28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye Mossad'ı korkutmuş kendine güvenmeli

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

S-400'lerin gelişi yalnızca Türkiye'de bir değişiklik mi?
Geçenlerde bir köşe yazarı “eskiden olsa darbe sebebi olurdu” diye yazmıştı.
Türkiye canlı ve devrimci bir ülke.

Arayışları hep vardır.
Değişikliklere gebedir. Uzun yıllardır Kanada'da yaşayan bir Türk'le konuşuyordum. Klasik Batı görüşüdür. Ne kadar dengeli bir toplum olduklarından söz ediyordu. Epeyce tartıştık. Ben bu durumu bir üstünlük değil, acizlik olarak görüyorum. Söz döndü gençlere geldi. Gelecekten beklentisi olmayan, böyle gelmiş böyle gider umarsızlığı, umutsuzluğu içinde gençlik... gidiyor uyuşturucuya sığınıyor. Orada doyum buluyor. “Marijuanayı yanlış tanıyorsunuz. İlaç gibidir” dedi. Tam da benim dediğim oydu zaten.

İlaç veriyor. Sakinleştiriyor. Yolun sonu nereye varır, yönetenlerin de çok derdinde değil. Uluslararası büyük şirketlerin işi tıkırında olduktan sonra...
ABD'de, Almanya'da da artık birçok eyalette uyuşturucu serbest. Devlet temin ediyor. Hollanda, İngiltere zaten kaynıyor. “Vatandaşlarının sağlığını” düşünüyorlarmış. İhtiyaçlarını temiz malla karşılıyorlar. “Temiz ve dezenfektan” şırınga AİDS'in yayılmasını da önlüyor... filan... filan...

Yaş kaç diye hiç sormayın.
İlköğretim.
Hiç denememiş olan sınıflarda bir iki kişi.
Onlar da çağdışı mı acaba? Öyle diyorlardı.
Sakın ha da gülmeyin komşunuza. Ders çıkarın. Önleminizi alın.
Batı dediğini iyi tanı! Artık tek dişi de yok zaten.
Gelecek biziz. O sorumluluk omuzlarımızda.
Şurada iki gün tatil yapacağım güya. Yazmasam ne var. Herkes gibi. Hanımefendi hanımefendi...
Olur mu?!
Konumuz bu değildi nasıl geldim buraya.
Türkiye kıpır kıpır bir ülke. Gençlerimiz öyle. İnsanımız öyle. Ha babam tartışıyoruz. Değiştireceğiz! Atatürk'ün kadınlara söylediği hep kulağımdadır: “Daha ileri daha ileri” taşıyacağız diye nasıl da tartışıyoruz. Birbirimize giriyoruz. O bile bir sağlık işareti bakmayın. Öyle olmaz böyle olur, bıraksan kafamızı kıracağız birbirimizin. Seçimlerde ona tokat, buna yanaktan makas... üç gün arayla öyle ya da böyle, birini indirip ötekini bindiriyoruz...
S-400'lerle başlamıştım.

Diyeceğim o ki...
Türkiye kendine güvenmeli. Yolunda ilerlemeli.
Türkiye önder bir ülke.
Türkiye bölgede bilindiği gibi “ağır abi”!
Türkiye'deki değişiklik, Batı Asya'da dengelerin değişmesi demek.
Bir yol, bir kuşağın önemli halkası.

Mossad da uydularıyla S-400 teslimatını izliyormuş. Hem de ne izleme en ince ayrıntısıyla. İsrail'e ait İmagesatintl uydusu parçaların Ankara'daki görüntülerini ve konumlarını paylaşmış.
“Sevkiyatın içinde iki adet rampa, ekipmanlar için bir taşıyıcı askeri vinç ve beş ek yardımcı askeri araç bulunuyor. İlk sevkiyatta S-400 radarı bulunmadığı tesbit edildi. ISI'nın 'Image Satelite Intelligence) yaptığı değerlendirmeye göre, geri kalan parçalar diğer sevkiyetlarda getirilecek...”
Amaaan bırakın izlesinler... Belli ki çok korkmuşlar...
Bize de yarasın... oh afiyet bal şeker olsun...

KAÇ BİN YILDIR TEKSTİLCİYİZ

# Tarih Dergisi tarihte bugün diye yazmış. “Ergani Çayönü'nde 13 Temmuz 1993'te bilinen en eski kumaş kalıntısı bulunmuştu. Diyarbakır'ın kuzeyinde 1965'te keşfedilen yerleşimdeki kazıları Halet Çambel ve Robert J. Braidwood başlatmıştı. Radyokarbon testi kumaşın MÖ 7000 yılına ait olduğunu gösterdi.”
Hadi bakalım, buyrun bir neden daha!
Bugün galiba benim “kendine güven” günüm!

Üretim Devrimi deyip duruyoruz ya... O toplantılardaki “nasıl yapacağız?” “hangi kaynaklarla?” sorularının yanıtları işte buralarda...

Müthiş bir insan, kültür geni, bilgi birikimi var...
Tekstil sanayinin azıcık elinden tutan olsa.
İçine biraz moda, yaratıcılık, renk de kattın mı... onun anavatanı da ayıptır söylemesi bizim topraklarımız...
Kim korkar hain kurtlardan...
Kim tutar bizi!

Güya gazeteci
güya muhalif

“Pencereden düşen Recep Tayyip ağır yaralandı.”
Bu haberi böyle imalı veren bir gazete.
Yazan güya bir gazeteci.
Güya muhalif.
Güya insan.
Altına da bir okuru not düşmüş
“Allah günah yazmasın adını duyunca üzülemedim.”
Düşen ve ağır yaralanan çocuk henüz yedi yaşındaymış...
Artık başka bir şey diyemedim.

İstanbul'a kayyum

“İstanbul'a kayyum atadım” diye Selahattin Demirtaş'giller espri yapıyormuş. Birbirlerine mesaj atıyorlarmış. Ben söyleyene de bakıyorum ama daha çok söyletene!

METRODAKİ KEMANCI

Bilmiyorum doğru mu... Bazen uyduruyorlar. Öyle de olsa hoşuma gitti. Sizlerle de paylaşayım dedim:

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.
Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Türkiye Mossad'ı korkutmuş kendine güvenmeli - Resim : 1

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun ünlü kemancı ve orkestra şefi Amerikalı Joshua David Bell, olduğunu ve elindeki üç buçuk milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayeymiş (dediğim gibi doğruluğuna kefil değilim. ŞP) ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmış. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? imiş...

Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi kemancısı, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa başka neleri kaçırıyoruz acaba... diyorlar...
İyi müzikler, iyi tatiller efendim...