19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

TÜSİAD liderinin önemli konuşması

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın 18 Ocak 2018 günü TÜSİAD 48. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmasını Aydınlık’ta okumuşsunuzdur (19 Ocak 2018). Ancak tarihsel önemi nedeniyle konuşmayı bir de bu köşede özetlemekte yarar var:

* YENİ DÜNYA: Dünyanın ekonomik ve siyasi yapısında önemli değişimler yaşanıyor.

* LİBERALİZM EMPERYALİZMİN HİZMETİNDE: Liberal demokratik düzenin eşitlik ve adalet getirmediği, sadece batının emperyalist politikalarına hizmet ettiği iddiaları birçok ülkede güç kazanıyor.

* AĞIRLIK MERKEZİ BATINDAN DOĞUYA KAYIYOR: Dünyanın ağırlık merkezi Batıdan Doğuya doğru kayıyor. Bu sadece ekonomik güç açısından değil, siyasi ve askeri güç açısından, hatta kültürel açıdan da geçerli. Kültür ve inanç sistemleri olarak Batının hegemonyası zayıflıyor, Doğunun değerleri giderek yükseliyor. Geçen sene dünyada en hızlı büyüme sağlamış ülkelerin pek azında liberal ekonomi ve politika ilkelerinin geçerli olduğunu görüyoruz.

* DEVLETÇİLİK ÇÖKMEDİ. LİBERAL DEMOKRASİ VE PİYASA EKONOMİSİ BÜTÜN DÜNYAYA BARIŞ VE REFAH GETİRMEDİ: Çin, devlet güdümündeki ekonomilerin, bir gün mutlaka çökeceği inancını yerle bir etti. Liberal demokrasi, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisinin boş çıktığını itiraf etmek durumundayız.

* GÜÇLÜ LİDERLER DÖNEMİ: Değişime uyum sağlamak ve değişimin geniş kitleleri etkileyen sonuçlarıyla başa çıkmak için birçok ülkede, güçlü liderler dönemine girildiğini görüyoruz.

* YOKSULLUKTAN KURTULAN NÜFUS DEMOKRATİK REJİMLERDE: Çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimler dünyada refah ve barışı sağlamakta açık ara önde. Zenginleşen nüfusun belli bir bölümü Çin gibi otoriter yönetimlerde görülse de, yoksulluktan kurtulan nüfusun üçte ikisinin demokratik ülkelerde olduğunu akıldan çıkartmamak gerekiyor.

* GELİR DAĞILIMINDA ADALETSİZLİK: Dünya genelinde gelir artsa da gelirin dağılımı her zaman adaletli olmadı. Toplumun tepesindeki en zengin kesimler büyümenin nimetlerinden daha fazla yararlandı.

* SAĞ POPÜLİZM YÜKSELDİ: Gelişmiş ülkelerde sağ popülizmin yükselmesi de bu durumun sonucunda ortaya çıktı. 2008 krizinin ardından bozulan gelir dağılımı, düşen gelirler, artan işsizlik, yoksulluk ve yok olan umutlar, geniş kitleleri mevcut siyasetçilerden uzaklaştırıp alternatif söylemlere yaklaştırdı. Brexit oylaması ve Trump’ın seçilmesi sağ popülizmin birçok ülkede nasıl güçlendiğini gösteriyor. Günümüzde ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Macaristan, Filipinler gibi ülkelerde güçlü popülist liderler iş başında. Ekonomik ve sosyal dönüşümler arasındaki uyumsuzluk, dünya için olduğu kadar Türkiye için de geçerlidir.

* ÇÖZÜM DEMOKRASİDE: Çözüm, yine ve ancak demokrasi içinde mümkün.

*1980 SONRASINDA DEĞİŞEN TÜRKİYE: 1980 sonrasında, Türkiye önemli sosyal değişimler geçirdi. 1950’lerden 1980’lere kadar kent nüfusu toplumun yüzde 25’iydi. 1980 sonrasında kent nüfusu çok hızlı arttı. Toplumun yüzde 70’i kentlerde yaşar hale geldi. Sosyolojideki bu değişikliğe ekonomik ve siyasi hayatın ayak uydurması gerekir.

