19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atatürk ve Ziya Gökalp

Ankara’da ‘Atatürk ve Ziya Gökalp’ konferansı düzenlendi

Atatürk ve Ziya Gökalp
A+ A-

Abdullah Gürgün/Ankara

Ziya Gökalp, doğum günü olan 23 Mart Perşembe günü, Ankara’da “Atatürk ve Ziya Gökalp” konulu bir konferansla anıldı.

Dikmen’deki Artvin Evi’nde saat 14.00’te verilen konferansta Bilişimci Dicle Eroğul tam iki saat süren bir konferans verdi. Dicle Eroğul, Mehmet Ziya Gökalp’in kardeşi Mehmet Nihat Gökalp’in kızı Turan Eroğul’un çocuğudur ve yıllarca hem Gökalp ailesini hem de özellikle Ziya Gökalp’i incelemiştir.

Eroğul, resim ve şiirlerle süslediği konferansında doğumundan ölümüne, kökeninden eserlerine, değişik pek çok yönüyle Ziya Gökalp’i anlattı. Atatürk ile arasındaki fikir alışverişini, etkileşimi gözler önüne serdi.

Atatürk ve Ziya Gökalp - Resim : 1

Eroğul konferansına Atatürk’ün, “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözleriyle başladı. Böylece bir bakıma unutturulmak istenenleri anımsatmış oldu. Ziya Gökalp’in 23 Mart 1876 – 25 Ekim 1924 arasındaki 48 yıllık ömrüne ne kadar şeyi sığdırdığını anlattı.

Etnik ayrılıkçıların savlarının tersine, Ziya Gökalp’in aile kütüğünü göstererek onun ağzından kökenini açıkladı:

'TÜRKLÜK, HEM ÜLKÜM HEM DE KANIMDIR'

“...Bu işaret ve belirtiler Diyarbakırlıların Türk olduğunu gösterdiği gibi, babamın iki dedesi de, iki kuşak önce Çermik’ten yani bir Türk çevresinden geldiğine göre, benim de Türk soyundan olduğumu anladım. Bununla beraber, dedelerimin bir Kürt ya da Arap çevresinden geldiğini anlasaydım, gene de Türk olduğuma karar vermekte duraksamayacaktım. Çünkü milliyetin yalnızca eğitime dayandığını toplumsal incelemelerimle anlamıştım. Sanırım bu incelemelerimle ve araştırmalarımla yalnız kendim için değil, bütün Doğu ve Güney illerinin kentleri ve şimdiye dek Türk kalan köyleri için son derece önemli bir konuyu çözmüş oldum.

“… Özetlemek gerekirse Türklerle Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi bakımdan birleşmişlerdir.”

Gökalp’in bu bağlamda şu sözü de önemlidir: “Türkleri sevmeyen bir Kürt Kürt değildir; Kürtleri sevmeyen bir Türk de Türk değildir”.

Kendisi Filozof, sosyolog, bilim adamı, sanatçı, ozan, tarihçi, halkıyatçı (Folklorcu), Siyasetçi, Türkçü, ülkücü ve eğitimci olarak tanınıyordu.

Diyarbakır’da daha küçük bir öğrenciyken, “padişahım çok yaşa!” diye bağırmayı reddedip “milletim çok yaşa dediği için Abdülhamid’e jurnallendi. 1895’te İstanbul’da Baytar Mektebi’nde yüksek öğrenim görürken Abdülhamid’i “Gece Sultanı”, “Kara Padişah” gibi sözlerle tanımlayarak,

“Tarlada, tezgahta çalışan biziz. Bu devlet, bu millet, bu vatan biziz… Sevmiyoruz seni, ortadan çekil, Hükümran millettir hükümdar değil” mısralarını yazıyor, Abdülhamid baskısına, zulmüne karşı çıkıyordu. Çocukluğundan beri çok okuyan biriydi. Batı’nın müsbet ilimleri, Doğunun filozofları ve ülkenin Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınları onu şekillendirmişti. Arapça, Farsça ve Fransızca biliyordu. Kendisini Türk Milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” şeklinde tanımlıyordu. Baskı rejiminden kurtulmanın, bir devrim yapmanın ancak Türk toplumunu iyi tanıyarak, onun sosyal yaşamını ve psikolojisini öğrenerek mümkün olabileceği düşüncesindeydi.

