25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

YAR'e Mektuplar - Tende güneş yara gibi, yürek düşmüş dara gibi!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

"Sabaha düşmüş gül yaprağı, koklanmayı bekliyor... Takvim yaprağı, her nefeste ömrümüzü çalıyor..."

O kadar erken kalktım ki dün sabah yar, gül kokusu gibi gelip geçen ve hoş bir seda bırakan hüzünlü zamanı tutmak istercesine...

Çünkü geceden sabaha süren yağmur, ne gülleri uyutmuştu ne de ıslaklığa inat susmayan mazlum kuşları...

Dün sabah var ya yar; yapraklarından yağmur damlayan kırmızı gülleri görünce işte dilime o yüzden düştü yukarıdaki buhranlı satırlar...

Sanki not almasaydım o şiirsel sözcükleri, gül kokusuna sırtımı döneceğim gibi hissettim kendimi...

İşte o hislerle kucakladım doğayı... Güneş ışınları kuş kanadından savrulan rüzgar gibi toprağa pike yaptığında, doğanın en kuytularında saklanan sakinlerine de çimdik atmıştı sanki...

Ağaçlar, çimler, bozkır çiçekleri, gelincikler ve güller... Sıcak bir davul sesini andırınca güneş, hepsi gül kokusunun esaretinde uyanmış gibiydiler...

Baktım da; yolunu şaşırmış salyangoz yavruları, suyu görünce figan eden kurbağalar, otların arasında kaybolmuş bir minik kaplumbağa...

Ve bahçedeki kaysı ağacının dibinde şansını arayan bir uğur böceği... Hepsi yaşamın patikalarında dörtnala giden bir şeyleri, bir an önce tutmak istercesine uyanmışlardı!..

Zulmeden eksikliğin cenderesinde bir tek sen yoktun yar!..

Sırtta bilenen hançer!..

Sen yok musun yar; küçük bir gül goncasının nazında, illa ki dalından kopmak isteyince, illaki anı defterlerinin sararmış yaprakları arasında gül yaprağı gibi kurumaya karar verince susmak zorunda kaldım...

O yüzden günlerdir olduğu gibi, dün sabah da yalnızlığın ortasında sahipsiz bir nehir gibi uyandığımda, çaresiz günün esaretine terk ettim kendimi!..

Yapacak bir şey yoktur çünkü; bazen loş, bazen kimsesiz, bazen de gariplerin beklediği otobüs duraklarında hüzünle durmak gibi kaldım o an yar!..

İşte böylesi anlarda; yaşamın kısır döngüsü içinde iki gerçek dikkatimi çeker her sabah; Ansızın tene düşen bir buse gibi ya da beklenmedik anda yakamıza yapışan yağmur misali, kaçamadığımız iki yaşam gerçeği!..

Yok yok... Bir tane daha var belki de rüzgar gibi ansızın gelen; Şüphesiz, apansız bir gül kokusudur o!..

Hani insan kendini doğanın bağrında, ninnilere hasret beşikler gibi sallandırırken, bir o yandan bir bu yandan burnuna çarpan zevkin esareti var ya; gül kokusu işte öyle bir şeydir yar...

Sakın ola gül kokusunu, uzaktan gelen davul sesinin ince sızısıyla karıştırma yar...

Yaklaşmak isterken her koşulda güllere; yüreğindeki sevgiyi yapraklarında hissettirmek isteyince teni çizen diken, bazen sırtta bilenen hançer gibi yaralar ya insanı?..

İşte insan burnunu yaklaştırdıkça ve tutmak isterken canı acısa da içine çekmek ister ya gül kokusunu?.. Acımtırak bir koku gelir belki bazen; daha önce dokunmuş tenlerin yaralı hissinden!..

Pusudaki yay gibi!..

Baharın naz yapan günlerindeyiz yar?.. Bil ki, ben de gül kokusunun narin duygusallığında, köklerine umutla bağlanırcasına tutunuyorum yaşama;

Her anlaşılmazlığa, her inada, her haksız öfkeye ve empatiden yoksun her kahreden sözcüğe rağmen!..

Kışın son günleri; takvim yapraklarının paçasına yapışmışçasına direniyor olsa da, ben de burnuma haftalar önce çarpan gül kokusunu sinemde tutmak için çırpınıyorum yar!..

Ben inatla, her gül yaprağından geleceğin bir takvim sayfasını yaratmaya çalışırken, dikenler illaki kanatıyorsa tenimi ne yapmalıyım sence yar?..

Kaçmalı mıyım hançeremde bir kadife perde gibi asılı duran gül yapraklarından, yoksa canım her acıdığında inatla sarılmalı mıyım nazlı ve zarif gül dallarına?..

Unutma yar; gül dalını tuttukça yalnızca ten değil, yürek de kanadıkça, insan amberi değil, acıyı kokluyorsa mevsimler de ağlayabilir yar!..

Ne olacak ki deme sakın; sızı akıyor bazen gül köküne, bir narin sevda gömülüyor yok yere kahverengi toprağa yar!..

Sen de bilirsin yar; yürek ile nefes arasındaki yolu; gül ve koku, dal ve diken!..

Bu doğa gerçeği belki bir tek gül kokusunun umurunda olmuyor nedense!..

Gül gonca da olsa, inatla açılsa da, yağmurla savrulsa da, yaprakları dökülse de, istemese de her fırsatta koku saçıyor yar!..

Ben ise yaşamın antikaya düşen her geçmiş gününe inat; yüreğimdeki ateşi görmek için günlerdir kırmızı gül yapraklarına bakıyorum...

Hem de dikenleri pusudaki bir yay gibi oklarını savurmuşçasına beklerken!.. Hem de her fırsatta hem kokarken hem de acıtırken!..

Pas düşmüş geceye!..

Dün sabah; yağmur, tenlerdeki zarif buselerin son tadında gökyüzüne çekilirken bunları düşündüm yar...

Yaprağından ilham aldığım güllerle baktım ya, isyanım gelip geçen mevsimlere olmadığını anladım...

İsyanım neymiş bilir misin; sevdanın ömürlük değil mevsimlik olmasınaymış yar... O yüzden yüreğimin yırtık sayfalarına yazdığım o satırları yeniden anımsadım;

"Tende güneş yara gibi, yürek düşmüş dara gibi!.."

Bozkırın ortasında, yüzünü küçük bir ormana dönmüş o evin balkonunda, kehribar damlası gibi toprağa saplanmış taptaze gül kokuları seni bana anımsattığında, yaşamın küçük ceylan tenlerinde verdiği umutsuz dersleri de anımsayacağım...

Evet yar; ne olursa olsun, dalların ne kadar kırılırsa kırılsın, dikenlerin ne kadar yaralarsa yaralasın inat edeceksin... Güz gülleri gibi olmayacaksın bu dünyada...

Her mevsim, ömürlük gonca gibi yaşayacaksın ki; ne sayfalara düşeceksin kurumuş yaprak gibi ne de şişelere hapsolacaksın gül teninden süzülmüş can suyu gibi...

Unutma yar; ceylanların tel örgülerde beklediği o vadide, yalnız kalmış gül ağacının gövdesine yazacağım şu satırları;

"Pas düşmüş geceye; dünya mı eskidi yaşam mı?.. Asil olmayan aşk, yüreklerde yaşar mı?.."