24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Şu gün gelse de ülke güvenli ellere teslim edilse

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Onu bunu ayıplardım eskiden. “Devlet gelenekleri yok tabii, ondan böyle davranıyorlar! Cık cık cık...”

derdim...

Haberlerde dinleyince nereye bakacağımı, nerelere kaçacağımı şaşırdım...

Yok artık!

Bu kadar da olmaz.

Bizi bu durumlara düşüremezsiniz.

Yani koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle hükümeti olur mu dedirtemezsiniz!

Canlı canlı izledik.

Hepimizin gözü önünde söz verdi.

“Tamam, madem ısrar ediyorsunuz... Deniz Yücel’i bı-rak-tı-ra-ca-ğız!”

Dedi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı, cumhurbaşkanı...

Hukuk filan vur duvara...

Aslında son noktaymış.

Alman basınından öncesini öğreniyoruz. Serbest bırakma kararı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la daha önceden bağlanmış. Öyle mahkeme filan hikaye... Hatta Yıldırım-Merkel görüşmesi bile...

Süddeutsche Zeitung’da “Gabriel, Yücel olayında nasıl arabuluculuk yaptı” başlığıyla 16 Şubat’ta bir haber yer aldı. Deniz Yücel’in serbest bırakılması konusunda nasıl gizlice diplomasi trafiği yürütüldüğü ayrıntılı olarak yazılıyor. Bir başka makalenin başlığı ise “Hukukun üstünlüğü değil, diplomasinin başarısı...”

Geçen hafta Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel iki kez gizlice Erdoğan ile biraraya gelmiş. İlk görüşme, Erdoğan’ın Vatikan’a yaptığı ziyaret sırasında Roma’da yapılmış. Almanya’dan Roma’ya geçen Gabriel, Erdoğan’ın kaldığı otele gece giderek kendisiyle görüşüyor. Türk-Alman ilişkileri açısından Yücel’in serbest bırakılmasını istiyor.

Biliyorsunuz daha önce Gerhard Schröder de Ocak ayında geldiğinde benzer bir talepte bulunmuştu. Erdoğan’ın da Yücel’e ilişkin “Alman ajanı” “terörist” açıklamaları var. PKK ve FETÖ ile ilişkileri ayrıntılarıyla vurgulanıyordu.

NEDEN TUTUKLANDIM NEDEN BIRAKILDIM

Süreç devam ediyor. Gabriel Türkiye tarafının çağrısı üzerine Roma’dan bir hafta sonra Yücel’in serbest bırakılması durumunda ayrıntıları Erdoğan’la görüşmek üzere İstanbul’a geliyor. Süddeutsche Zeitung’daki haberde, yargılamanın nasıl hızlandırıldığı aktarılıyor. Deniz Yücel’in ifadesi görüntülü sistemle alınarak serbest bırakılmasına karar veriliyor.

Nefes nefese izliyoruz.

Gabriel mahkemeye teşekkür ediyor. Gerçi son saatlere kadar belirsizlik sürdüğü de gazetede verilen bilgiler arasında.

Deniz Yücel serbest bırakıldıktan sonra eşiyle birlikte birkaç gün İstanbul’da kalmak istiyor. Türk tarafı bunun kamuoyunda tartışmayı yeniden alevlendireceği kaygısını taşıyor.

Gördüğünüz gibi yine de bizden çekiniyorlar.

Yücel serbest kaldıktan sonra bir görüntü yayımladı. Orada neden tutuklandığını bilmediğini, neden serbest kaldığını da anlamadığını söyledi. Aynı gün tarihli 13. Sulh Mahkemesinin verdiği “tutukluğunun devamına...” kararını da elinde sallayıp duruyordu. Siyasetin bir parçası olabileceği düşüncesinde.

Gabriel ise “siyasi bir pazarlık yok” açıklamasını yaptı.

Bundan sonrası bizi ilgilendirmiyor. Ama bilgi olsun diye yazayım. Bu işler yalnızca bizde olmuyor. Siyasi geleceği belli olmayan Gabriel’in böyle bir “başarıyla” dışişleri bakanlığını güvenceye alacağı söyleniyor.

TÜRKİYE CAN DERDİNDE

Bizim derdimiz ise can derdi.

