25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yazgısı futbolcuya bağlı teknik adamlar...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Yıllar geçtikçe futbolda teknik adamların önemi azalmasına karşın bizim gibi henüz doğruyla yanlışın ayırtına tam olarak varamamış toplumlarda, kazanma ve yitirme anında her şey olduğundan daha büyük gösteriliyor. Ne demek istediğimi ligin ilk iki haftasında, futbolun pratiği adeta bir ders niteliğinde gözlerimizin önüne serdi. Öğrenmek isteyene futbol her hafta yenilikler sunuyor ama ders almayı bilmeyenler, bilgiye karşı kepenk kapatmış olanlar dolgu kültürüyle yol almaya çalışıyorlar. Teknik direktörlerin yazgısı futbolcuların topu kaleden içeri atmalarına bağlıdır. Dolayısıyla teknik direktörler başkalarının eylemlerine göbekten bağlı meslek insanlarıdır ki, bizde bugün bile teknik direktörlük bir meslek değildir. Bu bağlamda en deneyimli hocalardan biri olan Şenol Güneş oyuncularının sıradan davranışları yüzünden “iş bilmez” konumuna düşerken, Güneş ile karşılaştırılamayacak denli deneyim sahibi olmayan Hamza Hamzaoğlu geçen yıl üç kupa birden kazandı. Nasıl mı? Sneijder’in beklenmedik golleri ve Muslera’nın insanüstü direnciyle. Bu sezon Hollandalı kötü oynuyor, Uruguaylı da elinden topları kaçırıyor, görüntü ve Hamzaoğlu’na bakış açısı ortada. Bana kalırsa bir teknik adamın en önemli görevi hangi karşılaşmayı hangi oyuncularla oynayabileceğini saptayıp takımı ona göre kurmasıdır. Siz Mersin İdmanyurdu’nu Cenk Tosun ve Oğuzhan Özyakup ile yenebilirsiniz. Göze çok hoş gelen bir futbol ile farklı da yendiniz. Artık günümüzde “yenen takım bozulmaz” diye bir anlayış olamaz. Mersin’deki koşullar farklıydı. Olimpiyat Stadı’nın koşulları ise daha başkaydı. Karşınızda güçlü bir Trabzonspor ve elinizde de Gökhan Töre ve Quaresma gibi iki saatli bomba varsa takımı kurarken daha ayrıntılı düşünmeniz gerekir. Bu iki oyuncu topla o denli gereksiz ve zamansız oynuyorlar ki, biri hakemin düdüğünü beklemediği için oyun dışı kaldı diğeri ise boş kaleye topu atacağına topa basıp birçok karşıt oyuncuyu karşısına aldıktan sonra vuruş yapıp golü kaçırarak takımın yazgısıyla oynadı. Cenk Tosun bir maçta üç gol attı bir daha ne zaman gol atacağını bekleyip göreceğiz. Ne denli hazır olmasa da Mario Gomez gibi bir santrforunuz varsa Trabzonspor’a karşı onu oynatırsınız. Geçen yılın en iyilerinden biri Sosa sakatlıktan çıkmış bile olsa kulübede oturuyorsa Trabzonspor’a karşı oynatabilirdiniz. Quaresma’nın oyun dışı kalması maçın ileri ki aşamalarında Şenol Güneş’in taktik düşüncelerini değiştirmiş olabilir ama ilk haftanın görkemli takımı yanlış yapıldığında sıradanlaşabiliyor, teknik direktör de hiçbir şey yapamıyor...Çok büyük olasılıkla bundan sonraki meslek yaşamında bir daha göremeyeceği kadar kupayı bir sezonda kazanan Hamza Hamzaoğlu ile salt bizim değil 2002 Dünya Kupası sırasında Uzakdoğu’nun bile saygısını kazanan Şenol Güneş’in iki hafta içerisinde geldikleri yer, bizleri biraz daha derinlemesine düşünmeye doğru götürüyor. Ne hakkında, teknik direktörlerin futboldaki yeri ve işlevi hakkında... Bir milyon lira aylık alan Fatih Terim’in Kazakistan karşısında düştüğü durumu ise anımsatmak bile istemem!
