25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Terk etsin buseler açtığı yaraları bırak zulmeden bağlasın karaları!

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Havadaki gri pus, gözlerden dökülen hüzün kader azap ve ıstırap vericiydi o sabah!..

Hazana sarılmış bir sabahın kül rengine dönmüş öksüzlüğü vardı sanki gökyüzünde...

İnsanı yokluklara köle eden bir mevsimin son deminde, acı bir tat bırakıyordu narin özlemler... Ve güzelliklerin her karesinden sevda düşüyordu sararmış kağıda;

-  Hasret, hançer düşmüşçesine acı çektirir zamana!..

-  Yılanlar zehirlerse gafleti, anılar hapsolur dumana!.. 

Evet; idam fermanına boyun eğmişçesine baş konulan sevdaların, ecel gelmişçesine öldüğü gündü o sabah!...

Ve nedense, zulmeden bir insafsızlığın sanki son infazıydı hissettiklerim!..

ACININ MOR RENGİ!..

Sen bilmezsin içimde kopan fırtınayı yar... O sabah erken saatlerde, bağrından vurulmuş ceylanlar gibi sarsılarak uyandığımda, “Kader yeni bir sayfa mı açıyor” dedim içimden?..

Uyku mahmurluğunda, anasız kalmış sabiler gibi şaşkınlık ve çaresizlik vardı insaftan kaçınmayan yüzümde... Düşleri yarım kalmış çocuklar gibi hüzünlendiğimde, boşa akan nehirler gibi savrulmak istedim o sabah!..

- İçimde alkış çalan çocuk yaşlanmıştı, çünkü şanssızdım...

- Yelkeni parçalanmış tekneler gibi artık ben de yalnızdım...

Söyle yar; Neydi beni acının mor renginde sarsan uyanışım?.. Yoksa radyoda çalan o zalim türkü mü dürttü hüzünleri mi?..

O türkünün pusulasını arayan şu sözleri neyi haber veriyordu ki bana;

-  Derdimi kimlere desem/ başım alıp nere gitsem?..

GAZELİ ANDIRAN MISRA!..

İnsanın yüreğini hançereyle ezen o pervasız nağmeler, sabahın ilk ışıklarını bile efkarla kararttı sanki!..

Kimi zaman, yaşam sevinçlerle geçerken en ağır hoyratlar ninni gibi gelir ya insana, o sabah belki çok sıradan bir türkü geleceğimi de yazmıştı!..

Ne kadar da acı verdi kahreden insafsız notalar yar?.. Ne kadar da yaraladı, gazeli andıran zalim mısralar?..

Düşündüm türkünün sabrıma işkence yapan nağmeleriyle sarsılırken; pikapta bıkmışçasına dönen bir eski plak mıydı merhamet?..

- Peki, çaresizlik, yaşamın her anını insafsızca öğüten kapkara bir değirmen taşı mı?..

- Söyle yar, gözlerimden akan ağıt mıydı, pas renginde garip kalmış gözyaşı mı?..

PUSUDA DURAN HÜZÜN!..

Sabaha direndim apansız... “Ayakta dur” dedim kendi kendime, ayaklarının altından çekilirken taşlar...  “Dur” dedim “ayakta”, “dur ki”;

- Yaşam, teninden buruk sular gibi akıp gitmesin...

- Ve ne dost, ne de düşmanlar gülüp geçmesin...

Sonra irademi baston, azmimi moral yaptım da kalktım ayağa yar...

Kapadım radyoyu, hazanın sis perdesini üzerime çekercesine...

Pusuda duran hüzünlerimi silkelemek istedim pencereden, sahibine gitmesini istercesine...

“İyisi mi” dedim, “yaşama pusu kuran efkara çelme tak bu sabah...”

Tak ki çelmeyi, vurulmayasın gafilce/ utansın sinsilik, diz çökmeye gelince!..

UMUTSUZ NEHİRLER GİBİ!..

Kahverenginin mırra tadı bırakan acımtırak gizeminde, kulağımda insafsızca dönen nağmeleri kaçak bir çayın dumanında kaybetmek istedim!.. “Düşsün” dedim yakamdan hüzün, kahrolsun efkar ve dağılsın benliğimi sabahın köründe azaba bulaştıran hazan!..

“Gitsin” dedim başımdan özlemlerim, göçe mecbur kalmış kırlangıçlar gibi...

“Aksın” içimden dedim, umutsuz nehirlerin kirlenmiş dibi!...

Sonra başka nağmeler de yapıştı dudaklarıma, imdada yetişen nefeslerden can alırcasına;

-  Terk etsin tenimdeki buseler açtığı yaraları...

-  Dünya dönüyor, bırak zulmeden bağlasın karaları!...

TUZAKTAKİ SİSLİ HAVA!..

Böyle işte yar... Telleri kopmuş sazlar gibi, özlemi kaybolmuş nazlar gibiydi o sabah... Kör bir uyanışın sarhoş zamanlarında çırpınıp durdum ama ayaktayım sonunda...

Ayaktayım ya; sen sen ol, gözlerime nakşolmuş sabahlardan ders al her zaman... Ders al ki;

- Uyanmaya gör hazana teslim olmuş puslu sabahlarda...

- Kalkmaya gör, şansın yakanı bıraktığı masum anlarda...

Evet; yaşamın en küçük zerresine tutunmayı öğretti o sabah bana... Tuzağına düşmedim; kaçtım sisli havadan, kaçtım efkardan, zindana çeken kangrenleşmiş yaradan... 

Ve yaşamın gerisinde; fotoğrafları duvara çakan dikenler kanatsa da yüreğimi, nihayet yıkılmadım zamandan... Dedim ki içimden;

Yaşam zulmetse de inanma hiç bir yalana... Kök söktürse kalbine, uğrasan da talana...

Boş ver, boyun eğme canından can alana...

Gafil kendini vurur, acı geride kalana...