29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tanzimle dolar ve enflasyon kesin çakılır!

Evren Devrim Zelyut

Evren Devrim Zelyut

Eski Yazar

Yıllar önce Aziz Nesin’in hikayelerinden birinde okumuştum. Panayır yerinde temaşaya dalmış insanların ceplerinden nasıl paralarının çalındığını anlatıyordu. Önce ortaya bir cambaz çıkıyor, sonra bir ses “Aaaa cambaza bakın, cambaza!” diyordu. Halk ne oluyor diye bakarken, yankesiciler cepte ne varsa topluyordu.

Son “cambaza bak vakası” tarım ürünlerinde gerçekleşiyor. Ürün fiyatları arşa ulaşınca Ak Parti yerden yere vurduğu Sol belediyeciliğin ürünü olan tanzim satışlara sarıldı.

Peki iyi değil mi tanzim satış? Elbette iyi ancak sonuç odaklı değil. Neden derseniz, sürekli Amerika’yı keşfe gerek yok, ürün fiyatlarının düşmesi için dünyada ne varsa, Türkiye’ye de o lazım. Yani kooperatifçilik. Üretici birliklerini güçlendirmeden, onları KOBİ ve üniversitelerle buluşturmadan, tarımsal pazarlama akışını değiştirmeden, sadece tanzim satışlarla milyonluk kentlerin talebinin karşılanacağını düşünmek hayalciliktir. Olan biten seçim öncesi siyasilerin “cambaza bak cambaza” demesidir…

Türkiye’de ekonomi politikasını yürütenler samimi ise önce ithalata dayalı üretim modelini bir kenara atıp hammadde ve yarı mamulleri ülkede üretecek bir endüstri reformu yapmalıdır. Böylece sanayimizin ithal girdi bağımlılığı, yani döviz ihtiyacı bitirilir. Bu reformun kardeşi olarak tarımsal üretimin artışı için planlı ekonomiye geçilirse, işte o zaman hem enflasyonun, hem dövizin düşeceği yeni bir dönem başlar.

YENİ DÜYUN-İ UMUMİYE Mİ OLACAK?

Biz domates, biber, patlıcan derken geçtiğimiz günlerde yabancı ajanslardan önemli bir haber geçti.

Bloomberg’in haberine göre Türkiye Varlık Fonu 1 milyar euroluk borçlanma için Citi Grup ve ICBC’ye yetki verdi. Böylece iki yıl önce başlamış “Varlık Fonu” sürecinde ilk defa borç alınmasına yönelik somut bir adım atılmış oldu.

Kuruluşundan beri büyük tartışmalara neden olan Türkiye Varlık Fonu’nun portföyünde devlete ait hisseleri olan THY, Ziraat ve Halk Bankaları, Türkiye Petrolleri, Botaş, Çaykur, TCDD gibi dev kurumlarla beraber birçok taşınmaz bulunuyor.

Alınan borçla ilgili akıllara gelen, acil yanıt beklenen sorular var:

1-Alınan bu kredi hangi şartlarda alındı? Karşılık olarak hangi kurum geliri ya da hisseleri gösterildi? Zira önceki açıklamalarda Varlık Fonu’nun teminat gösterip borç almayacağı söylenmişti.

2-Varlık Fonu bu parayı nerede kullanacak? Kendi bünyesindeki kurumların ıslahı için yatırım amaçlı mı? Yoksa bütçe açığı için mi kullanılacak?

Bu sorulara tatmin edici yanıtlar bekliyoruz. Aksi takdirde ‘Varlık Fonu yeni bir Düyun-i Umumiye mi oluyor?’ soruları daha güçlü sorulacaktır.