18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Umacı’sız öyküler

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Okay Uludokumacı, daha önce “Hayat Bana Yüreğini Açıyor” (2009) ve “Aklımın İplerini Saldım” (2011) başlıklı ortak kitaplardaki öyküleriyle dikkat çeken, 1977 doğumlu bir yazar. ODTÜ Felsefe’de okurken 2002 yılında şizofreni teşhisiyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi gördü. Daha sonra da 2007’de... Şimdi Anadolu Üniversitesi Açıköğretim programında Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi.  

İlk kitap, “Gerçekler Maskelenmesin” projesi kapsamında şizofreni hastaları arasında düzenlenen “Ateşin Düştüğü Yerden Sesler, Yüzler, Öyküler” yarışmasına katılan öykülerden derlenmişti ve Uludokumacı’nın iki öyküsünü içeriyordu. İkinci kitap da aynı proje ve aynı yarışma çerçevesinde ortaya çıkmıştı ve Uludokumacı’nın gene iki öyküsü yer alıyordu.  

Türkiye Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun Bilim İlaç’ın katkılarıyla düzenlediği bu yarışmanın rotasının çizilmesinde ve edebiyatımıza yeni öykücüler kazandırılmasında yazar Mario Levi’nin büyük emeği olduğunu da vurgulayarak, bizzat Uludokumacı’nın söz ettiğim bu kazancın somut karşılığını oluşturduğunu söylemeliyim. Bu çabaya destek veren Doğan Kitap’ın katkıları da unutulmamalı elbette.  

Yazar bu kez tümüyle kendi öykülerinden oluşan, 173 sayfalık bir kitapla karşımızda: “40 Şizofrenden 1 Öykü”. Kitabın arka kapağında, “Ha 40 şizofrenden 1 öykü, ha 1 şizofrenden 40 öykü!” şeklinde bir not düşüldüğünü ve okurların daha kitabın adından başlayarak “bir başka dünyaya” adım atmış olacaklarını da belirteyim.  

Ve ilginç bir not daha: Elimdeki kitapta yazar olarak bu kez “Okay Uludokumacı” değil, “Okay Uludok” görünüyor... Okay, çocukların korkabileceğini düşünerek “umacı”yı kovmuş, yani soyadını kısaltmış!  

Mario Levi şöyle diyor: “Okay Uludok’u şizofreni hastaları için açılmış bir öykü yarışmasında Seçici Kurul Başkanlığı’nı yaptığım günlerde keşfettim. Sonra yazı atölyelerime katıldı. Bu kitapta karşınıza çıkacak öyküleri paylaşırken herkesi nasıl etkilediğinin tanığıyım. Son yıllarda okuduğum en çarpıcı öyküler arasında bunlar. Güldürdükleri kadar acıtıyorlar da. Sahici mizah da bu olsa gerek.”  

Kitaptaki öyküleri okurken, Levi’nin yukarıdaki sözleri jest ya da formalite icabı sarf etmediğini çok iyi anlıyorsunuz. Gerçekten de her türlü sınırlamadan kurtulmuş bir hayal gücünden kaleme kağıda süzülenler var “40 Şizofrenden 1 Öykü”de...  

ÜST DÜZEY EDEBİYAT  

Öykülerin tümü Bakırköy temalı... Okay Uludok’un bizzat yaşayıp tanıklık ettiği süreçlerin ve tanıyıp gözlemlediği karakterlerin, bugüne dek edebiyatımızda rastlanmamış biçimde aktarımı söz konusu öykülerde. “Sahte peygamber”, “Çöpte bir mektup”, “Çağrı merkezinde deli bir ruh var”, “Cumhuriyet Lisesi”, “Deliliğin içinden”, “Kürklüler” başlıklı öyküleri gerçekten çok sevdim. Ama bunun ötesinde Uludok’un, örneğin kimi ilaç adlarından hareketle geliştirdiği hayli neşeli ve ustalıklı dilin tüm kitabı kapladığını, iç gözlemlere de geniş yer ayrıldığını ekleyeyim. Hastane ortamına eleştirel yaklaşım da hayli dikkat çekici.  

Sizce “Postverin”, nedir örneğin? Ya da akıl hastanesinde yatan bir deli olmaktan daha kötü ne olabilir? Bir düşünün...  

Okay Uludok’un, “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim” kitabında okuduklarımızı ya da “Guguk Kuşu” filminde gördüklerimizi daha da zenginleştiren öykülerini okuyun. Yalnızca şizofreninin gerçekleriyle yüzleşmek için değil kuşkusuz, üst düzey bir edebiyat keyfi için de...  

Oğuz Atay, “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen nerdesin acaba?” demişti. Okay Uludok ise şöyle sesleniyor:  

“Sevgili okuyucu, sen bu satırları okurken, ben büyük ihtimal akıl hastanesinde yatma tehlikesi geçiriyor olacağım. Daha önce iki kere yattım, oradan biliyorum.”