29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

31 Mart İsyanı

Prof. Dr. Oğuz Aytepe yazdı

31 Mart İsyanı

108. yılında yeniden gözden geçirdiğimiz 31 Mart isyanı tarihimizin karanlık safhalarından biridir. Tarihimizde rejime karşı yapılan ilk gerici isyan 31 Mart 1325/13 Nisan 1909’da Rumeli’den İstanbul’a getirilip Taşkışla’ya yerleştirilen 4. Avcı Taburu tarafından başlatılmıştır. Rejime, yenileşme ve ilerlemeye yönelik hareket günümüzde de hissettiğimiz bir olaydır. Askeri bir isyan olarak başlamasına rağmen, softaların da katılımı ve propagandası ile dini bir hal almıştır. On üç gün süren isyan Hareket Ordusu tarafından bastırılmış ancak çok kan akıtılmıştır.

Büyük umutlarla 10 Temmuz 1324/23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet, beklenen huzur ve çağdaşlaşmayı sağlayamamış fakat yeni bir siyasal yapılanmayla beraber yeni bir zihniyet getirmiştir. Bu zihniyet, bu dönemden ve uygulamalardan rahatsızlık duyan ve memnun olmayan bir kesim ortaya çıkartmış, bu da hoşnutsuzlukların giderek artmasına neden olmuştur. Bunda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin uygulamalarının önemli etkisi olmuştur. İttihatçılar, II. Meşrutiyetin ilanından sonra, II. Abdülhamid’in halline kadar hükümet kurmayıp, hükümetleri yönlendirmek ve sorumluluğu üzerine almadan iktidarı elde tutmak istemiştir.[1] İttihat ve Terakki Cemiyeti genel merkezinin yaptığı hatalar sonucu Avusturya 3 Kasım 1908’de Bosna Hersek’i ülkesine kattığını, Girit ise Yunanistan’a katıldığını ilan etmişti. Bulgaristan 5 Kasım 1908’de istiklâlini ilan etmişti. Mebusan Meclisi’nde meşrutiyet esaslarına aykırı olarak Kâmil Paşa yerine Hilmi Paşa sadrazam yapılmıştı. Artık İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalefet edenler susturuluyor ve tehdide uğruyordu. Susmayan ve tehdidi dikkate almayanlar öldürülmeye başlanmıştı. Yurtsever gazeteci Hasan Fehmi Bey Köprü üstünde katledilmiş ve idealleri uğruna kurban gitmişti.[2] İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından biri olan İbrahim Temo Bey de aynı muamele ile karşılaşmış, kurduğu Osmanlı Demokrat Fırkası ile yayımladığı gazeteleri kapatarak Romanya’ya dönmüştü. İzmir’de yayımlanan Hizmet gazetesinde Şair Hüseyin Rifat Bey’in yazıları da hoşa gitmediğinden tehdit edilmişti.[3] Oysa Hüseyin Rifat Bey İttihat ve Terakki’nin İzmir şubesine daha II. Abdülhamid döneminde katılmış ve Manastır’a gönderilen askerler arasında rol oynamış inkılâpçılardandı.

O sıralarda bu gibi saldırı ve baskılar doğal durumlardan sayılır olmuştu. Manastır’da yayımlanan Neyyiri Hakikat gazetesi, Selanik’te yayımlanan Silahçı Tahsin’in Süngü, Bomba gibi anlamsız yayımları cemiyet adına herkese saldırıyor ve her tarafa yıldırımlar yağdırıyordu.[4]

