25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 24°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yavuz’a vezir olasın!

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Sinema yazarlarının çok duyduğu, anket ve soruşturmalarda sıkça karşılaştığı soru, “En sevdiğiniz film hangisi?”dir. 20 yıldır, “Dünyanın Tüm Sabahları” (Tous Les Matins Du Monde) diyerek yanıtlıyorum.

Dört yıl önce 67 yaşındayken ölen Fransız yönetmen Alain Corneau’nun imzasını taşır 1991 yapımı bu film. Pascal Quignard’ın bizde Can Yayınları’nca yayımlanan incecik romanından uyarlanmıştır. Sanata ve sanatçıya dair müthiş sarsıcı bir öykü anlatır, güncelliğini de hiç kaybetmez.

Film, 17. yüzyıl Fransası’nda, karısının ölümünden sonra çiftliğindeki küçük kulübede inzivaya çekilen ünlü besteci ve viyola sanatçısı Sainte-Colombe ile iki kızının öyküleri etrafında gelişir. Açılış sahnesinde, Marin Marais adlı yorgun ve bezgin saray müzisyenini (Gerard Depardieu), sarayda öğrencilerine ders verirken görürüz. Kamera kendisine yaklaşırken, yüzü bol pudralı adam “Bir ustam vardı...” diyerek anlatmaya başlar.

Sainte-Colombe (Jean Pierre Marielle), sanat konusunda sarsılmaz ilkeleri olan, saray müzisyenliği yapmaya asla yanaşmayan ve her teklifi elinin tersiyle iten, “Sizin saraylarınız benim müziğime yakışmaz” diyen, kızlarını da bu ilkeler doğrultusunda yetiştiren bir dehadır. Müzikte, şan şöhret ya da para değil, yaşamın ve sanatın özünü aramaktadır. Ölen karısına duyduğu ölümsüz aşkın yansıması, karısının hayaliyle kurduğu benzersiz bağın ifadesidir müzik. Bir gün kapısına dayanan, genç müzisyen Marin Marais (Guillaume Depardieu), Sainte-Colombe’dan kendisine ders vermesini ister. Yaşlı usta önce reddeder, fakat delikanlı ısrarlıdır. Sonunda hocalık yapmayı kabul ettiğinde yeni öğrencisine tek şart koşar Sainte-Colombe: “Müziğini asla satmayacaksın, asla sarayda çalmayacaksın.”

Filmin açılışında Marin Marais’nin pişmanlıkla hatırladığı süreç budur. Genç adam, ustasından ders alacak, kendisini geliştirecek, güzel kızlarından biriyle aşk yaşayacak ama bir süre sonra Sainte-Colombe ve ailesine ihanet edip büyük acılar yaşatacaktır. “Saray müzisyeni” olmuştur. Paraya pula şöhrete ulaşmış ama ahlaken yozlaşmış, düşkünleşmiştir.

Her şeyden önce yaşamın anlamı üzerine bir filmdir “Dünyanın Tüm Sabahları”. İnsan ne için yaşar sorusuna, Sainte-Colombe karakteri üzerinden çok sağlam yanıtlar verilir. Sanatın anlamı ve kimler için yapıldığı konusunda da alabildiğine derin bir tartışma yürütülür. Quignard’ın romanı ve Corneau’nun filmi, sanatın “saraylardan” uzak durması, sanatçının kendisini sarayla ve sarayın himmetleriyle kirletmemesi gerektiği konusunda manifesto niteliğindedir.

AK SARAY’IN MÜZİSYENİ

Lafı uzatmaya gerek yok... Yavuz Bingöl, ustalarına ve sanatına ihanet etmiş, saray müzisyeni olmayı tercih etmiştir. “Ak Saray” denilen enkazın odalarından birindedir, oraya çok da yakışmaktadır. Erdoğan’la el sıkışma anını gösteren, “Aman kaçırmayayım!” telaşını çok iyi yansıtan fotoğraftaki gibi, “Tutsan elini ben fakirin...” diyerek Saray’dan hamilik dilemiş, karşılığında da belli ki birkaç kese kapmıştır. Doğal olarak da ağzını her açtığında saçmalamaya başlamıştır. Son röportajında söyledikleri, kapılandığı yerin gereğidir ve daha da beter duruma geleceğinin habercisidir.

Unutulmasın ki bu toprakların kültüründe, “İnşallah Yavuz’a vezir olasın!” şeklinde enfes bir beddua yüzyıllardır yankılanır durur. Yavuz Bingöl’ün günün birinde “Benim ustalarım vardı...” diyerek Yunus Emre’yi, Pir Sultan’ı, Karacaoğlan’ı, Âşık Veysel’i, Ruhi Su’yu sayıklayacağına adım gibi eminim. Ama dilerim ki bunun öncesinde saray müzisyenliğiyle yetinmeyerek, “Yavuz’un vezirliğine” de terfi etmiş olur.