25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Suikast’ antrenmanlarında hedef kim?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Esrarkeş sabıkalının biri elini kolunu sallayarak TBMM’ye giriyor... Bahçede, koridorda, orada-burada dolaşıyor ve de sonra gizemli bir yerde saklanmışçasına, “3 saat” boyunca ortadan kayboluyor!..

Sonra da onlarca vekil ve korumanın önünde, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na saldıracak kadar pervasız olabiliyor...

Ne şaşırtıcı değil mi; CHP yöneticileri saldırganı TBMM’ye girişinden itibaren gösteren kamera kayıtlarını izlemişler, ancak Orhan Övet adlı tetikçinin “3 saat boyunca” izini gösterecek bir kayda rastlayamamışlar!!!

Hayalet olmuş adam yani!.. Her yerinden kuşku dökülen bir karanlık senaryo mu bu, yoksa sıradan bir kabadayılık özentisi mi?..

Ne yazık ki ürkütücü iddialar da var: “Birileri tetikçiyi aldı, Meclis’e ilk kez gelmesine rağmen CHP Grup Salonu’nu kolaylıkla bulabilecek kadar eğitti, sonra da saati gelince hedefin üzerine yönlendirdi...”

Bu, büyük ve derin bir kuşkudur; hızla aydınlatılmalıdır!!!

Kılıçdaroğlu’nun korunamamasını, hem de kendi Grup salonunda, partililerinin arasında bile savunmasız kalmasını bir yana bırakalım... Bu, Meclis yönetiminin olduğu gibi, aynı zamanda CHP’nin de sorunudur...

Ancak asıl konu bu da değil; Kılıçdaroğlu’nun politikaları eleştirilebilir ama karanlık bir kişinin saldırısına uğratılacak kadar düşmanlık beslenemez ki...

“Uğratılacak” derken bunu ısrarla yazıyorum... Çünkü durup dururken, tehdit-şantaj, mekâna zorla girme ve yaralama gibi onlarca sabıkası olan pervasız bir suç makinesinin, Meclis çatısı altında terör estirebilmesini sıradan saymak bana pek mantıklı gelmiyor...

GELİYORUM DİYEN KAOS!..

Evet; alıştık artık... Kılıçdaroğlu saldırısını da belki esrarkeş bir meczubun işi diye unutturacaklar...

Ama unutmayınız ki, vardır bunun da arkasında bir çapanoğlu!!! Çünkü “geliyorum” diyordu tehlike adeta... Hem de antrenman yapa yapa!..

Ne çabuk da unuttuk yerel seçim öncesinde ısrarla dillendirilen saldırı-suikast iddialarını?..

Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, “Seçime giderken büyük olaylar olabilir” demedi mi?..

Melih Gökçek’in şu sözleri çok daha vahim iddialar içeriyordu:

“Allah korusun, muhalefet partilerinin lider konumundaki şahıslarına suikast yapılmasından korkuyoruz. Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’ye, Mansur Yavaş’a...”

Peki ya Mansur Yavaş’ın seçim öncesi yaptığı ürkütücü uyarılar nasıl yorumlanmalı?.. Bakınız, ne demişti CHP’nin Ankara adayı:

“Devletin güvenlik birimlerinden ulaşan bilgilere göre, bana ve ekibime yönelik ciddi bir saldırı planlandığı... Bu amaçla 100’den fazla silahlı provokatörün Ankara’ya getirildiği...”

Emrullah İşler, Gökçek ve Yavaş’ın tehlikeyi haber veren açıklamalarını Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırıyla ister ilişkilendirin, ister ilişkilendirmeyin...

Ancak şöyle bir gerçek var: “Kurultay” çağrılarının içten içe seslendirildiği bir dönemde, seçimlerde yenilgi yaşamış bir parti liderine, hem de Meclis’te kolaylıkla bir saldırı yapılabiliyorsa, geriye çok ciddi kuşkular da kalır...

Birileri cumhurbaşkanlığı ve 2015 seçimleri öncesi suikast-kaos-kargaşa ya da en kötüsü de mağduriyet yaratmak uğruna “antrenman” mı yapıyor acaba?..

Yoksa Kılıçdaroğlu’na yönelik bu saldırı AKP üyesi, işsiz-güçsüz, uyuşturucu kullanan birinin sıradan şöhret olma çabası mıdır?..