Verdiği mücadeleler onun bir çok vatanseverle birlikte Malta’ya sürülmesine neden oldu. Ermenilere “soykırım” uygulamakla suçlanıyorlardı. Ziya Gökalp Malta’da diğer tutuklulara felsefe dersi verdi. Orada yazdığı notlar ve yakınlarına yazdığı mektuplar kitap oldu. Bol bol kitap okudu. Sonunda İngilizler hiçbir kanıt bulamamışlar ve hepsini serbest bırakmak zorunda kalmışlardı.

Malta’dan yazdığı şu satırlar hapishanedeki ruhsal yapısını yansıtır, günümüz Türkçesiyle sunalım: “Benim gibi bir ilim adamını esir edenler, elbette bu hareketin hem anlamsız, hem de uygarlığa aykırı olduğunu anlayacaklardır. Fikir sahasından başka hiçbir alanda yaşamamış bir adamdan ne sorabilirler? Düşündüklerini mi? Benim düşündüklerim bütün insanlar ve bütün milletler için eşit özgürlük ve adalettir. Eğer böyle düşünmek suç ise ben bunun cezasına razıyım. Bugün Dünya bu eşit özgürlük ve adalete doğru gidiyor. Bu hareketi hiçbir kuvvet durduramıyor. O halde bu türlü düşünüşü de hiçbir kuvvet tevkif edemez. İnsanın hayvandan farkı ülkülü olmaktır. Bütün insanlar ve bütün milletler için eşit özgürlük ve adalet istemek bir ülküdür. Bu ülkü geleceğin hakimi olacaktır. Zalimler, diktatörlükler ve emperyalistler hep bu ülkünün karşısında eriyeceklerdir. İnsanlar yalnız bir egemen tanıyacaklardır ki, o da gerçektir”.

Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı ve Milletvekilliği yaptı. Milli egemenlik, TBMM’nin yetkileri, adli reform, vergi reformu, banka reformu, demiryolları yapımı, eğitim kurumlarında birlik, askerlik süresinin kısaltılması ve memleketin imarı konularını içeren Müdafaa-i Hukuk Fırkasının”Dokuz Umde [ilke] Beyannamesi [bildirgesi]”ne katkıda bulundu, Dokuz Yol isimli bir kitapçık yazarak bunu tanıttı. İktisat politikası için oluşturulan kurulun başkanlığını yaptı. 1924 anayasası çalışmalarına katıldı.

Bugünlerde yine anayasa tartışmaları ve yeni anayasa referandumu kampanyaları sürdüğü için Ziya Gökalp’in görüşü ilginç. Şöyle diyor Gökalp, günümüz Türkçesine çevirerek sunalım: “Ulusal yasalar kutsal kabul edilmelidir. Çünkü bu yasalar milletin resmi bir nitelik kazanmış olan ülkülerinden ve iradelerinden başka bir şey değildir. Her milletin resmi ahlakı yasalardır. Yurtseverliğin temeli, ulusal yasalarla ahlaksal bir nitelik kazanır. Bir millet yasalarını ülkülerine aykırı görüyorsa hemen değiştirmelidir. Çünkü toplum vicdanının kabul etmeyeceği kurallar yasa durumuna gelmişse toplumun ahlakını bozar. Eğer yasalar ulusal ülkülerden doğmuş ve onları gerçekleştiriyorsa bunlara candan ve gönülden saygı duymak ve uymak gerekir. Gerçek ülkücülük bunu gerektirir. Yasaların en kutsalı ise anayasadır (kanun-i esasi) Çünkü en büyük ülküler bu yasada kendini gösterir. Bu nedenle en büyük saygı ve itaat bu yasaya gösterilmelidir. Şimdi Türkiye’nin anayasası (kanun-i esasisi)1921 anayasasıdır (teşkilat-ı esasiye kanunu). Türk demokrasisinin bütün ülkülerine tek kaynak, 1921 anayasasıdır. Bu nedenle kutsal olarak görülmelidir. Dini konularda tek kaynak Kuran-ı Kerim olduğu gibi hukuksal konularda temel kaynak bu değerli anayasa olmalıdır.”

