29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tarikat kültürü

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

Aydınlık’ın yayınladığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gizli tarikat raporu, tarikat- cemaat adı verilen örgütlerin açık kaynaklara dayanan bir panoramasını çiziyor. Toplu bir değerlendirmeyle bakıldığında, tarikatların açık, şeffaf ve sağlıklı toplumsal ilişkilere yapısal olarak izin vermeyen örgütler olduğu söylenebilir. Yozlaşmış ilişkiler tarikatların doğasından geliyor ve bu halleriyle toplumsal bir soruna dönüşmüş durumdadırlar.
Tarikat yapısı, işleyiş mantığı olarak “şeyh” adı verilen bir kişiye ölümüne itaati gerektiriyor. Tarikat denilen örgütün merkezinde şeyh bulunuyor. Şeyh demek, Allah ile kul arasındaki aracı demek. Bu benim iddiam değil, tarikatlar bunun böyle kabul edilmesini istiyorlar. Gazali, İmam Rabbani ve Beyazıd-ı Bistami’den, onların inşa ettiği literatürü takip eden İsmail Hakkı Bursevi’ye, Çarşamba şeyhi Mahmud Efendi’ye ve Zahid Kotku’ya kadar tarikatları haklılaştıran bütün söylemler, şeyh ile mürit arasındaki ilişkinin tam teslimiyet olması gerektiğini işliyorlar.

Tarikat kültürüne göre, şeyh, Allah’ın tüm sıfatlarının kendisinde tecelli ettiği bir varlıktır. Zikir sırasında Allah ile bağlantı (rabıta) kurabilmek için şeyhi düşünmek, onu vasıta kılmak gerekir. Aksi halde Allah ile irtibat kurulamaz. Gazali’ye göre şeyhi olmayan biri ırmak kenarında gezinen bir köre benzer. Her an başına bir musibet gelebilir. Zunnün-i Mısri, “şeyhe itaat, Allah’a itaatten daha iyidir” diyor. Bu nedenle tarikat yoksa İslam da yoktur. Müridin Kur’an okuması şart değildir. Şeyh zaten Kur’an’dır.

Tarikat kültürü, Cumhuriyet rejiminin toplumsal ilkesi ile esastan çelişir. Kendi özgür iradeleri ile kararlar verebilen, rasyonel bireylerden oluşan bir toplum ile aklını, iradesini ve hatta bedenini dini açıdan üstün olduğunu kabul ettiği bir başka bireye teslim eden kimselerden oluşan bir toplum bir arada yaşayamaz. Bu nedenle Cumhuriyet, tarikatları yasadışı ilan etti, tarikatlar da Cumhuriyet’e karşı eylemlerin yatağı olageldiler.
Tarikat kültürüne göre mürit, şeyhe aklen, manen ve bedenen tam teslim olmalıdır. Şeyhinin söylediklerini, yaptıklarını ve kendisinden yapmasını istediklerini, “dışarıda geçerli” olan akıl, izan ve namus ölçüleri gibi ölçülere vurarak değerlendiremez. Şeyh müridinden karısını, çocuklarını ya da bütün malını isteyebilir. Müride düşen şey, bütün bunlarda bir kendisinin dini cehaleti nedeniyle henüz algılayamadığı bir “keramet” olduğunu kabul ederek, istenilenleri yapmasıdır. Kişiliksizleşmeye ve onursuzlaşmaya kadar varan kula kul olma kültürü, her türlü ikiyüzlülüğün de kaynağıdır. Tarikat kültürünün damga vurduğu toplum riyakâr toplumdur. Tarikat içinde ayrı ahlaki ölçütler, tarikat dışında ayrı ahlaki ölçütlerle yaşayan bir çifte standart ahlakı, tarikat kültürünün özüdür. Sizin hırsızlık zannettiğiniz şey, tarikatın kendi iç ahlaki ölçütlerine göre “ganimet” olabilir. Örneğin FETÖ’cüler lise çağındaki gençlerin bile gelecekleri ile şifre vb. yoluyla oynarken, namussuzluk yaptıklarını değil, “Müslüman olmayanlara” karşı “cihad” yaptıklarını ve sevap kazandıklarını düşünüyorlardı.

Tarikat şeyhleri ve tarikat rantlarıyla geçinenler bir tembellik, miskinlik ve mesleksizlik kültürünü temsil ederler. Bunların önderlik ettiği bir toplumun çalışan, üreten, başı dik ve onurlu insanlardan oluşması mümkün değildir.
Tarikat kültürü topluma katı bir cinsiyetçi bölünme dayatır Köylük yerlerde köpekleri saldırganlaştırmak için hayvanın kulaklarını keserler. Kanayan yaraya doluşan pirelere ağzıyla ulaşamayan köpek çılgına döner ve saldırganlaşır. Tarikatların cinsiyetler politikası bu örnektekine benziyor. Kadınla erkeğin birbirine olağanüstü ölçülerde yabancılaştırıldığı bu kültürel ortam, tecrit edilmiş cinsiyetlerin her birinin kendi içinde sapıklaşmasına yol açtığı gibi, birbirlerine yönelik olarak da saldırganlaşmasına neden oluyor. Çoğu tarikatın ve tarikat yurtlarının cinsel sapıklıklarla dolu olmasının nedeni, kişiliksizlik düzeyindeki teslimiyete eklenmiş katı cinsiyetçi saldırganlığın, iç ve dış denetime tümüyle kapalı bir ortamda kendi cennetini yaratabiliyor olmasıdır.