20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Türkiye nereye götürülüyor?

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

“Günün çoğunu TV ekranından yönetilen o sıcacık sözlü iletişime kulak kabartmaya ya da TV yıldızı olarak nitelendirilen kişilerin duygusal davranışlarını izlemeye koşullandırılmış çocuklar, gerçek yaşamda başarı kazanamazlar; çevrelerinde o yıldızlar gibi ilgi göremezler çünkü. Daha da kötüsü, gerçek dünyadan öğrenmeleri gerekeni öğrenemezler, bu yeteneklerini zamanla yitirirler; yaşam, ekrandaki yaşamdan çok daha karmaşıktır. En sonda da biri çıkagelip her şeyi açıklamaz. ‘TV çocuğu’ karşılaştığı olayların anlamlarını kavramakta zorlanır, umutsuzluğa kapılır. Bu sorun zamanında giderilemezse, çocukta TV karşısında başlayan ‘anneden duygusal kopma’ başka boyutlara ulaşır. TV’nin yarattığı asıl tehlike budur: İnsanın edilginliğe yönelmesi ve tek başına yaşam, hayatla karşı karşıya kalamama korkusunun yerleşmesi... (Bruno Bettelheim)***Ben de televizyon ekranına bakıp, “Lütfen yakınmayın” diyorum.
Herkesin televizyon başında toplandığı saatlerde, ipe sapa gelmez şeyleri “dizi” diye yayımlayanlar sizler değil misiniz?
Niye yakınıyorsunuz?
Gerçek oyuncuları elinizin tersiyle itip magazin sayfalarından sanatçı yaratmaya kalkışanlar sizler değil misiniz?
Niye yakınıyorsunuz?
“Haberler”i kabul günü ya da mahalle kahvesi dedikodularıyla dolduranlar sizler değil misiniz?
Niye yakınıyorsunuz?
Doksanıncı sınıf şarkıcıların ipe sapa gelmez atışmalarını saatlerce izletenler sizler değil misiniz?
Niye yakınıyorsunuz?
Belgeselleri, yayımlamak zorunda oldukları için hatırlayanlar, onları da gece yarılarından sonralara atanlar sizler değil misiniz?
Niye yakınıyorsunuz?
Bütün bunları yapacak, sonra da yüzünüz kızarmadan, yana yakıla, “Türkiye nereye gidiyor?” diye soracaksınız.
Türkiye nereye gidecek! Sizin götürdüğünüz yere gidiyor...(Ülkü Tamer)***Bir çoban, bir gün bir kayanın üzerine oturup kendisini rüzgarın serinliğine bıraktı. Güzel bir yaz günüydü, deniz sessiz bir çarşaf gibi uzanıyordu. Böylece oturmuş, denizdeki yelkenlileri seyrederken “Eğer benim de bir yelkenlim olsaydı, uzaklardaki yabancı ülkelere giderdim ve mutlu olurdum” diye düşündü.
Bu isteği o kadar dayanılmazdı ki, bir gün bütün sürüsünü sattı ve küçük bir gemi satın aldı. Denize açıldı. Ne yazık ki, gezisinin 2. gününde bir fırtına çıktı. Dalgalar gemiyi kayalıklara sürükleyip parçaladılar. Çoban hayatını zor kurtardı.
Zaman geçti. Çoban çalışkanlığı nedeniyle tekrar eski servetini kazandı. Yine deniz kıyısındaki kayanın üzerinde oturmuş hayaller kuruyordu. Bu kez tüccar olmaya karar verdi. Bu sırada denizin dalgaları sanki onu kandırmak istermiş gibi ayaklarının üzerinde geziniyordu. Çoban “deniz” diye haykırdı. “Seninle 2. defa iş yapacağımı mı sanıyorsun?”
Yerinden kalkıp, sürüsünün yanına gitti. Bir daha bilmediği işlere girmedi. (Ezop Masalları)