GÖKALP-ATATÜRK

Dicle Eroğul umut, din, bilim, felsefe, devrim, uygarlık vb pekçok konuda Gökalp ile Atatürk arasında paralellikler çizdi. Birkaç örnek:

Ziya Gökalp: “Umut altın gibidir. Hiçbir yerde paslanmaz. Umut elmas gibidir, hiçbir kesici madde onu kesemez. “Umut ruhun gençliğidir. Bu ülke özellikle umutla kurtulacaktır”

Mustafa Kemal Atatürk: “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”

Ziya Gökalp, Abdülhamid’e karşı yazdığı Hürriyet şiirinde bir dehanın müjdesini veriyordu:

“Daha mı zalimler bi-dad edecek? Bu millet zincirde feryat edecek? Yakında bu halka hak dad edecek! Bir dahi gönderip imdad edecek! Toplanın kardeşler, bayrak açalım, Yıldız’ın [Abdülhami’in sarayı] üstüne ateş saçalım!”

İşaret ettiği deha ise Mustafa Kemal Atatürk’tü.

Yahya Kemal’e göre Osmanlı İmparatorluğu içinde Türklüğü keşfeden adam Ziya Gökalp’ti. Ziya Gökalp ülkeyi Osmanlıcılığın ya da İslamcılığın değil, ülkü birliğinin kurtaracağını görmüştü. Ona göre çeşitli etnik köken, din ve mezhepten halkı birleştirecek şey ülküydü. “Türküm” diyen ve bu duyguyu taşıyan herkes Türktü.

Mustafa Kemal de “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle bunu dile getirmiyor muydu?

Ziya Gökalp: “Güzel dil Türkçe bize, Başka dil gece bize”

Atatürk: “Ülkesini, yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Ziya Gökalp: “Bana yol gösteren benden olmalı! Türke baş olamaz Türküm demeyen!”

Atatürk: “Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?”

Ziya Gökalp: “Hakim olan millet midir, meşihat mıdır [din işlerini yürüten daire midir]? Milli meclis mebusan mı [milletvekillerin yeri mi], Bab-ı Fetva mı [şeyhülislam kapısı mıdır]?”

Atatürk: “Egemenlik ve milli yönetim makamının TBMM olabileceğini tarihi gerçeklere dayanarak açıkladım” [hilafet kaldırıldı]

Ziya Gökalp: “Hükümet halkındır, sultanın değil; Ferman milletindir; divanın değil… Teşri[yasama], kaza[yargı, hüküm], icra[yürütme]; her hak onundur. Taht onun, tac onun, toprak onundur…”

Atatürk: “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”.

Mustafa Kemal’in ATATÜRK olmasında etkisi olan aydınlarımız, Ziya Gökalp 48, Namık Kemal 47 yaşında, Tevfik Fikret 47, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi de 57 yaşında aramızdan ayrıldı. Hepsi de genç yaşlarda rüzgâr kanatlı beyaz atlarına bindiler, uçup gittiler. Karanlıkları aydınlatan birer yıldız oldular…

Hepsini minnet, saygı ve sevgiyle anıyoruz.

Notlar:

1- Dicle Eroğul, “Atatürk ve Ziya Gökalp” konusunu kitaplaştırmalıdır.

2- Dicle Eroğul’un konferansı yurdun her köşesinde yinelenmelidir.

Son Dakika Haberleri