25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türk edebiyatında reset olayı

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Özdemir İnce, son okuduğumuz yazısını, şöyle bitiriyor: “Türk edebiyatında görmemek, duymamak ve susmak en etkili suikast tarzıdır. ... // ... 80’li, 90’lı yıllarda kaleme alınmış Mevsimlik Yazılar’ı okurken kendimle gurur duyduğumu saklamayacağım. Bütün önyargılara, üfürük ve hurafelere karşı savaş açmışım. Düşman kazanma sanatında başarıdan başarıya koşmuşum. Ne mutlu bana!” (Cumhuriyet, 09.10.20)

Attilâ İlhan da henüz gençlik yıllarında, özellikle dilinden düşürmediği o ünlü Fransa dönüşünde, Türk düşünce ve edebiyatının Batı özentili oluşunu, cehaletini durmadan didiklemiş, yazdıklarına sessiz kalınınca hemen her eleştirisine, “bunların tek bildikleri sükût komplosudur” yargısını eklemişti.

'ŞİİRE TABU OLUŞTURMAK'

Özdemir İnce, yazısına, Eksik Parça Yayınlarında yeni basımı yapılan Mevsimsiz Yazılar kitabından bir alıntıyla çok çarpıcı ve nihilist yargılar taşıyor:

“... şiir kuramlarıyla ilgilenen bir yazar olarak bir cehaletsavar rolü üstlendiysem, bunun nedeni gençlik yıllarımda tanık olup başkaldırdığım kabile töresidir; ‘Tekkeyi bekleyen çorbayı içer’ ve ‘Sıranı bekle!’ anlayışıdır. ... // ... Türk şiirinin egemen tabularını hiçbir zaman, hayatımın hiçbir döneminde kabul etmedim; gücümün yettiği andan başlayarak tabu oluşturmadım, tabuların oluşmasına katkıda bulunmadım. Ama tabulara karşı çıktım, onları yıkmaya çalıştım. Şunu kesinlikle söyleyebilirim: Yazınsal yaratının hiçbir uzlaşma kaldıramayacağını Mersin’de on yedi - on sekiz yaşımda kendi kendime öğrendim. Kimseden, yani Türkiye’de kimseden öğrenmedim.”

Ne bu acelen? Hakkında ne söylendiğini yaşarken işitmek çok mu önemli? Keşfettiğin hakikatin gün gelip yüzyıllarca dillere destan olması az şey mi? demeden, söylediklerini anlamaya çalışalım. Ama önce, İnce’nin çok titiz olduğu Türkçe konusunda bir anımsatma: Türkçede, “...gücümün yettiği andan başlayarak tabu oluşturmadım,” gibi bir anlatım yoktur. Yine, “tabuların oluşmasına katkıda bulunmadım” da denmez. Çünkü istenmeyen, dahası zararlı sayılan bir şey “katkı” olarak nitelenemez.

BİLMİYORLAR AMA YAPIYORLAR

Türkçenin ve Türk şiirinin kurucu şairi Yunus Emre, Taptuk’un kapısında ve tapusunda kul olup ona taparak, Şeyh Galip’se Mevlânâ’yı molla belleyip ayrı söylemeyi becererek geleneğe katılmışlardır. Türk şiirine en köklü karşı çıkışı gerçekleştiren Nâzım Hikmet, geleneğe Fikret’in asi duruşundan ve yenilikçiliğinden esinle katılmıştır. Dağlarca, Attilâ İlhan, Garip ya da İkinci Yeni de öyle... Başka deyişle, Özdemir İnce’ye kadar eski ve yeni bütün Türk şairleri, “bilmeden yaparak” gelenekte kendilerine yer açmışlardır. İnce’nin kuramsal bağlamda, “bilmiyorlar ama yapıyorlar” anlamına gelen saptamalarınınsa şiir geleneğimiz içinde şimdilik dönüştürücü bir anlam edinemediği söylenebilir. Hatırlardadır: Taormina’yla postmoderne açılan Hilmi Yavuz da, 1980’lerin sonlarında, “Türk şiirini onardığı” savıyla atağa geçmişti.

Bir belirleme: Dağlarca, sanırım onu eski bir olaydan ötürü cezalandırarak Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’nde yer almak istemeyince, Memet Fuat seçtiği şiirlerin adlarını vererek şairi geleneğin içinde saymıştır. Ardından Ahmet Necdet, Dağlarca’dan şiirlerini Modern Türk Şiiri’ne koyma iznini koparmıştır. Ataol Behramoğlu, Büyük Türk Şiiri Antolojisi’nde; Refik Durbaş ve Abdullah Özkan, Cumhuriyet’ten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi’nde geleneği yeniliğe açmayı sürdürürken, ilk kez Mehmet H. Doğan, Yüzyılın Türk Şiiri’nde geleneğimize reset atarak onu yeniden formatlamıştır. Elbette Ahmet Necdet, Nihat Behram, Seyyit Nezir ve nice şairi geleneğin dışına atmasına kimileri susarken birileri de elini ovuşturup Doğan’ı övgüye boğsa da, Roni Margulies ve başka bazıları kınayıp antolojinin sonraki basımlarından şiirlerini çektiklerini açıklamışlardı.

SAPINA KADAR POSTMODERN

Geleneğin yadsınarak herhalde eksiksiz kuramsal bilgiyle sıfırdan kurulmasına Özdemir İnce’nin tepkisini anımsamıyorum. Ama hakçası, İnce; Orhan Kâhyaoğlu’nun Doğan’dan aldığı cesaretle bu kez hem Türkçeyi hem evrensel geleneği resetlemesi karşısında bütün şairler susarken dobra ve köktenci bir tavır koyarak, “Modern Türkçe Şiir Antolojisi olmaz” diyekoydu. Daha sonra bu savını, 2016’da Ayd#ınlık KültürSanat yönetmenliğini üstlendiğimde kendisiyle gerçekleştirdiğim bir haftalık söyleşi dizisinde yeniden tartışmasına ve aşağı yukarı şu belirlemesine alan açtım: Türk Şiiri terimi; tıpkı Fransız Şiiri, Rus Şiiri gibi, evrensel kavrama uygun bir terimdir. Nitekim İspanyol şiiri deyince hiç kimse Lorca ya da Alberti’yi bırakıp Neruda ya da Paz’ı düşünmez. Trakl’ı ya da Celan’ı Almanca şairi diye anmanın hiçbir gerekçesi yoktur. Amerikan Şiirini ya da Whitman’ı, hele hele Ginsberg’i tanımlamak için İngilizce Şiir demek düpedüz tutarsızlıktır... Kaldı ki çeviri şiirleri de kapsayan böyle bir adlandırma, son bakışta tam bir kavram kargaşası örneğidir.

Kâhyaoğlu, anlaşılan, eşeği ölmüş sayarak semeri dövmekle sapına kadar postmodern tutum izler. Ne demiş, Nâzım’ın da “kitapsız bilen” tanımına upuygun Karacaoğlan: “Taş düştüğü yerde ağır.” Göreceğiz...

Gelecek yazı:

Cumhuriyet’te semeri bile dövemezsin