ERDOĞAN’IN ‘MİLLET’İ!..

Başbakan Erdoğan, önceki gün TBMM’deki Grup toplantısında, seçim sonuçlarını, aynı zamanda “millet”in cemaate yönelik operasyon talebi olarak algıladıklarını söyledi ya?..

Dünkü yandaş gazetelerin birkaçı, bu tepki üzerine “Talimat milletten” diye manşet atınca çok güldüm...

Anlaşıldı; Erdoğan cemaati tamamen bitirmek için sessiz sedasız büyük bir operasyon hazırlığı yaptırıyor... İyi de AKP’liler ve onların medyası geçmişi ne çabuk unuttular ki?..

“Talimat milletten” derken hangi “millet”ten söz ediliyor acaba?.. AKP’yi 12 yıldır ısrarla destekleyen kitle değil midir ki, tarikat ve cemaatlerin palazlanması için varlarını yoklarını seferber eden...

O “millet” değil mi, tarikat ve cemaat gazetelerine abone bulan, reklam veren, öğrencilerine burs dağıtan, mağazalarından alışveriş yapan, paralarını koşarak bankalarına götüren...

O kitle değil mi, çocuklarını cemaat dershanelerine gönderen, yurtlarında barındıran, körpe beyinleri “abi”lere, “abla”lara teslim eden?..

Anlaşıldı ki, AKP’ye oy veren kitle, iktidar partisiyle müthiş entegre olmuş... Yani bu rant çarkı yürüsün de nasıl yürürse yürüsün anlayışı uğruna her türlü takiye de şart olmuş... Vay “millet” vayyy!..

UYGARLIĞIN CANINA OKUMAK!..

Dün öyle bir haber okudum ki, aklıma dehşet verici üç soru da geldi:

Kitap bir aydınlanma aracı mıdır?..

Yalnızca uygarlığı mı temsil eder kitap?..

Ya da bilgi dağıtmakla mükellef kitaplar, var oluşlarıyla barbarlığı da resmederler mi?..

Üç soru da şaşırtıcı değil mi?.. Zaten dün, beni dehşete düşüren o haberi okuyunca ve yanındaki fotoğrafları görünce, kitapların aynı zamanda cehalet ürünü olduğu sizin de aklınıza gelecek:

Birkaç yıl önce ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin kütüphanesinde, tuhaf görünümlü deri kapları olan üç kitap dikkatleri çekmiş...

Uzmanlar 17. yüzyıla ait bu kitapları incelemiş ve görmüşler ki, hepsi “insan derisi”yle kaplıymış!.. Çünkü o dönemde insan derisinden kitap cildi yapmak popüler bir uygulamaymış...

Hatta nasıl saptamışlarsa; iddiaya göre, kitaplardan birinin cildi, “yaşarken” derisi yüzülmüş bir adamdan alınmış!..

Daha vahimi de var ki, bu da fizik-içerik sarmalında büyük bir paradoks da yaratıyor ki, uğruna destan yazsan anlatamazsın...

Çünkü Harvard’daki bu şoke edici kitaplardan birinin içeriği Roma “şiir” sanatıyla ilgiliymiş!.. Bir kitapta Fransız “felsefe”si işlenmiş, diğerinde ise Ortaçağ İspanyol “hukuk”una ilişkin bir tez yer alıyormuş!..

Ne kadar ilginç değil mi; “canına okumak” bu olsa gerek!.. Ama hem şiirsel, hem felsefi, hem de hukuki bir okuma...

Hele, Tarık Zafer Tunaya’nın, “İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa” adlı kitabında, Fransa’nın ilk yazılı anayasası olan “1791 Anayasası”nın ilk kitabının da insan derisiyle kaplı olduğunu öğrenince, vah dedim Avrupa’ya.

Günümüzde çağdaşlık anlayışı örnek alınan bir coğrafyada, bir zamanlar insan derisine şiir yazılırken, insan teni üzerinden felsefe de yapılıyormuş!.. Ne yazık ki hukuka “kılıf” hazırlama uğruna insan katledilirken, infaz kararları deriye yazılıyormuş!..

Gözünü sevdiğim, medeniyet denilen derisiz kalmış canavar!.. Sen insan mısın be?..