29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Üniversitemde

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

Bir konferans için Ankara Üniversitesindeydim. Dostları, üniversitemi özlemişim. Etkinlik tam da “Kendi Diliyle Kavrulmak” adlı kitabımın yayımlandığı günlere denk geldi, böylece kitabımın ilk tanıtımı da burada yapılmış oldu.
Meslek yaşamımın en güzel günlerini yaşadığım, artık geçmişte kalan bir dönemin rektörlerinden biri de Prof. Dr. Günal Akbay’dı, Ankara Üniversitesi Mezunları Derneğinin Başkanı olarak hâlâ üniversitemize omuz veriyor. Yardımcısı da Sayın Yekta Güngör Özden... Derneğin Beşevler’de mütevazı, güzel bir salonu var. Prof. Ö. Çakar, Prof. M. Gerçeker gibi hocalarımızın gayretleriyle çarşamba günleri güzel etkinlikler düzenleniyor. Dinleyicileri çok seçkin bir topluluk...
Az buz bir heyecan değildi benim için. Üniversitede ilk görev yerim DTCF idi. Başta bir süre bilim ile yazarlığı birlikte yürütmeye çalıştım. Yüksek lisans çalışmalarıma başladığım 1978 yılında ilk kitabım Çürük Kapı yayımlandı. Edebiyat ödülleri azdı o yıllarda. Öykü dalında TDK ödülü, bir de Lions Ödülü vardı. Çürük Kapı ile Lions’a katıldım, “jüri özel ödülü”nü verdiler. Kimler yoktu ki o seçici kurulda? Behçet Necatigil, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Zahir Güvenli, Doğan Hızlan. Ödül bir yana, daha ilk kitabımla onların dostluklarıydı asıl kazancım. Her karşılaştığımızda, bir baba sıcaklığı ve sertliğiyle, “Nerede yeni öyküler?” diye Necati Cumalı’nın bağırmasıydı benim için asıl ödül. Adını andığım yazarlarla daha sonra TDK üyesi olunca daha sık görüşme fırsatı buldum. Özellikle Necati Cumalı ile uzun söyleşilerimiz oldu, bir iki kadeh içme fırsatını buldum. Rahmetli kimseyi kolay beğenmez, sözünü de hiç esirgemezdi. Cumhuriyet’te yazılar yazar, kitapları orada basılır; ama İlhan Selçuk’a öyle bir kızmış ki, öfkesinden o da payını alırdı. “Susuz Yaz”ın ödül aldığı günlerde İ. Selçuk filmi öven bir yazı yazmış, oyunculardan, yönetmenden, herkesten söz etmiş, ama öykünün yazarı N. Cumalı’nın adı yok. Buna çok içerlemiş. Bu eleştirileri İ. Selçuk’un kulağına gitmemiş midir? Gitmiştir, ama Cumhuriyet’le arası hiç bozulmadı Cumalı’nın. O, İlhan Selçuk’a atıp tuttukça ben İ. Selçuk’un olgunluğunu, bilgeliğini, hoşgörüsünü daha iyi anlardım.
İkinci kitabım Toprak Kovgunları da bir ödülle yayımlanma olanağı buldu. MAY Roman Ödülünde gene çok saygın yazarlardan oluşan bir seçici kurul vardı: A. Bezirci, H. İ. Dinamo, B. Arpad, E. Toy... Ödüllerle birlikte bu büyük yazarların sevgileri, ilgileri de girdi hayatıma. Sonra Bir Şarkıyı Dinlerken ve PEN-Orhan Kemal Ödülü... Daha başkaları... Edebiyat dünyası beni daha çok çekti kendine, gittikçe bilimden soğudum, soğutuldum. Doktoradan sonra tümüyle yazarlığa döndüm.
Üniversitelerde bazılarının nasıl profesör olduğu sorulur, sorgulanır? Bazıları için de, tersi konuşulur; neden profesör olamadıkları sorulur. Sanırım ben bu ikinci öbekteyim. Ayrıntılara girmeden kendi durumumu çok kısa anlatmak gerekirse, ben profesör olmak istemedim.
İşinize çomak sokanlar, sizi işinizden soğutanlar her kurumda olur. Hepsini aşabilirdim, ancak yazarlığı daha çok sevdim.
Efsane olmuş güreşçileri anlattığım Neşter ve Madalya, bir de üniversitedeki tasfiye yıllarını konu aldığım Bir Başka Şehir sayılmazsa, roman ve öykülerimde genellikle gecekonduları, kenar mahallelerdeki yoksul halkı anlattım. Çok farklı bir yaşam, farklı bir kültür ortaya çıktı buralarda, okuryazar kadınlara pek rastlanmazdı. Çok çarpıcı, ilginç olaylarla karşılaştım. Beni roman ve öykü yazmaya buralarda gördüklerim zorladı. Doğrusu yaşamlarından etkilendiğim bu insanların başlangıçta dillerinden öğreneceğim bir şey yok gibi geldi bana. Oysa zamanla anladım ki iş öyle değilmiş. Özellikle kadınlarda bir şey gözledim; ocaklıklarda, aşlıklarda kendi yağlarıyla kavrulurlarken, aynı zamanda kendi dilleriyle kavruluyorlar ve bu tutumları onlara müthiş bir yaratıcılık veriyor. Onlar dil Tanrı’sına daha yakınlar. Terim üretecek bilginlerimiz örnek almalılar.
Üniversitemizde dilimize, imlamıza çok büyük hizmetleri olan öğretim üyeleriyle de çalıştım, zarar verenleri de gördüm.
“Bir İlan Parasına Satılan Aydınlar” kitabımın ikinci adıdır; Yassıada mahkemelerinde bir dilcinin savcıdan işittiği azardır bu söz, böyleleriyle de çalıştım üniversitede.