24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sürmesi mayından geçen ‘Suriye!..’

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Çocukluğumun Urfa'sında, GAP henüz Harran ovalarını sulamadığı için, bir kilometre uzaklıktan, bir yumurtanın bile görünebildiği dümdüz topraklarda tarım yapılamıyordu!.. Fırat kuraklıktan bihaber şekilde, Harran'dan 60 kilometre uzaklıkta boşu boşuna akıyordu...

Hani Urfa'nın yanı başından akarken, Dicle Nehri ile birleşip "Şattülarap" adıyla Basra Körfezi'ne dökülen ve uğruna türküler yakılan "zalim Fırat!.."

Fırat uzaktı ya, kuraklık yaşamı teslim aldığı için dünyanın en verimli toprakları ne yazık ki yüzyıllardır olduğu gibi çöl iklimine teslim edilmişti...

Köylüler sarnıçlardaki kurtlu suları içiyor, bebek ölümleri dünya ortalamasının üzerine çıkıyor, bir kova su için kan davaları başlatılıyordu!...

Aslında bu kadar verimli toprağın olduğu bir yerde yoksulluk ve çaresizlik olur muydu peki?.. Ne yazık ki oluyordu; işsizlik, sefalet ve umutsuzluk teslim almıştı Harran ve çevresini... Çünkü "gölgenin ebediyen izne çıktığı" Mezopotamya'nın kalbinde ot bile can bulamıyordu!..

1980 öncesine kadar binlerce yurttaş, kendi topraklarını sulayamadıkları için ırgat olarak sulu tarım yapılan Çukurova'ya gitmek zorunda kalıyordu...

"İnsan eksen filiz verir" diye tanımlanan Suriye sınırındaki Harran topraklarından kamyonlara binen on binlerce yurttaş, ekmek uğruna Adana'daki pamuk tarlalarına dağılıyordu!..

Mezatta demlenen çay!..

Peki ya toprağı olmayanlar?.. Ya Çukurova'ya gidemeyenler?.. Onların yapabileceği tek bir iş vardı; sınır kaçakçılığı!.. Hem de mayınlı topraklarda, göğüslerini jandarma kurşununa siper ederek, canları pahasına kaçakçılık...

Aklınıza sakın ola kötü bir şey gelmesin; kaçakçılık dediysek, şimdilerde olduğu gibi uluslararası silah kaçakçılığı, uyuşturucu ya da insan kaçakçılığı değildi bu...

Urfalılar, Suriye'ye götürdükleri büyükbaş hayvanları satar, dönüşte çay, kahve ve giysi getirerek mezatta pazarlar, geçimlerini sağlarlardı...

O zamanlar kaçakçılık aslında yaygın olsa da, çok masumdu!.. Oyuncak da getiren kaçakçılar, mallarını batı kentlerine sevk eder; kadınlar için getirilen naylon çorap, makyaj malzemesi, kına ve sürme gibi malzemeler bölgede yoğun ilgi görürdü...

O zamanlar üzerinde birkaç kilo kaçak çay yakalanan bir Urfalı 7-8 ay cezaevinde yatardı!.. Hayvan kaçakçılığında yakalananlar ise "toplu kaçakçılık"tan cezaevine düşer, çok ağır cezalara çarptırılırlardı...

Bizim gibi Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde oturan yüzlerce çocuk da, Suriye'den, mayınlı araziler aşılarak getirilen çay ve kahveden elde edilen paralarla büyüdükleri için, jandarma ve mayın korkusuna çok küçükken alışmışlardı...

Tel örgüden süzülen isimler!..

Düzenli okurlar da bilir ki, bu satırların yazarı da o çileleri çektiği için ve mayın korkusuna bulaşmış ekmeklerle büyüdüğü için çocukluğundan bu yana yalnızca kaçak çay içerdi... Arkadaşları bu yüzden onun, "ben mayın kokusu sinmeyen çayı içmem arkadaş" sözüne çok gülerlerdi!..

O zamanların Suriye'si, şimdilerde olduğu gibi baş düşmanımız da değildi!.. Devlet bu yakın komşumuzun; Urfa, Antep, Mardin ve Kilis gibi bölgelerde on binlerce insanın geçim kaynağı olduğunu bilir, kaçakçılık karşısında bazen çaresiz kalırdı ama hudut güvenliği de korunmaya çalışılırdı...