31 Mart isyanını hazırlayan nedenlerden biri ordudaki hoşnutsuzluktu. Bu hoşnutsuzluk Hürriyetin ilanı ile orduya hakim olan Harbiye Mektebi mezunu subayların kurmaya çalıştıkları yeni düzenden ileri geliyordu. Bunlar Harbiye mezunu olmayan alaylı denilen subayların ordudaki sayı ve rollerini azaltmak için teşebbüse geçtiler. Ordudan 1400 alaylı subay kadro dışına çıkarıldı.[5] Tasfiye hareketi yalnız alaylı subaylar arasında hoşnutsuzluk doğurmakla kalmadı, ayrıca orduda kalıp subay olmak isteyen erbaşları da tedirgin etti. Er ve erbaşların diğer bir şikayeti de, yeni düzende talimlerin çok sıkı tutulması ve kışlalarda Harbiyeli subayların beğendikleri sert Prusya disiplininin uygulanmasıydı. Asker bu bakımdan şikayetlerine dini bir biçim verebilmişti: Askere göre, yeni düzenin sıkılığı yüzünden namaz ve hamam gibi dini ihtiyaçları görülemez olmuştu. Bu durumda mağdur olan bazı alaylıların veya askerle hemşehri olan bazı medrese talebelerinin askeri İttihat ve Terakki aleyhinde kışkırtmaları kolay oluyordu. Üstelik genç ve küçük rütbeli subayların Hürriyetin ilanından önce kıdemli subaylara karşı ayaklanarak orduya hakim olmaları, ordudaki hiyerarşi anlayışını sarstığı için, askere kötü bir örnek olmuştu.[6]

Bu sırada (Eylül 1908) Prens Sabahattin “Ademi Merkeziyet” propagandalarına başlamış, Mizan Gazetesinde milli duyguları tahrik etmeye ve heyecanlı yazılar yazarak; okul programlarından din derslerinin kaldırılacağını, Hristiyanlardan asker alınırsa, kışlalarda ve askeri okullarda kiliseler kurulacağını belirtiyordu.[7]

İstabul’daki huzursuz ortamda toplanan din öğrencileri Anayasa’nın kaldırılmasını istemeye başladılar. Askerler de subaylarından destek alarak kışlalarında isyan hazırlıklarına başladılar. Dini liderlerin etkisinde pek çok esnaf ve işçi de giderek artan bir heyecanla Şeriat’ın tehlikede olduğundan ve bir Hristiyan egemenliğinden bahsetmeye başladılar.[8]

Bu muhalefeti karşı ihtilal çabasına dönüştüren Hafız Derviş Vahdeti, Kasım 1908’de Volkan gazetesini yayımlayarak hükümetin laikliğine ve azınlıklarla yabancı devlet temsilcilerinin etkinliklerine güçlü bir muhalefet yaparak İslamcı bir cereyan başlattı. Kısa bir süre sonra anayasanın yerine şeriatı getirerek imparatorluğu kurtarmak ve modernleşmek için İslamlığı kullanacak olan İttihadı Muhammedi Cemiyetini kurdu. Cemiyet ilk toplantısını Ayasofya Camiinde yaptı. Vahdeti, Müslüman olmayanlar gibi örgütlenme hakları olduğunu söyleyerek, kalabalığı laikliğe karşı eyleme çağırdı.[9]

Hükümetin gergin ortama karşı etkili önlemler almaması, meşrutiyete yönelik genel hoşnutsuzluğun giderek artması sonucu gerici bir isyanın doğal ortamı oluşmuştur. Nitekim 31 Mart 1325/13 Nisan 1909’da sabaha karşı Rumeli’den “nigehban-ı meşrutiyet” adıyla getirilen ve Taşkışla’da bulunan 4. Avcı Taburu başlarındaki subayları hapsederek silah ve cephaneleri alarak isyan etmişlerdir. Başlarında isyanı yönlendiren Hamdi Çavuş ve birkaç yüz asker Ayasofya meydanına doğru yürüyüşe geçmişler ve Meclisi Mebusanı kuşatmışlardı.[10] İsyancı askerler yollarda “şeriat isteyen meydana toplansun, istemeyenler dışarıda kalsun” çağrılarında bulunarak halktan kendilerine yoldaş toplamışlar, kısa sürede sayıları üç bini bulan asilere ulema ve din öğrencileri de cübbeleriyle katılmışlardı. Derviş Vahdeti hoca kıyafetinde ve elinde yeşil bayrakla askere şeriat üzerine nutuklar söyleyerek hareketin boyutlarını genişletmeye çalışmıştır.[11] Ayrıca er kıyafetine bürünmüş kadro dışına çıkarılmış bazı “ümera ve subaylar” isyanı askeri yönden sevk ve idare etmiştir.[12] İstanbul’un güvenliğini sağlamak üzere sokaklarda askerler polislerle birlikte devriye gezmeye başladılar.[13] Azınlıkların ve yabancıların mallarına ve canlarına dokunulmayacağına dair güvence verildi. Yabancı elçiliklerin kapılarına nöbetçi koyarak olaylara karşı önlem alındı.[14]

