25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Teknik direktör kimdir?

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Bu konu üzerine birçok kez yazdığım halde teknik direktörleri olağanüstü insanlar olarak göstermeye çalışan popüler kültürün hizmetkarları yüzünden başa dönüp duruyorum. Üç büyüklerin çekişmesinin sonunda Fenerbahçe şampiyon olunca Ersun Yanal kıymete bindi, Mancini ise işe yaramaz duruma düştü. Bu düşünce kalıbı toplumun her kesimine yayılmış durumda. Sokaktaki insan da, üniversitelerdeki öğrenciler de aynı ağızdan konuşuyor: “Fenerbahçe’yi Ersun Yanal şampiyon yaptı” ya da “Galatasaray’ı Fatih Terim Şampiyon yaptı”.

Bir teknik direktör dünyanın en iyisi olsa da, tek başına bir takımı şampiyon yapamaz. Futbol tarihinde böyle bir başarının altına imza atmış tek bir teknik direktör bile yoktur. Teknik direktörler futbolu etkileyen unsurlar içinde futbola katkı yapan en önemli halkadırlar ama tek başlarına yapacakları son derece sınırlıdır. Bu sınırlılık içine futboldaki sistemleri bulan teknik adamlar da girer. Danimarka’dan Avrupa Şampiyonu yaratıp 3-5-2 sistemini bulan Piontek Türkiye’de sıradan bir hoca konumuna düştü. Ama buna karşın 7 Mayıs Çarşamba günkü köşesinde Halit Ağabey(Deringör), bir dönem hocasız kalan Fenerbahçe’yi krampon tamircisinin şampiyon yaptığını yazdı.

Fatih Terim’in, Türkiye ölçeğinde olağanüstü sayılacak başarılara ortak olduğu Galatasaray’da tam üç kez görevine son verildi. Aynı durumu İtalya’da çalıştığı iki takımla da yaşadı. Önceki sezon o ünlü Galatasaray- Mersin İdmanyurdu maçı sırasında Galatasaray’ın üç hocası da hakem tarafından tribüne gönderildi, belki de tarihte ilk kez bir takımı masör yönetti, maç kazanıldı. Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki puan farkı üçken, Fatih Terim 9 maç ceza aldıktan sonra ara açılıp 10 puana yükseldi. Dünyanın gelmiş geçmiş önemli futbolcularının arasında gösterilen Hagi ve Rıjkaard döneminde Galatasaray’ın ne durumlara düştüğünü hepimiz biliyoruz.

Sonrasında Galatasaray Muslera, Ebuae, Ujfalisi, Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Melo, Riera gibi önemli taransferler yapıp şampiyon oldu. Söylemek istediğim özetle şudur: Teknik direktörlük futbolda önemlidir ama başarısı başkalarının ayaklarına bağlı bir uğraştır. Uğraş diyorum çünkü Türkiye’de meslek bile değildir. Ülkemizde 18 bin teknik adam var ama bir odaları, meslek birliği bile yok.

Devletle bir işiniz olduğunda antrenörlük meslek olarak kabul görmüyor. Teknik adamlar Türkiye’de abartıldığı kadar büyük işler başarmıyorlar. Teknik adamlık yılda 10 milyon lira kazanılan bir meslek olamaz. Bu ücretler ya tüketim çılgınlığına kapılan vahşi kapitalist sistemde ya da halkın dikkatlerini başka yönlere çekmek isteyen diktatörlüklerde ödenebilir. Bir ülkede futbol bu denli konuşuluyor, şiddet unsuru oluyor, ortada incir çekirdeğini dolduracak kadar futbol güzelliği olmadığı halde bir teknik adama yılda 10 milyon lira ödeniyorsa, o ülke demokrasiden nasibini almamıştır. Böyle ülkelerde takımın sadece bir parçası olan teknik direktöre üniversite öğrencileri bile “takımı şampiyon yaptı” diyebilir, demokrasi kültürünün kök saldığı ülkelerde ise asla...