Sınır boyundaki kentlerde, bacaklarını yitirmiş yüzlerce yurttaş yaşardı ki, bunların neredeyse tamamı mayın kurbanıydı... O gariplerin hepsi kaçakçı hamalı olarak çalışırken, Suriye sınırında, ekmek peşindeyken sakat kalmışlardı...

Suriye, o yıllarda insana kaçak da olsa ekmek verirdi ama sakat bıraktıklarının yanı sıra, isimlerine damga vurduğu insanlarımızla da bir paradoksu dışa vururdu!..

Hiç unutmam; Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde, kızlarına "Suriye" ismini veren kaçakçı hamalları vardı!.. İnsanın; ekmeğin mayından süzüldüğü topraklarda, can korkusuyla dünyaya getirdiği çocuklarına "Suriye" adını vermesi nasıl bir çelişkiydi?...

Çelişkiye düşen masumiyet!..

"Urfa", "sınır" ve "kaçakçılık" demişken dün medyaya yansıyan bir haber hem bizi çocukluğumuzun mayın kokan günlerine götürdü hem de Suriye krizi açısından yaşadığımız çok derin sıkıntıları gözler önüne serdi.

Şanlıurfa Valiliği'nin, Suriye'den yaşanan göçler ve sonuçları ile ilgili hazırladığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği raporda çok şaşırtıcı tespitler yer almış...

Bakınız; bir dönem çaresiz kaçakçıların bir kilo çay uğruna hapse düştüğü ya da mayınlarla havaya uçtuğu Urfa'da, şimdilerde neler yaşanıyormuş:

"- Sınır kaçakçılığı faaliyeti artmaktadır. Sınır bölgemizden yasadışı biçimde yüzlerce küçükbaş hayvan, ateşli silah, sigara, esrar, çay ve şeker başta olmak üzere çeşitli gümrük kaçağı malzemeler geçirilebilmektedir.

- Suriye'nin Rakka ilindeki çatışmalar sonrasında, sınır kapımızdan geçişler kontrol edilemez bir hal almıştır. Pasaport kontrolünün yanı sıra kişilerin beraberinde getirdiği koli, çanta ve malzemelerin denetimi de yetersiz kalmaktadır.

- Suriye'deki savaştan kaçan mültecilerin sınır kapısına kalabalık bir şekilde yığılmaları halinde görevli personelin kendi can güvenliği ve genel güvenlik açısından zafiyet oluşmaktadır. Giren-çıkan kişilerin kimlik kontrolü ve kaydı, resim çekimi, üst ve eşya araması sağlıklı yapılamamaktadır.

- Türkiye'ye giriş yapan Suriyelilerin, kontrolsüz bir şekilde akrabaları aracılığıyla ülkemize dağıldıkları belirlenmiştir.

- Akçakale Sınır Kapısı'nda yaşanan yoğunluğa bağlı kontrolsüz geçişlerden PKK mensupları ve işbirlikçileri örgütsel faaliyetlerde bulunmak için faydalanmaktadır.

- Suriye'de yaşanan çatışmalar sonucunda yaralanan rejim muhalifi kişiler çeşitli hastanelerde tedavi edilmektedir. İlimizde yaşayan Arap ve Kürt vatandaşlarımız arasında gerginlik olabileceği değerlendirilmektedir.

- İl genelinde Suriyeli nüfusunun artmasına paralel olarak asayiş olaylarında da artış meydana gelmektedir. Gerek hırsızlık, gerekse ahlaki sorunlardan dolayı toplumsal bir tepki oluşmaktadır."

Urfa Valiliği'nin bu dehşet verici raporuna bakınca, sınırdan çay, kahve ve sürme geçirilen 1970'lerin Urfa'sının o dönemde çok çaresiz bir masumiyet yaşadığını bir kez daha anlıyorum...

Mayınların kaçakçıları durdurduğu bir sınırın şu günlerde yolgeçen hanına dönmesi ve delik deşik olması; 30 yıl öncesinde, ekmek uğruna yapılan küçük kaçakçılık faaliyetlerinden çok daha vahim değil mi?..

Acaba 40 yıl önce kızlarına "Suriye" adını veren kaçakçı hamalları yaşıyorlar mı ve Urfa'dan Suriye'ye baktıklarında ağlıyorlar mı?..