Ayasofya Meydanı’nda toplanan isyancılar rastgele ateş açmışlar; Meclisi Mebusan önünde, Meclisi Mebusan Reisi Ahmet Rıza’ya benzetilen Adliye Nazırı Nazım Paşa ve İttihatçı Hüseyin Cahit Bey’e benzetilen Lazkiye Mebusu Arslan Bey öldürülmüşlerdi.[15] Bunları üç mektepli subay, bir kâtip ve Şerif Sadık Paşa ile uşağının öldürülmeleri izlemiştir. İsyancıların başlangıçta İstanbul halkına karşı sergiledikleri zoraki yumuşak tavır zaman geçtikçe yerini dehşetli bir teröre bırakmıştır. Çok sayıda insan kurşunlara hedef olarak ölmüş ya da yaralanmıştır. Bu vahşi ortamda ele geçirilen mektepli subaylar vahşice katledilmiş, köprü üzerinde öldürülen bir mektepli subayın cesedi 24 saat orada bırakılmıştır.[16] İttihatçıların evleri tebeşirle işaretlenerek onlara korku dolu anlar yaşatılmıştır.[17]

İsyancılar isteklerinin hükümete iletilmesi için Şeyhülislam Ziya Efendi’yi aracı yapmışlar ancak istekleri, isyanda siyasi beklentiler içinde olanları tatmin etmemiştir. Baştan beri isyanın içinde olan Ahrar partisi ve Prens Sabahattin olaydan yararlanmaya çalışmıştır.[18]

II.Abdülhamid hafiyelerin getirdiği bilgileri değerlendirerek bir olayın çıkacağını tahmin etmiş, ancak bir önlem almamıştır. İsyancı askerlerin İstanbul caddelerinde Yıldız kaynaklı Osmanlı ve İngiliz altınlarını bozdurarak faytonlarda gezmeleri, lokantalarda ve birahanelerde gönüllerince masraf etmeleri, kamuoyunda Padişahın isyanda parmağı olduğu izlenimini doğurmuştur. Olay günü Padişahın gelişen askeri olaylardan duyduğu endişe, aldığı özel bilgilerle ferahlamasına neden olmuş ve isyanın aldığı şekilden memnun olduğunu göstermiştir.[19] II.Abdülhamid’in isyandaki liderliği tam olarak kanıtlanmamakla birlikte gerekli önlemleri almadığı, yalnız kendi siyasi geleceğini düşündüğü açıktır.

İsyanın ilk günü asiler İstanbul’a tamamen egemen olmuşlar, muhalif gruplar ise isyanı kendi siyasi beklentilerine yanıt verecek şekilde sahiplenip yönlendirmeye çalışmışlardır. Saray, hükümet ve askeri otorite tam bir acizlik içinde, adeta isyancılara teslim olmuştur.

Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da oluşan otorite boşluğu, dinsel muhalefet ve siyasal çatışmalar taşrada da kendisini göstermiş ve taşrada ilk isyan Bursa’da yaşanmıştır. İstanbul’a yakın olması ve İttihadı Muhammedi Cemiyeti’nin burada şubeler açarak halkı örgütlemesi isyanın çıkmasında önemli rol oynamıştır. İstanbul’dan Bursa’ya gönderilen bir miktar asker olayların yayılmadan bastırılmasını sağlamıştır.[20] Erzurum’da, 4. Ordu bölgesinde ve Ordunun merkezi olan Erzincan’da da askeri bir isyan baş göstermiş ancak kısa sürede isyancılar etkisiz hale getirilmiştir.[21] İstanbul’da yakılan isyan ateşi Arap vilayetlerinde de etkisini göstermiş, Şam’da, Akka’da, Nablus’da İttihatçılar aleyhinde gösteriler yapılmıştır.

Hükümet otoritesinin taşrada çok zayıf olması, ülkede etnik sorunların belirginleşmesine neden olmuş, Adana’da Ermeniler 31 Mart isyanını fırsat sayarak isyan etmişlerdir. İsyan bastırılmış ancak, İttihatçıların “ittihadı anasır” politikasına büyük bir darbe vurmuştur.

31 Mart isyanının yarattığı yeni siyasal dengelerden güç alan taşradaki muhalif unsurlar, kendilerini çeşitli eylemlerle ifade etmişlerdir. Hükümete ve İttihatçılara karşı olan bu hareketler, siyasal bilinçten yoksun geniş halk kitlelerini harekete geçiremediği için çabuk bastırılmışlardır.

İstanbul’da giderek daha kanlı hale gelen isyan İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi ve 3. Ordunun merkezi Selanik’te ahali ve ordu fevkalade heyecana gelmiş, Mahmut Şevket Paşa başkanlığında askeri kulüpte yapılan toplantıda isyana karşı geliştirilecek askeri tavır bütün boyutlarıyla tartışılmıştı. Toplantıda İstanbul’a bir askeri gücün gönderilmesi katılanların ortak kararı olmuştu.

Görüşmeler sonunda bir ordunun hazırlanmasına ve bu ordunun komutanlığına Hüseyin Hüsnü Paşa’nın, Erkânı Harbiye Başkanlığı’na ise Mustafa Kemal’in getirilmesi uygun bulunmuştu. Ordu hızla hazırlanmış, stratejik bir konumda olan Edirne’deki 2. Ordu komutanı Salih Paşa ile görüşülerek, “Hareket Ordusu”[22] adındaki bir kuvvetin tertip ve sevkine karar verilmişti. Edirne’den Şevket Turgut Paşa komutasındaki bir tümenin Selanik’teki kuvvetlere yardımcı olmak üzere harekete katılması sağlanmıştı. Mahmut Şevket Paşa’nın Erkânıharbiyesinde Mustafa Kemal Bey, Şevket Turgut Paşa’nın Erkânıharbiyesinde Kâzım Karabekir Bey bulunuyordu.[23]

İki ordu hızla hazırlanarak trenle İstanbul’a gönderildi. Binbaşı Muhtar Bey komutasındaki birlik ile Edirne’den hareket eden Kazım Karabekir iki taburuyla Çatalca’ya hareket ederek bu askeri kuvvetle birleşti.[24]

Hareket Ordusu’nun ilerleyişi İstanbul halkını ve hükümeti heyecana sürüklemişti. Bu nedenle gönderilen nasihat heyetlerinin Hareket Ordusu’nun Çatalca’da kalması girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Gönüllülerle sayısı hızla artan Hareket Ordusu’nun miktarı 18 Nisan 1909’da on beş bine ulaşmıştı.[25] İyice kuvvetlenen Hareket Ordusu kuvvetleri Küçük Çekmece’ye kaydırılmış, iki gün sonra Jandarma müfrezesi Ayastefenos istasyonunu işgal ederek İstanbul’u sıkıştırmaya başlamıştır. Hareket Ordusu, isyancılara Ahmet İzzet Paşa aracılığıyla gönderdiği mesajda; Hareket Ordusu’nun Ayastefanos önlerine geldiği, tutuklu subayların hemen bırakılması, alınacak önlemlere kesinlikle karışılmaması ve siyasi işlere karışmayacaklarına dair Şeyhülislam ve ders vekili huzurunda yemin etmeleri istenmiştir.[26]

Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi istekleri uyarınca Hareket Ordusu yönetimini Hüseyin Hüsnü Paşa’dan devralan Mahmut Şevket Paşa hükümetten bütün önlemleri almalarını, isteklerinin kabul edilmemesi halinde sorumluluğun kendisinde olmayacağını açıkça bildirmişti.[27] Hareket Ordusu’nun isteklerini yerine getiremeyen hükümetle ilişkiler koparılmış ve İstanbul’a giriş planları uygulamaya konmuştu. 22 Nisan 1909’da hazırlığını tamamlayan Hareket Ordusu, donanmadaki subay ve askerlerin de desteğini alarak iyice güçlenmiş ve Mahmut Şevket Paşa İstanbul’un içlerine ilerleme emri vermiştir. Kısa bir süre içinde Birinci Fırka Kalfaköy’den Boğaziçi’ne kadar, İkinci Fırka ise Ayastefanos’tan Sirkeci’ye kadar olan bölgeyi kontrol altına almışlardır.[28] Harbiye Mektebi öğrencileri Hareket Ordusu’na katılarak, aralarında iki bölük oluşturmuş, bir bölük elçiliklerin korunmasını üstlenirken diğeri Taksim Kışlası’na yapılan saldırıda yer almıştır.[29]

Hareket Ordusu şiddetli çatışmalardan sonra isyancıların güçlü olduğu Babıâli, Taksim ve Taşkışla bölgelerini ele geçirmiş, kontrolleri altına alınan sokaklarda jandarma birliklerini devriye gezdirmişlerdir.[30]

Mahmut Şevket Paşa’nın İstanbul’un ele geçirilmesinde en hassas davrandığı yer Yıldız Sarayı olmuş, askeri planlar uyarınca Topağacı ve Nişantaşı semtlerine ağır toplar yerleştirilmiştir. Yıldız Sarayı kuşatılarak bir çatışmaya meydan vermeden teslim alınmıştır. Böylece 24 Nisan 1909’da Anadolu yakasındaki Üsküdar Selimiye Kışlası dışındaki bütün İstanbul, Hareket Ordusu denetimine girmiştir.

Hareket Ordusu çalışmalarını kolaylaştıracak önlemlerin alınmasından sonra, İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunan isyancı askerler tren ve Garb adlı bir buharlı gemiyle Selanik’e gönderilmişlerdir.[31] İsyancıların on gün egemen oldukları kentte asayişi sağlaması yeterli olmamış, İzmit ve Çatalca Sancaklarında örfi idare ilan edilerek daha etkin çalışma koşulları sağlanmıştır.

İsyanın bastırılmasından sonra, kamuoyu ve basında II.Abdülhamid aleyhinde propagandalar daha da artmış, bazı gazeteler Padişahı Neron’a benzeterek tahttan indirilmesinin kaçınılmaz olduğunu yazmıştır.[32] Padişahın hal’ fetvası Meclis’in ulema kökenli milletvekillerinden Elmalılı Hamdi tarafından kaleme alınmış ve Şeyhülislam Ziyaettin Efendi tarafından imzalanmıştır. Meclis’te okutularak oylamaya sunulan fetva oybirliğiyle kabul edilmiştir.[33] II. Abdülhamid’in 33 yıl süren iktidarına son veren Meclisi Umumi Veliaht V. Mehmet Reşat’ı, V. Mehmet adıyla oybirliği ile padişah ilan etmiştir.