NİCE YILLARA CUMHURİYET...

Gazetelere spor yazısı yazmaya başlayalı tam 30 yıl oldu. 1984’te başladığım yazı hayatımın 15 yılı Cumhuriyet’te geçti. 12 Eylül’den sonra gazetenin üzerinde duyumsanan baskılara, ekonomik sıkıntılara, ayrılıklara, Uzan’ların Cumhuriyet’i ele geçirme girişimlerine bire bir tanıklık ettim. Cağaloğlu’ndaki tarihi binanın girişindeki demir kapının önünde, hacizcilere karşı direniş günlerini hiç unutmam. Bütün bu baskılara ve zorluklara karşı Cumhuriyet gazetesi kuruluşundan bugüne değin ülkemizin kültür güncesini tutmaya devam etti. Dünyanın, ülkemizin ve basın dünyasının geçirdiği buhranlara karşılık ayakta kalmasını bildi. Her zorluk çalışanlarını ve okurlarını daha da birleştirdi. 7 Mayıs 1924 Cumhuriyet’in doğum, 7 Mayıs 2014’de 90. yaş günüdür. Doğduğum yer olan Cumhuriyet’e nice 90 yıllar dilerim...

ÜÇ FİDANIN ASILMASI ÜZERİNE...

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Savcı Baki Tuğ tarafından idamları istenen Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığındaki Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Mahkemesi’nde 16 Temmuz 1971 günü yargılanmaya başladılar. 9 Ekim 1971’de ölüm cezasına çarptırıldılar. 6 Mayıs 1972’de de, başında Süleyman Demirel’in bulunduğu hükümetin oylarıyla üç fidanın yaşamına son verildi. Ali Elverdi’nin 17 Nisan 2010’da nefes borusuna yemek kaçınca boğularak öldüğünü Mustafa Mutlu’nun yazısından öğrenince 21 Mayıs 1963’deki Talat Aydemir ihtilal girişiminden sonraki yargılama geldi aklıma.

Dayım Yüzbaşı Fevzi Bingöl’ün de İstanbul kanadından ihtilalın içinde olup idamla yargılandığı o günlerde Talat Aydemir şöyle diyor askeri yargıçlara: “O gecenin bir numaralı kahramanı olarak tanınan Kur. Yb. Ali Elverdi mahkemeye amme şahidi olarak gelmiş, kendisini hakiki bir kahraman gibi göstermek için türlü yalanlar söylüyordu. Bu meyanda benim için de şunu söyledi: ( Ali Elverdi radyoevinde mukabil anons yaparken Üsteğ. Erol Dinçer kendisini tevkif edip Harp Okulu’na getirmişti. Bütün işleri bozan ve bizim mağlup olmamızı sağlayan bu şahsa karşı o anda büyük infial vardı. Talebeler(Harp Okulu öğrencileri) çok heyecanlı vaziyette onu öldürmek istiyorlardı, ben mani oldum.

Hatta talebelerin Tomsonlarına karşı ben göğsümü dayadım. Talebelerin heyecanını ben teskin ettim. Ali Elverdi’nin hayatını o gece kurtardım. Karargahta odama aldım. Ayaklarıma kapanmış “Albayım sen bilirsin, ben durumun böyle olduğunu bilmiyordum. Ne istersen emret yapayım” diye yalvarıyordu. İşte bu şahsiyetsiz insan mahkemede ifade verirken bana iftira ederek) kendisine odada tabanca çektiğimi iddia ediyordu. Ben hayatımda kimseye tabanca çekmedim. Hele o gece tabanca kullanmaya ihtiyacım olmadığını herkes bilir. Etrafımda ateş gibi Harbiyelilerden tomsonlu muhafızlarım vardı...”(Hatıratım, Albay Talat Aydemir. Yapı Kredi Yayınları sayfa 167, 1. Baskı İstanbul 2010 Mayıs)