26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Süleymaniyeli Ahmet’in soyundan...

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Süleymaniyeli şoför Ahmet’i iyi tanırsınız... Kafasında uzak bir şehir ve nihavent bir şarkı olan, beyaz tenteli sandalları, siyah mavnaları ve uskumru dolmasını çok seven şoför Ahmet...

Nazım Hikmet, “Kuvayı Milliye Destanı”nın yedinci babında, “Bir Aletle Bir İnsanın Hikâyesi”nde anlatır onu.

“Ayın altında kağnılar gidiyordu” diye başlayan, “sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişmeyecekti” diye devam eden destanın kahramanlarındandır.

6 Ağustos emri verilmiş, Birinci ve İkinci ordular yer değiştirmektedir. Ahmet de üç numaralı kamyonuyla Afyon-Ahırdağları’na doğru gitmeye çalışanlardandır.

“Gecenin içinde insanlar, aletler, hayvanlar.”

Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu’ndan İstanbullu şoför Ahmet ve “bir acayip mahlûk” olan kamyonu da gecenin tozuna, gecenin rüzgârına karışmıştır.

“İleride bir süvari kolu gidiyor... Saptılar sola.”

İhtiyar, cesur, inatçı ve şirret bir kamyondur bu. Her on kilometrede bir “karanlığa yaslanıp” durur. Bozuktur çünkü. Vantilatörünün dört kanadının ikisi eksiktir. Kırılan sol arka makası yerine, şasinin altına, dingilin üzerine, budaklı bir gürgen kütüğü sarmıştır Ahmet.

“Motor mızıkçılık ediyor, bizi dağ başlarında bırakacak meret.”

Galiba sol arka lastik de hava kaçırmaya başlamıştır.

Küfreder ve küfrettiği için kendine kızar Ahmet. Karanlık, kriko, pompa... Ahmet’in elleri...

“İç lastik boydan boya patladı. Yedek? Yok. Dağlarda avaz avaz imdat istemek?”

“Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet. Sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet” der kendi kendine.

“Soyun...”

Ayağında yalnızca postalları kalıncaya dek soyunur Ahmet.

“Soyundu.”

Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak ve kırmızı kuşak, Ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak bırakarak...

Üstünde neyi var neyi yok, çıkardığı her şeyi lastiğin içine sokar Ahmet. Kamyonu yürütecek kadar, olduğu kadar, şişirmiştir lastiği.

“Dayan ömrümün törpüsü” der, “dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet’i,

dayan arslan...”

Hiçbir zaman, hiçbir insanın, hiçbir aleti böyle merhametli bir ümitle sevmediğini söyler Nazım Hikmet.

Bir şiiri anlatmaya çalışmak, zordur.

Sonsuzluğa uğurladığımız sevgili kardeşim Mahmut Şen’i anlatmaya çalışmak da çok zor... Onu ancak, “Bir Aletle Bir İnsanın Hikâyesi” anlatabilir.

Aydınlık’ın yorulmak bilmez emekçisi, “olmaz” bilmeyen mühendisiydi. Bizim arkadaştı. O binayı, o aletleri, makineleri, büyük bir ümitle sevdiğinin tanığıyız.

Rüzgâra karıştı Mahmut, yürüyor. İleride bir süvari kolu gidiyor.

Şimdi o da bir destanın içinde...

Süleymaniyeli Ahmet’in soyundandı.