Hal’edilen II.Abdulhamid, durumu kabul ettiğini, gelişmelerden kendisinin sorumlu olmadığını, Çırağan Sarayı’nda kalmak istediğini belirtmişse de İstanbul’da muhalefetin çekim merkezi olur gerekçesiyle Selanik’e sürgün edilmesi uygun görülmüş, kısa bir süre sonra özel bir trenle sessizce Selanik’e gönderilmiştir.[34]

Hareket Ordusu isyanı bastırmış, Örfi idare ilan edilmiş ve ülkede asayiş sağlanmıştı. Oluşturulan Divanı Harb çalışmalarına başlamış ve isyanda dolaylı ya da doğrudan katkısı olan kişiler tutuklanmaya başlamıştır.[35] Önce isyana önderlik eden Dördüncü Avcı taburunun erbaşları cezalandırılarak; ibret alınması için beşi Ayasofya’da, üçü Köprü’de diğer beşi de Bayazıt’ta infaz edilmiştir.[36] Yıldız’da, Padişahın gözleri önünde öldürülen Ali Kabuli Bey’in katilleri 12 Mayıs’ta idam edilmişlerdir.[37]

Divanı Harbler, meşrutiyetin ilanından sonra yapılması gereken tasfiye hareketini gerçekleştirmiş, birçok kişi yargılanarak süresiz sürgüne gönderilmiş, yeni yönetime güven aşılanmıştır.[38] İsyan öncesi ve sırasında muhalif basın mensupları yargılanarak bir kısmı idama, bir kısmı da sürgün cezasına çarptırılmıştır. Muhalifler bu yöntemle sindirilmiş ve siyasal etkinlikleri yok edilmeye çalışılmıştır.

Hareket Ordusu’nun isyanı bastırarak rejimi tehdit eden unsurları tasfiye etmeye başlaması Mahmut Şevket Paşa’ya büyük bir güç kazandırmış, kendisine Birinci, İkinci ve Üçüncü Ordular Kıtaları Genel Askeri Müfettişi unvanı verilmiştir. Daha sonra Harbiye Nazırı olan Mahmut Şevket Paşa, çok eleştirilmesine rağmen kabinelerin aranan Harbiye Nazırı olacaktır.

II. Meşrutiyetin ilanından sonra 31 Mart isyanına değin İstanbul’da sekiz ayaklanma gerçekleşmiş fakat bunlar büyümeden bastırılmıştır.[39] İsyan sırasında Hareket Ordusu’ndan 49 kişi ölmüş, 82 kişi yaralanmıştır. İsyancı birliklerde ise 230 ölü, 475 yaralı olmuştur. Divanı Harp yargılamaları sonucu birçok kişi idam edilmiş, birçoğu da bir daha dönmemek üzere sürgün edilmiştir. 31 Mart isyanının günümüze uzanan siyasi ve askeri tahripleri derin olmuştur.

DİPNOTLAR

[1] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “1908 Yılında Meşrutiyetin Ne Suretle İlan Edildiğine Dair Vesikalar”, Belleten, Cilt 20, Sayı 77, Ocak 1956, s.148 v.d.

[2] Ahmed Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihad Terakki, Tan Matbaası, İstanbul: 1946, s.252-253.

[3] Ahmed Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Milli Mücadele, Baha Matbaası, İstanbul: 1956, s.461.

[4] Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yay., İstanbul: 2000, s.338.

[5] Ordudan tasfiye edilen bütün subay ve ümeranın listesi Özel Arşivimizde bulunmaktadır. Tasfiye bütün boyutlarıyla yayımlanacaktır.

[6] Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitabevi, İstanbul: 1987, s.121.

[7] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, III. Cilt, 6ncı Kısım (1908-1920) 1nci Kitap, (Haz. Em. Gn.Selahattin Karatamu), Gnkur. Basımevi, Ankara: 1971, s.62.

[8] Stanford j. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul: 1983, s.338.

[9] Stanford J. Shaw, a.g.e, s.338.

[10] Ahmet Bedevi Kuran, “31 Mart Hadisesi Nasıl Oldu”, Tarih Dünyası, Cilt 2, Sayı 13, (15 Ekim 1950), s.558. Özel Arşivimizde bulunan isyancıların ilk toplandıkları Ayasofya Meydanı Eklerde gösterilmiştir.