Van Persie fırsatı kaçırdı!Bu yazıyı okuduğunuzda büyük olasılıkla Fenerbahçe’nin Atromitos’u elemesinin tadını çıkartıyor olacaksınız. Pişmiş aşa su katmak istemek niyetinde değilim ancak fırsatını bulup bir türlü yazamadığım bir konuya değinmek istiyorum. Toplam değeri Fenerbahçe’nin bir futbolcusunun ederi kadar olan Yunan takımının oyuncularının sadece koşarak sarı-lacivertli takımı ilk maçta ne denli zora soktuğunu hep birlikte izledik. Ortalama bir hakem bile Fenerbahçe aleyhine iki penaltı bir kırmızı kart verir Van Persie’nin golünü de faul nedeniyle iptal ederdi. Benim asıl gelmek istediğim nokta da Van Persie’dir. Hollandalı oyuncunun eline tarihsel bir fırsat geçti. Attığı gol açık fauldü. Henüz hazır olmadığı için karşıt oyuncuyu iterek kendine elverişli bir durum sağlayıp golü attı. Acımasız futbol çekişmesinin içerisinde çok mu düşsel bir dünya da yaşıyorum bilemiyorum ama Hollandalı oyuncu hakeme giderek faul yaptığını, golün geçersiz sayılması gerektiğini söyleseydi, kendisinin ve Fenerbahçe’nin futboldaki etik değerlere nasıl bir katkı yapacağını düşünebiliyor musunuz? Böyle bir tutum, 3 Temmuz’da yara aldığı savlanan Fenerbahçe’nin yarasına merhem olmaz mıydı?
“Doğrusu, âkıl’dır, âkil değil!”Kendini, Bilge Önder Atatürk’ün Dil Devrimi’ni doğru alımlamış bir Öz Türkçe tutkunu olarak betimleyen Saygın Ağabeyim Tarık Konal’ın bana gönderdiği çok değerli, insanı bilgilendiren, geliştiren iletilerinden birini sizlerle paylaşmak isterim: “Tümcelerinin içine yerli yersiz yabancı sözcükler sokuşturma” edimi, ülkemizin Osmanlıcı yöneticilerince olağan bir davranış biçimine, bir alışkanlığa dönüştürülmekte. Bunun örneklerine günümüzde çokça rastlanıyor. AKP’nin Türkçemize sokuşturduğu sözcüklerden biri de âkil sözcüğüdür. Âkil, yiyen, yiyici, ... den beslenen, demektir; âkil ül beşer insan eti yiyen, âkil ül esmak balıkla beslenen, balıkçıl demektir. Oysa burada söylenmesi gereken, aydınlanmacı öğretmen, şair Tevfik Fikret’in (1867-1915) bir şiirinde, dar günlerde düşüncesine başvurulan, akıllı kişi anlamında kullandığı âkıl sözcüğü olsa gerek.Karşılaştığı sorunları us’a vurarak yorumlayabilen; uslamlama yeteneği bulunan; düşüncelerine değer verilen diyerek Türkçe anlatmak varken, bunların Arapçasına başvurmak, onu da âkil diyerek yanlış söyleyip yanlış yazmak, Arapçacıları da kendilerini âkiller olarak (doğrusu âkılân ‘dır) tanımlayanları da gülünç duruma düşürüyor. Söylemlerinin içinde en küçük bir bilgi kırıntısı bile bulunmayan bu “uslamlama yoksunu” kişilerin, başka dillerin sözcüklerine tutkunlukları nedeniyle, içine düştükleri gülünçlüğü yüzlerine vurmak gerek, diye düşünüyorum.’