25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Vadide çınlayan kuzu sesleri...

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Dün; pırıp pırıl, mavi ve berrak bir güne uyandı sabah... Gökyüzünde sevgili gibi naz eden bulutlar, saçaklarını toprağa sarkıtmış güneş... Bahar mı geliyor ne?.. Kuşlar havada parende atıyor; rüzgâr, çiçekler sarsılmasın diye adeta kendini gizliyor!..

Toprağa bakıyorum da hüznünden uyanmışçasına duruyor zerreleri... Çiçekler... Ya çiçekler?.. En çok başkaldıran, en çok isyan eden ve en çok dik durmaya çalışan belki de onlar...

Bazen yalancı baharın tuzağına düşmüşçesine goncalarından naz ederek fırlayan çiçekler... Bazen de topraktaki can suyuna sarılmışçasına sallanan çiçekler!..

Beyaz, kırmızı, pembe... Yeşil dallarda mendil sallayan çiçekler... Güne merhaba diyen, mevsime selam çakan, güneşe el sallayan güzellikler...

İnsanın, dalından sarkan çiçeklerle el tutuşup halay çekesi geliyor!.. Bir mendil titretmek lazım parmak uçlarında; hançerede zılgıt, gözlerde sevinçle... Ve yürekte davul sesleriyle...

İnsana baharı dayatıyor mevsim... İnsan teslim ediyor kendini teninin özgürlüğüne... İnsan hapsediyor kendini, güllerin kelepçesine...

İşte diyorum ya, insana baharı dayatıyor mevsim... Al göğsünde hisset bir nefes gibi, al yüreğinde sakla bir sevda gibi...

Şanslıydı düne uyanan sabah... Rüzgâr bile yoktu dün... Gökyüzü doğadan izin almışçasına, tüm halılarını doğaya sermiş ve kim bilir, yan gelip yatmıştı toprağın yumuşak teninde...

YÜREK TADINDA BİR COŞKU...

Sabahın mahmurluğuyla uyanırken, güneş küçük bir tokat attı sanki yüzüme... “Uyan...” Uyan da ellerimi tut dercesine...

Uyandım, yağmura teslim olmuş günlerin ardından, yuvasından firar eden kuşlar gibi çevreyi kolaçan ederken gözlerim... Heyecanla uyandım, yüreğimde küçük bir sevdayla, tenimde sıcaklıkla... Bağrımda sanki bir beyaz kuzucukla!..

Sabahın sürprizi bahar tadında bir güneş... Deniz tadında bir nefes... Ve yürek tadında bir coşku...

Karşımda kıpkırmızı topraklar, sonra da adeta yemyeşil bir halı... Ve hepsine masum gölgeler bahşeden ağaçlar... En çok da onlar hak ediyor baharın gelişini...

Gri rengin hapsettiği kışlarda, dallarını terk eden yaprakları özlemişçesine, güneşe başkaldırırcasına, gölge etmeyi özlemiş ağaçlar...

Baktım da o ağaç tomarlarının arkasına, uçsuz bucaksız dağlar, yemyeşil bir yorgana sarılmışçasına; sabahın şımarıklık yapan anlarında, sessizce güneşin sürprizini kucaklıyorlardı...

Gökyüzünde ise kuşlar... Ve en çok da bakarken, çaresizliklerine hep üzüldüğüm serçeler...

Günler boyu ıslanmış kanatlarını kuruturcasına, kendilerini gökyüzünün boşluğuna bırakıp da uçarken, belki de içlerinden bahar geliyor diye çığlık atan minik serçeler...

En çok onlara hayranım işte... En küçükler ama dünyayı en büyük onlar görüyor, dünyada en özgür onlar...

YAŞAMIN MERHABASINDA!..

Madem bahar özgürlüktür... Ne de hak ediyor bu bahar özgürlüğü, ne de yakışıyor özgürlük bu bahara!..

Ne şanslı bugünlerde baharın pervasızlığında, kehribar taneleri gibi karanlıklardan aydınlıklara düşen yürekler...

Bahar, özgürlüğün müjdesini de verdi ya, içeriden aydınlanma ateşinin kıvılcımları çıktı ya, bahar belki de en çok onlara yaradı... Onların da beklenen baharlara yarayacağı gibi...

Nedense dün; haftalar sonra güneş, ilk kez tüm coşkusuyla sere serpe attı ya kendini doğanın ortasına... Nedense en çok dünkü güneşe sevindim, aydınlığın mücadelesini verenlere, uzun karanlıklardan sonra aydınlıklara “merhaba” dediği için...

Zindanlardan yansıyan güneşin aydınlığı getirdiği anlarda, ne yazık ki gencecik yürekler de düştü kara toprağa...

Ben baharın ilk kıpırtılarına bakarken, güneşte nasıl özgürlüğüne kavuşanları gördüysem, toprakta boynu bükük şaşkın papatyalar da sönen yürekleri anımsattı bana...

Yalnız onlar değil... Sevincin içinde bir hüzün yarası gibi duran Berkin ya da Burak’ı anımsatan; yalnızca taze, boynu bükük ve şanssız papatyalar değildi...

Bana onları en çok o minikler anımsattı... O minik canlılar... Kıpkırmızı toprakta, yemyeşil çimenlerde paytak paytak yürüyen, ayaklarını nereye atacaklarının şaşkınlığıyla sendeleyen o minik yavrular...

Uzaktan baktım da onlara; yaşamın en küçük merhabasında, dünyanın onlara neler yaşatacağının bilinçsizliğiyle yürüyen onlar var ya, tıpkı boynu bükük papatyalar gibiydiler...

BU VATANIN YAVRULARI...

Dün sabah baktım da dünyaya henüz merhaba demiş, o minik, o bembeyaz, o şaşkın ve ürkek kuzular, güneşin baharı tatlandırdığı o sabah, annelerinin ardında vadide koşarken hayran bırakan oyunlar oynuyorlardı...

Birbirini kovalayan, birbiriyle yarışan, bazen sendeleyerek, düşen, bazen yalpalayan, bazen de yürüyememenin şaşkınlığıyla tebessüm ettiren o minik yavrular...

En çok neleri şaşırttı biliyor musunuz; minik ağızlarından “meeeeeee” diye bağırırken bir senfoni oluşturmaları ve adeta çığlık atmak için yarışmaları...

Dün ormanın yanı başında, yeşilin taptaze tonunda birer beyaz güvercin gibi dalgalanan o kuzulara baktıkça; güneşin ilk merhabasıyla baharı tattığı o sabahta, özgürlük kavgasının içinde can veren Berkin geldi aklıma ve de karanlıkta bir kurşuna kurban olan Burak...

İkisi de bu vatanın evlatlarıydı... İkisi de annelerinin kuzusu, ikisi de kardeş, ikisi de yurttaş... İkisi de bizi biz yapan, bizi ulus yapan bu vatanın kuzuları...

Bahar bu sene tüm şaşkınlığıyla yalnızca doğayı kandırarak değil, çiçekleri yalancı merhabasıyla goncalarından fırlatırken, kuzulara bazen can oluyor bazen de kan...

Keşke bu bahar; can veren kuzuların acı çığlığıyla değil, kardeşlerin şenliğiyle merhaba deseydi de ne çiçekler ne orman ne de boynu bükük papatyalar üzülseydi...