* ESKİ GERİ GETİRİLEMEZ: Hala eskiyi geri getirmeye çalışmak, günün gerçekleri ile uyumlu olmadığı için yapılabilir değil. Eski sistemi yeniden kurmaya çalışmak, başarısızlık ve hayal kırıklığı doğurur.

* İKTİDAR TOPLUMU KUCAKLAMALI: İktidar tüm toplumu kucaklamalı, muhalefetin önünü açmalı, sorunlarımızı beraberce aşmak için, daha iyiyi hep beraber bulmak için topluma tartışma ortamı sağlamalı.

* MUHALEFET YAPICI OLMALI: Muhalefet yapıcı projelerle halka umut aşılamalı.

* TOPLUM KENETLENMELİ: Türkiye’nin temel sorunlarının çözülmesi için tüm toplum net bir vizyon altında kenetlenmeli. Vizyonun aşağı doğru uygulanması için farklı kesimlerin bir araya gelmesi, daha fazla istişare yapılması, toplumun tamamının harekete geçmesi gerekir. %51’in onayı değil, %100’ün katılımı hedeflenirse, üstesinden gelinemeyecek problem kalmaz.

* EKONOMİ TOPARLANIYOR: 2016 yılındaki hain darbe girişiminin ardından Türkiye ekonomisi toparlanmaya devam ediyor.

* SORUNLAR YAPISAL. ÖNLEMLER GEÇİCİ: Son dönemde elde edilen yüksek büyüme hızına rağmen, ekonomide yapısal sorunlar var. Sorunlar karşısında nihai çözüm yerine geçici önlemlerle yetiniliyor. 1990’lardaki ekonomik sorunlarımız adeta bir bir geri dönüyor. TL’nin değerinde yine aşırı dalgalanmalar yaşanıyor. Fiyat istikrarını sağlamak bir yana, enflasyonu %10’un altında tutmakta zorlanıyoruz. Cari açık, yeniden Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın %5’lerine doğru tırmanışta. Bütçe dengesinde bozulma eğilimi başladı. Doğrudan yatırımlar 10 sene önceki seviyenin yarısına düştü. Türkiye’nin toplam net borç stoku Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın üçte birine dayanmış durumda. Özel sektörün yurtdışı borçları 235 milyar dolara ulaştı. Hane halkları bile artık daha borçlu. Kredi Garanti Fonu sayesinde geçen sene bankalar reel sektörü finanse etmiş; bu sayede büyüme hızlanmıştı. Fakat kredi artış hızı artık reel olarak durma noktasına geldi.
*
FİNANSAL KRİZLER BÖYLE BAŞLAR:
Artık bankacılığın reel sektörü destekleme imkanının kalmadığı yorumları yapılıyor. Yeterli dış kaynak temin edilemezse, ekonominin çarkları dönmez hale gelecek. Şirketler zor durumda kalınca, bankalara geri dönmeyen kredi tutarı artacak. Bankalar kredileri daha da kısmak zorunda kalacak. Biliyoruz ki finansal krizler böyle başlar.

* TÜRKİYE ÜRETMİYOR: Türkiye üretmiyor. Hem tarım, hem de sanayi üretiminde kan kaybediyoruz. 1990’larda tarım ve sanayinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı %40’ların üzerinde idi. Artık bu oran %30’ların altına indi. Üretmeden tüketiyoruz. Tüketmek için de borçlanıyoruz.

* KENTSEL RANT BÜYÜMEYİ SINIRLIYOR: Fabrika arsaları ve tarlalarda inşaatlar yükseliyor. Büyüme kentsel ranta dayalı olursa, sınırlarını da rant çizer. Nüfus artışı yavaşlayıp, kentleşmenin sınırına gelinince, rantın da sonuna gelinir.

* ÜRETİME DAYALI EKONOMİ ŞART: Büyümeyi sürekli olarak yüksek seviyelerde tutmak için üretime dayalı bir ekonomik yapı şarttır. Adil rekabete ve üretime dayalı bir ekonominin en büyük düşmanı enflasyondur. Enflasyon-kur-faiz, sarmalı, 1990’lı yılların kayıp yıllar olarak adlandırılmasına neden olan başlıca dinamiktir. Enflasyon kontrol edilmelidir. TL istikrara kavuşsun, değeri tahmin edilebilir olsun. Yatırımın getirisini hesaplamak zorlaştıkça, yatırım spekülatif alanlara kayar. Fabrika yatırımlarının yerini, fabrika arsası yatırımları alır, fabrikalar, konuta AVM’ye döner.