[11] Ahmet Refik, 11 Nisan İnkılâbı, İstanbul: 1325, s.36.

[12] 31 Mart 1325/ 1909 İrtica Hareketi Hakkında Sıkıyönetim Mahkemesi’nin Raporu, Bkz. Celal Bayar, Ben de Yazdım. Milli Mücadeleye Gidiş, Cilt 1, Baha Matbaası, İstanbul: 1966, s.401.

[13] Sina Akşin, Şeriatçı Bir Ayaklanma, 31 Mart Olayı, İmge Kitabevi, İstanbul: 1994, s.44.

[14] Ecvet Güresin, 31 Mart isyanı, Habora Kitabevi, İstanbul: 1969, s.45.

[15] Süleyman Kâni İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, (Haz:Osman Selim Kocahanoğlu), Bayrak Matbaacılık, İstanbul: 2003, s.164.

[16] Ecvet Güresin, a.g.e., s.51.

[17] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt IX, TTK Yay., Ankara: 1999, s.91.

[18] Mevlanzade Rifat’ın Anıları, (Haz: Metin Martı), Arma Yay., İstanbul: 1992, s.38.

[19] Son Vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, II, Meşrutiyet Olayları (1908-1909), (Haz. Bayram Koda- man-Mehmed Ali Ünal), TTK Yay. Ankara: 1996, s.178.

[20] Celal Bayar, a.g.e., Cilt,II, s.354.

[21] Bkz, Alpaslan Orhun, “Erzurum ve Erzincan’da 31 Mart Olayı İle İlgili Ayaklanmalar ve Bastırılışları”, Askeri Tarih Semineri, Gnkur Yay. Ankara: 1985, s.96 vd.

[22] “Hareket Ordusu”nun ismi Mustafa Kemal tarafından verilmişti. Bkz, Celal Bayar, a.g.e, Cilt,I, s.214.

[23] İsmet İnönü, Hatıralar, 1. Kitap, Bilgi Yay., Ankara: 1983, s.52.

[24] Kâzım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti (1896-1909), Emre Yay., İstanbul: 1993, s.447-448.

[25] Mahmud Şevket Paşa, Mücahidi Hürriyet Mahmud Şevket Paşa ve Hareket Ordusu, Matbaai Artin Asaduryan ve Mahdumları, İstanbul: 1327, s.14.

[26] Zekeriya Türkmen, Osmanlı Meşrutiyetinde Ordu-Siyaset Çatışması, İstanbul: 1993, s.58.

[27] Celal Bayar, a.g.e., Cilt, 2, s.610.

[28] Zekeriya Türkmen, a.g.e., s.83.

[29] Ahmet Bedevi Kuran, Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücadelesi, Çeltüt Matbaası, İstanbul, t.y, s.154-155. Özel Arşivimizde bulunan, İngiliz ve Fransız elçilik binalarının Harbiyeli öğrenciler tarafından nasıl korunduğunu gösteren fotoğraflar Eklerde gösterilmiştir.

[30] Yunus Nadi, a.g.e, s.202.

[31] Son Vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, II, s.129.

[32] İkdam, 11 Nisan 1325, No:5357.

[33] Son Vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, s.23.

[34] İdris Bostan, “II. Abdülhamid’in Selanik’te Korunması ve Alatini Köşkü”, Tarih ve Toplum, Cilt 7, Sayı 160, (Nisan 1977), s.24-25.

[35] Osman Selim Kocahanoğlu, 31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamid, Temel Yay., İstanbul: 2009, s.428 vd.

[36] Sabah, 21 Nisan 1325, No:7042.

[37] Sabah, 29 Nisan 1325, No:7050; İsmet İnönü, a.g.e., s.52.

[38] Son Vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, s.216.

[39] Mahir Said Pekmen, 31 Mart Hatıraları, İsyan Günlerinde Bir Muhalif, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara: 2013, s.100.

Teori, sayı: 326, Mart 2017

Son Dakika Haberleri