrıntıyı atlamıyor: Politbüro üyelerinin Malenkov’a “Malenya” diye hitap etmesi, Stalin’in kısa süre komadan çıktığında yatağının karşısındaki tabloyu işaret etmesi, kurnaz Huruşov’un Beria’ya karşı ince komplosu, kararsız Molotov’un tutuklu karısı, “yağmur altında yürüyüp ıslanmayan” Anastas Mikoyan’ın kaypaklığı... Saçma sahneler de var. Mesela komik bir operet figürü gibi gösterilen Mareşal Jukov’un kaleşnikovla Politbüroyu basması ya da Beria’nın cesedinin bahçeye çıkarılıp herkesin önünde yakılması (Hitler’in akıbetine gönderme var gibi!)...

Rusya’da yapılan anketlerde “Bütün zamanların ve halkların en önemli şahsiyeti” olarak seçilen Stalin’i, dolayısıyla bütün bir halkı aşağılayan film Rusya’da yasaklandı. Rus halkı tarihiyle gurur duyar; yurtsever ve kültürlüdür.

Genel olarak baktığımızda sinema endüstrisi, bipolar kişilik bozukluğu, yani duygusal dengesizliği olan yarı alkolik aristokrat Churchill’i halkı seferber eden sevimli ve dramatik kahraman olarak, kunduracı Visariyon’un oğlu Stalin’i ise leş kargalarının kuşattığı komik bir katil, bir tür mafya şefi gibi gösteriyor. Oysa II. Savaş sırasında İngilizler Stalin’i çok severler, ona “Uncle Joe” (Co Amca) derlerdi.

Aslında bütün bunlar bize sinemanın sadece sinema olmadığını öğretiyor. Dünyayı büyük savaşlara hazırlıyorlar.

Filmi izlerken, 1901 yılında Bakü’deki Rothschild rafinerisinde işçi olarak çalışan yirmi üç yaşındaki sosyalist militanı düşündüm. Rafineri ateşe verilir ve büyük grev başlar. Bir önceki gece, Koba (Stalin) komiteyi toplar. Sabaha kadar süren toplantının sonunda hep birlikte Varşavyanka marşını söylerler ve biberli votka kadehlerini işçi sınıfının geleceğine kaldırırlar. Koba, şöyle der: “Ölmekten korkmamalıyız! Güneş doğuyor. Hayatlarımızı feda edelim! Tanrı bize yataklarımızda ölmeyi nasip etmesin!” Eski papaz okulu öğrencisinin duasını Tanrı kabul etmedi. Umarım vicdanlı bir Rus yönetmen çıkar da Churchill ile Stalin arasındaki farkı ortaya koyar.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019