19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni yılda barışa giden yol ...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Friedrich Engels, “başka ülkeler üzerinde baskı kuran hiçbir ülke hür olamaz” demişti. Lenin ise 1903 yılındaki Londra Konferansı’nda tüm ulusların kendi geleceğini belirleme de tam hak sahibi olduğunu savunmuştu.

Aynı ilkeler neredeyse aynı sözcüklerle ABD’li birçok devlet adamının ağzından da duyulmuştu. Ne var ki iki ülke için de pratik tam tersini göstermektedir. Zamanında Sovyetler Birliği birçok ülkeye askeri girişimde bulunmuş, topraklarını kontrol altına almıştır.  Bunlardan en bilineni Doğu Almanya işçilerinin 1953 yılındaki ayaklanmasını, 1956 yılındaki Macar devrimini ve Çekler’in 1968 yılındaki Glastnos (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılanma) girişimlerini bastırmasıdır. Sovyetlerin 1979 yılında Afganistan’a girmesi ise batı dünyasında “işgal” olarak algılansa da, aslında Afganistan’da seçimleri kazanan sol partinin iktidara geçmesine engel olunduğu için seçim galibi Afganların çağrısı üzerine gerçekleştirilmiş bir eylemdir.

Bu yüzden 1980 Olimpiyat Oyunları NATO üyesi ülkeler tarafından protesto edilmiş, Doğu Bloku olarak bilinen sosyalist ülkeler ise 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’na katılmayarak misilleme yapmışlardır. Bu karşılıklı gövde gösterisinden sonra Uluslararası Olimpiyat Komitesi yeni bir yasa çıkartarak olimpiyatları protesto etme hakkını sadece Yunanistan’a vermişti.

***

Sosyalizmin fikir babalarının söylediklerinin tam tersine girişimlerin tek sahibi Sovyetler değildi elbette. Dünya savaşları ile korsanlığı ve köle ticaretini önleme amacıyla düzenlediği seferler dışında, Amerika Birleşik Devletleri de başka ülkelere 130 ayrı olayda silahlı, askeri girişimde bulunmuştur. 

Birleşik Devletler’in Türkiye’ye çeşitli zamanlarda tam altı kez girişimde bulunduğunu siyaset tarihini yazanlar vurguluyorlar. ABD kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak, sermayenin yayılmak zorunluluğu ile başka ülkeleri işgal etmiş olabilir. Ama eğer Sovyetler başka ülkeleri yutma arzusuna gem vurabilseydi kendi de uyguladığı sistem de çok daha iyi anlaşılabilirdi.

Her iki sistemin ve ülkenin ortak özellikleri ise işgal ettikleri ülkelerde kendi politikalarını sürdürmeye çalıştıkları bölgelere gazetecileri sokmamaktaki başarılarıydı. Gazetecileri olay yerine sokmamak, yaşanılanların insanlık duyarlılığı ile paylaşılmaması demek, yerleşmiş düşmanlığın yozlaştırıcı etkisine kapılmak ve kendi kendisini besleyen, geliştiren bir yok edicilik durumunun ortaya çıkması anlamına gelir. Egemen olanlar böylesi bir engelleme girişiminde bulunmazsa, duraksarsa, geçmişteki görevi kötüye kullanmalar hatırlatılır.

Bir kıygı (zulüm) ya da askeri olay kurgulanılarak, düşmanın yeni ve tehlikeli bir silah konuşlandırdığı açıklanır ya da eğer iç kamuoyunun siyasi değerlendirmesi hükümete rahatsızlık verecek kadar yansızsa, saflık ve ihanet suçlamaları ortaya atılıp, kolaylıkla yeniden canlandırılabilir. Düşman icat etmek ve onların kusurlarını olduğundan daha büyük göstermek (abartmak) büyük oranda bürokratların işine yarar. Bürokratların isteklendirilmesi (motivasyon) ile hükümetler baskıyı arttırır.

***

Başka ülkeleri baskı altına alan ülkeler nasıl ki özgür olamazsa, başka insanları baskı altına alanlar da hür ve özgür olamazlar. Bugünün dünyasında ve özellikle de Türkiye’de düşünceleri baskı altına alınan gazeteciler meslek olarak ilk sıradadırlar.

Gazetecilerin baskı altına alınması, yazdıkları ve konuştukları yüzünden öldürülmesi, hapislere atılmaları, işlerinden edilmeleri yeni bir uygulama değildir. Gelişmek ve ilerlemek için eleştiri ilk koşul olduğu halde hükümetler buna karşı çıkma eğilimindedirler. En önemli örnek Hitler Almanya’sıdır.  Nazi partisi liderlerinden Rudolf Hess’in 30 Haziran 1934 tarihinde yaptığı konuşmanın bir bölümü şöyleydi: “Her türlü eleştirinin dışında olan bir kişi vardır ve o da Führer’dir. Çünkü herkes hisseder ve bilir ki o her zaman haklıdır ve hep haklı olacaktır. Bizim Nasyonel Sosyalizmimiz Führer’e olan eleştirisiz sadakatimiz ve teslimiyetimizle perçinlenmiştir.”

Bu gibi kör inançların devlet liderlerine sağladığı kolaylık Hitler’in şu sözleriyle de açıkça ortaya konuyor: “Halkın düşünmemesi iktidarda olanlar için ne büyük şanstır!” Düşünsel ve töresel (ahlak) uysallık kısa erimde liderlerin işine gelebilir, ama gelecekte ulusların yaşamına kıyması demektir. Bu yüzden ulusal önderlik için ölçütlerden biri sert eleştirileri anlama, özendirme ve yapıcı olarak yararlanma yeteneğidir. Bu yetenek, ülkelerin gelecek yüzyıllara daha sağlıklı geçiş yapmasını sağlayan önemli ölçütlerden biridir. 

Hiç kuşku yok ki, 21. yüzyılın yaşam koşullarına bugün çoğu ülke hazır değil. O halde, önümüzdeki görev geçmişin bazı olaylarını yüceltip, farklı bir biçim vererek savunmak değil, hepimiz için çok tehlikeli bir zaman diliminden bizi sağlıklı geçirecek bir yol bulmaktır. Bunu başarmak için her türlü yardıma, görüşe, yoruma ve düşünceye gereksinmemiz vardır. Bilimin temel öğretilerinden biri, karmaşık konuları anlayabilmek için belleklerimizi (zihin) doğmalardan kurtarmaya çalışmanın ve yayın, eleştiri, deney yapma haklarının güvenceye alınmasının gerekli olduğudur. Bu sağlanmadıkça toplumsal yaşam içerisinde insanlar canlılığını yitirir.

Canlıların dünyasında genelde karşılaşılan iki kural vardır. Bunlardan ilki: Üstünüzdekilere dalkavukluk edin, altınızdakileri sömürün. Bu zorbaların genel kuralı, insan dışındaki diğer primat toplumlarının çoğunun da yaşam biçimidir. Öteki yaygın kural da şudur: Önceliği her şeyde yakın akrabalarınıza verin, diğerlerine de istediğiniz gibi davranın. Bu kural evrim biyologlarınca “akraba seçilimi” olarak bilinir. Ama insanlar sadece bir canlı değildir. İnsan olmak canlı olmanın ötesinde bir şeydir ve insan olan A.J.Muste’nin şu sözünü hiç unutmamalıdır: Barışa giden yol yoktur. Barışın kendisi yoldur.

Türkiye’nin özgürlükler ülkesi olması dileğiyle yeni yılınızı kutlarım...