25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tutkulu olmanın asaleti...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Yaptığı işe tutkuyla bağlı olmak tüm uğraş dallarının olmazsa olmazıdır belki de, ama yaşama hazırlanmakta olan gençlerin özellikle de sporcuların tutkulu olmaları, yaptıkları işe dört elle sarılmaları ilk görevleridir kanımca. Tutku asil bir duygudur ve yerine göre farklı şekiller alabilir. Atilla'nın, Napolyon'un, Büyük Atatürk'ün tutkularının ötesinde daha yüce bir şeyler vardır. Ama bu tutkular içinde en yüce olanı, arkada kalıcı değeri olan bir şeyler bırakanlardır. Büyük Atatürk'ün "vatanı kurtarmak" isteği, vatanseverlik tutkusunun pratiğe yansımasıdır.

Dünyada gerçekleşmiş hemen her tür büyük işin ardındaki itici güç tutkudur. Özellikle de insan gönencine(mutluluk) yapılan her büyük katkı böyle tutkulu kişilerce gerçekleştirilmiştir. Buluşlar yapmış, insanlığın geleceğini aydınlatan insanların hepsi tutkulu olanlardı. Büyük başarılar edinmiş futbolcular, sporcular ve takım oyuncularının geneli tutkulu insanlardır. Özellikle sporda hırs ile tutku birbirine karıştırılır. Ancak hırsın en azından içinde bir miktar sayrılık(hastalık) barındırdığı kanısındayım.

İnsanları daha iyiye yönelten pek çok neden olabilir, ama en önemlisi nedir diye soracak olursak derim ki; birincisi bilişsel merak, gerçeği öğrenme arzusudur. İkincisi profesyonel saygınlık, yaptıklarının kendini tatmin etmeme endişesidir. Tamda konuyu burada futbola, geçen Pazar günü oynanan derbiye getirmek istiyorum. Profesyonellikten nasibini almış belli bir derecede olsa da tutkulu insanların ortaya koyacağı futbol derbi karşılaşmasından çok daha kaliteli olabilir. Bir futbolcunun ya da bir takımın oynadığı futbol, ortaya koyduğu eser, yeteneği ile orantılı olmadığı zaman insanın biraz da olsa utanması gerekir. Hakkında günlerce konuşulan, sayfalarca yazılar yazılıp yorumlar yapılan, milyonlarca insanı peşine takan iki takımın futbolcularının oynadığı futbol Pazar günkü kadarsa ortada bir yetenek sorunu var demektir. O zamanda karşımıza, yetenekli insanların daha profesyonel, daha tutkulu oldukları gerçeği çıkar.

Üçüncüsü ise başarma gücü, bir mevki sahibi olma ve üne kavuşma arzusu, hatta sağlanacak para ve onun getireceği güçtür. Türkiye'de futbolcuların geneli son derece kolay yollardan para ve ün kazandıklarından bilişsel gelişim, iş disiplini, profesyonellik, toplamda tutkulu olmak için emek ve zaman harcamıyorlar. Zaten, beğeni düzeyi süratle aşağıya giden bir futbol dünyasında izleyicilerin de tutkulu futbolcular aramak gibi bir derdi yok. Sonuç sizi gönendirecek durumdaysa sorun da yok. Aksi durumda vurun abalıya!

Acaba Türkiye Ligi'nde görev yapan futbolcular(yerli ya da yabancı fark etmez) işlerini tutkulu bir şekilde yaptıklarında, başkalarının gönençlerinin artmasına, ya da acılarının hafiflemesine katkıda bulunmak gibi hoş duygusal durum yarattıklarının ayırtında mıdırlar? Olmadıkları son oynanan derbinin futbol kalitesinden bellidir. Tutkulu futbolculardan kurulu takımlar maç kaybettiklerinde bile ortaya koydukları tutkulu oyun nedeniyle kitleleri peşinden sürüklerler. Oynadığı futbol keçiboynuzu tadından öteye gitmeyen takımlar kazansa ne olur?

Doğan Koloğlu'yu uğurlarken

Doğan Koloğlu yaşamımda tanıdığım en tutkulu insanlardan biriydi. Onun gazetecilik mesleğine olan tutkusu azimle birleşince ortaya inanılmaz enerjik bir insan çıkıyordu. Hastalığının ilerlediği son birkaç yılın haricinde 30 yıllık bir dostluğumuz, arkadaşlığımız, öğretmen öğrenci ilişkimiz, ağabey kardeşliğimiz vardı. Doğan Koloğlu'na bu 30 yıl boyunca hep "Hocam" diye seslenmişimdir. Çünkü her zaman okuyan, araştıran ve etrafındaki insanları bilgilendiren bir özyapısı vardı. İtalya'daki 1990 Dünya Futbol Şampiyonası'nda Çizme'yi baştan başa dolaşırken mesleki tutkusuna bire bir tanık olmuşumdur. Benden 30 yaş büyük olmasına karşın İtalya'da onun çalışma hızına ayak uydurmak için nasıl yorulduğumu hiç unutmam.

Bana bir Doğan Koloğlu resmi çiz deseler, her zaman sol koltuğunun altında bir deste yabancı gazete ve dergi olan bir insanı koyardım karşınıza. Bu gazete ve dergileri Levent'teki ski Çit Düğün Salonu'nun altındaki gazeteciden yani bizim Fahir'in yerinden alırdı. Beşiktaşlı Fahir ile yaptıkları sohbetler saatlerce sürer bizde bunun hoşluğunu yaşardık.

Doğan Koloğlu ile sayısız anılarım var. Ancak beni en çok etkileyen İstanbul Teknik Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü'nde verdiği seminerin sonunda gözyaşlarını tutamamasıydı. Osmanlı zamanının Libya Valisi'nin oğlu olan Doğan Koloğlu, babası öldüğü zaman emekli bir Vali olarak cebinden sadece iki lira çıktığını söyleyince gözyaşlarını tutamadı. Vatanseverliğe, idealizme vurgu yapan Doğan Hocam bugünün paragöz yöneticilerine gönderme yapmıştı. Işıklar içinde yat Doğan Hocam...