16 Nisan 2024 Salı
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ver coşkuyu kolonlara!

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Cehennemin, yakın ya da uzak gelecekte gerçekleşecek bir şey değil, şimdiki hayatın ta kendisi olduğuna ve “felaket” denilen şeyin özellikle ezilenler açısından tarihin sürekliliğini oluşturduğuna dair görüşlerin sinemadaki en önemli yansımalarından biri, Francis Ford Coppola’nın 1979’da çektiği, bizde “Kıyamet” olarak bilinen “Apocalypse Now” adlı filmdir. Başrollerinde Marlon Brando ve Martin Sheen gibi iki güçlü aktörü gördüğümüz ve gelmiş geçmiş en iyi savaş filmi olduğunu söyleyebileceğim “Kıyamet”, Joseph Conrad’ın “Karanlığın Yüreği” adlı romanından uyarlanmıştır. Conrad, Avrupalı sömürgecilerin Kongo’da yarattığı cehennemi anlatır ve Batı’nın uygarlık maskesini indirirken, Coppola bu öyküyü Vietnam Savaşı’na uyarlar. Marlon Brando, uzak bir ülkeye götürdükleri dehşet nedeniyle çıldırmış Amerikalı subay Walter Kurtz rolündedir. Askerleriyle birlikte isyan etmiş ve Kamboçya sınırına yakın bir bölgede, tam da “Cehennem, şimdi!” dedirtecek bir komün, yeni bir “uygarlık” ve ordu kurmuştur. Kurtz’a göre madem ki “uygarlık” çıldırmıştır ve kıyameti yaşar hale gelmiştir, öyleyse “kıyamet sonrası”nı beklemeye gerek yoktur, “kıyamet”in sürekliliği sağlanmalıdır. 

Avustralya doğumlu yönetmen George Miller, 1979’da, anti-ütopya türünün gözde temalarından biri olan “kıyamet sonrası”nı aksiyon kalıplarıyla ele almış, o yıllarda tüm insanlığın “ortak korkusu” haline gelen-getirilen bir nükleer savaşın neden olacağı tehlikelere dikkat çekmeye çalışan “Mad Max” çılgınlığını yaratmıştı. Mel Gibson’ı da şöhrete kavuşturan bu filmin devamı 1981 ve 1985’te gelmiş, nükleer felakette ailesini kaybeden polisin Avustralya çöllerindeki maceraları kült mertebesine yükselmişti. Miller tam 30 yıl sonra, 70 yaşına basmışken “Mad Max: Öfkeli Yollar” (Mad Max: Fury Road) ile yine ortalığı birbirine katmayı başardı.  

Felaketin-kıyametin ardından sağ kalanlar çöle dönüşmüş dünyada bir tür başlangıç yapmış, fakat gene eşitsizliğe ve otoriteye dayanan yeni bir “uygarlık” kurulmuştur. Yalnız kovboy kahramanımız Max, savaşçılarını garip bir cennet vaadiyle kandırıp ölüme yollayan, suyun ve petrolün yerini alan anne sütü ve kan kaynaklarına hükmeden bir diktatöre esir düşer ve kurtulduktan sonra da bu cehennemi uygarlıktan kaçan bir grup kadınla birlikte çöl yollarına düşer. Amaç, kadınlardan birinin doğduğu yer olan Yeşil Diyar’a gitmektir. Uzun yolculuk boyunca çılgın bir savaş yaşanır, “Ya sosyalizm ya barbarlık” ikileminden barbarlığın egemen olduğu bir dünyada “kıyamet sonrası”nın da öncesinden farksız olduğu anlaşılır. Başarının biricik ölçütü hayatta kalmaktır.  

NİHİLİST-FEMİNİST YORUM 

120 dakikalık film, durağan diyaloglar içeren iki üç dakikalık bölüm hariç, tümüyle çılgın ve zincirlerinden boşanmış bir aksiyon içeriyor. George Miller, kahramanlarımızın yer aldığı “Savaş TIR’ını” takip eden savaş araçlarının en önünde çılgıncasına elektro-gitar çalıp hemen ardındaki davullarla birlikte orduyu gaza getiren gitaristin de sayesinde “Ver coşkuyu kolonlara!” filmi yapmış neresinden bakılsa. Hollywood’un, dünyamız ABD başkanlarının kahramanlıkları sayesinde kurtulmadığı sürece, insanlığın geleceğine karamsar bakışının, ilk üç filmde olduğu üzere nihilist-feminist bir yorumu denilebilir bu dördüncü halkaya da.  

Tüm hikaye boyunca acısına ve sanrılarına tanıklık ettiğimiz Max’in bir “kurtarıcı” olmadığı çok açık. O yalnızca kendisini kurtarmaya çalışıyor. Bir kurtarıcı olabilmesi için en azından Albay Kurtz gibi bir ordu kurması gerekiyor. “Mad Max”in beşinci filmi yapım aşamasında... Bekleyelim, görelim.