Vatan savaşı veriyoruz. Şehit veriyoruz. İçte ve dışta emperyalizmle her türlü “araçla” kıyasıya mücadele ediyoruz.

Böyle bir dönemde, yargının üzerine böyle bir gölge düşürülmesinin yaratacağı sonuçlar ne olur!

Yargıya bu nasıl yapılır! Korumak, kollamak görevleriyken...

Bu nasıl bir sorumsuzluktur! Böyle devlet adamlığı olur mu?

İnanın her geçen gün diyorum ki,

Şu gün gelse de...

Seçimler olsa da...

Ülke güvenli ellere teslim edilse de...

Yarın yine ne yapacaklar acaba da düzeltmeye çalışacağız kaygısından kurtulsak da...

Bitse artık bu iş!

***

ÜÇ BİN DOLAR TASARRUF ETMEK İSTER MİSİNİZ?

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta “Elinin Hamuru” prrogramında geçen hafta konuğumdu. Bir dizi sağlık, tedavi, ilaç kullanımı konularında “doğru bildiğimiz yanlışları” konuştuk. O kadar çok ki sıra diyete gelmemişti. Programı internetten izleyebilirsiniz.

Küçükusta’nın kilo vermek için bu kez okuduğum ilginç bir önerisini aktarayım. Uygulamaya değer doğrusu. Üç bin dolar da kâr etmiş olursunuz:

“Diyetisyene yürüyerek gidin, kapısından geri dönün. Tekrar gidin, tekrar dönün. Bunu her gün üç defa tekrarlayın. Kilo milo kalmaz”

Küçükusta yazısında şu habere de değinmiş:

Ünlülerin diyetisyeni Şeyda Coşkun hakkında “Sağlık Hizmetleri Kanunu’na muhalefet” suçundan dava açılmış. İzinsiz ve yetkisiz sağlık hizmeti verdiği ileri sürülüyor. Çoşkun, kişi başı 3 bin dolar ücret talep ediyormuş.

Doktorumuz “Halk sağlığını gözeten ve ona ehemmiyet veren, halkı tam ve doğru bilgilendiren, endüstri ile menfaat münasebeti olmayan “adam gibi” metabolizma bilim dalı olan bir memlekette bu tür bir duruma rastlanabileceğine ihtimal vermiyorum” diyor.

Ve şu soruyu soruyor:

“Şeyda Hanım’ı suçlayanlar önce insanların neden ondan medet umduğu sorusuna cevap aramalıdır.

Hakkında esas soruşturma açılması gereken modern tıbbın ta kendisidir.

Bataklık olmayan yerde sivrisinek üremez.”

“Soru şudur: Milyarlık aletlerde MR, tomografi, anjiyo, endoskopi, PET vb yaptıranlar çareyi neden ot-çöp, sap-saman, tohum-püskül kürlerinde arıyorlar, sağlıklarını neden üniversitelerin profesörlerine değil de mütetabbiblere (Tabiblik taslayan, doktor olmadığı halde doktormuş gibi davranan ve tedaviye kalkışan. ŞP) ve beden eğitimi öğretmenlerine teslim ediyorlar, neden, neden, neden?”

***

ÇAĞDAŞ VERİ MASALI

Türkiye’de birden bir soyağacı krizi yaşandı. Mutlaka siz de bakmışsınızdır. Milyonlarca kişi edevlete girdi. Neyse büyük dedemizin adını ve doğum yılını yerini öğrendik. Kimi de sosyal medyasız yapamıyor ya... Şunu içtim, kahvemin yanında bir de şunu yedim... Aha da işte fotoğrafını paylaşıyorum. O ooo şu kadar kişi paylaşmış... Vay vay neymişim abicim... Ne kahve içermişim... Neyse soyağacını paylaşanlar olmuş. Aman büyük bir tehlike başgöstermiş... Çünkü bazılarının kimselerin bilmediği, hatta kayıtlarda bile olmayan anne kızlık soyadları ortaya çıkmış mı! Hadii, bankalar hemen uyarılar yapmışlar. Aman yapmayın “kişisel veri güvenliğiniz” tehlikeye girer demişler...

Neredeyse “O sırada gökten üç elma düştü” filan diyeceğim.

Sanki masal anlatır gibi oldu.

“Çağdaş” masallar artık böyle, ne yapalım!