* ADİL REKABET İÇİN HUKUK DEVLETİ: Adil rekabeti hukuk devleti sağlar. Türkiye’nin AB üyeliği yolunda ilerlediği, yargı erkinin bağımsızlık ve tarafsızlığının arttığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişlediği, hukuk devletinin güçlendiği yıllar, aynı zamanda, Türkiye’nin tüm tarihi boyunca en yüksek büyüme hızlarına ulaştığı ve yıllık 20 milyar dolarları bulan doğrudan yatırımları çekebildiği yıllardır. Türkiye hukuk devleti olma doğrultusunda adım attıkça, doğrudan yatırımlar artacak, büyüme hızlanacak, istihdam artacak, aş ve iş sorunu hafifleyecektir.

* OHAL BİR DAHA UZATILMASIN: Bu çerçeveden bakınca, OHAL’in de son kez uzatılmış olmasını temenni ediyoruz. Vatandaşlar açısından OHAL’in etkisi sınırlı olsa da, yabancı müteşebbislerin yatırım kararları açısından olumsuz olduğunu biliyoruz.

* KAMU İHALELERİNDE ŞEFFAFLIK VE DENETİM: Adil rekabet ortamı açısından sorunlu bir alan da, kamu ihaleleridir. İdareye çok fazla takdir hakkı tanıyan ve yoruma müsait mevzuat, adil rekabet ortamı ve kamu yararı açısından arzu edilmeyen niteliklerdir. Vatandaşın parasının doğru biçimde kullanılması, kamu ihalelerinin şeffaflık ve denetlenebilirlik ilkeleri uyarınca yapılmasını gerektirir.

* KAMU YÖNETİMİNDE LİYAKAT GEREKLİ: Bir başka sorunlu alan da kamuda yetki ve sorumlulukların iyi tanımlanmamış olması ve kamu yönetiminde liyakatın gözetilmemesidir. Liyakat temelinde yapılacak atamalarla devlet kurumlarının kapasitesinin artırılması ve yönetişimin güçlendirilmesi gereğinin önemini bir kez daha belirtmek isteriz.

* YARATICI UYGULAMA İÇİN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ: Bilgisayarlardan, nesnelerin internetinden, artırılmış gerçeklikten, robotlardan, yapay zekadan bahsettiğimiz bir ortamda, ihtiyaç duyulan beceri, daha çok şeyi ezbere bilmek değil, bilgiyi yaratıcı bir şekilde uygulayabilmektir. Çocuklarımızın dünyadaki değişime ayak uydurabilmelerinin bir koşulu özgür ve bilimsel akademik ortam ise, bir diğer koşulu da iyi öğretmenlerdir. En iyi yetişmiş, en nitelikli gençleri öğretmen olarak kullanabilir hale gelmeden eğitim sistemini düzeltmek mümkün değildir. Öğretmenler bilgiyi ezberletmek yerine, öğrencilerin fikirlerini özgürce söyleyebilen, özgüveni yüksek, yaratıcı, yeni fikirlere açık, eleştirel düşünebilen, inisiyatif alabilen, farklılıklara saygılı bireyler olmalarına çalışmalı. Başkalarının geliştirdiği teknolojiye bağımlı olmak yerine, kendisinin teknoloji üretebilmesi için çok kapsamlı bir eğitim seferberliği başlatmak gerekiyor.
*
MİLLİ BİRLİK İÇİN ÖZGÜRLÜK:
Aynı ülkede, aynı göğün altında, aynı havayı soluyarak ama birbirimizi dinlemeden, anlamadan, güvenmeden yaşıyoruz. Ayrışma, daha fazla ayrışma getiriyor. İçinde bulunduğumuz güçlü liderler döneminde güçlü bir iktidara olduğu kadar güçlü bir demokrasiye de aynı anda sahip olmak, en etkili yöntem olacaktır. Medya ve internet özgürlüğünün tartışılmadığı, tüm vatandaşların özgürlükler, inançlar, kültürel değerler, eğitim ve iş olanakları açısından eşit olduğu bir Türkiye’nin tüm sorunları geride bırakacağına inanıyoruz. Milli birliğimizi perçinlemenin yolu budur.