16 Nisan 2024 Salı
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yetki veriniz kürsüye çıkıvereyim hemen!

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Ara ara tartışılır zaten. Acaba ayrı bir yönetim bölgesi olsun mu diye... Gerçekten İstanbul ayrı bir devlet gibi. Dünyadaki birçok ülkeden daha büyük ve kalabalık olduğu mutlak. Bu o kadar da önemli değil. Ama İstanbul ekonominin; finansından üretiminden ticaretine kadar dünya merkezlerinden biri. Sanayi var, turizm var... Tarımla, hayvancılıkla yakından ilgili... Kültür ve sanatın ve de tarihin... O müthiş birikimin belki de yeryüzündeki bir-iki önemli kentinden biri. Sanayicisi var, işçisi, çiftçisi, tüccarı ulusal basından yerel basına binbir çeşit kökenin mutfağından müziğine, düğününden derneğine ne isterseniz... Trafikten işsizliğe, bölgeler arasındaki dengesizlikten göç sorununa engellilerin yaşama katılmasından, emeklilerin yaşamını verimli ve saygın kılmaya çevre korumaya sokak hayvanlarından sosyete bebelerinin elinde oyuncak olan, onurlarıyla oynanan “süs” hayvanlarının haklarına... Sorun çok.

Ama hepsinden önce bu güzel kentin insanlarının terör sorunu var.

Öyle ya; görme engelli olsanız da, en ince ayrıntısına kadar danışıp düşünüp en kullanışlı kaldırımların yapılmasına hizmet etsem de... otobüs durağında patlatılan bir bombayla yaşamınızı kaybedebilirsiniz... Gözlerinizin görmesi ya da ya da görmemesi farkedecek mi?

O beş bin ABD markalı silahtan çıkan kurşun Mehmetçiğimizi, öğretmenimizi hedef alırken bu Kürt, Alevi, Sünni demiyor ki...

O tertemiz alnımızdan vuruyor.

Terörün kaynağını gören göz hepimiz için önemli.

VEKİL OLMAYA ADAYIZ

Onun için İstanbul’dan milletvekili olmak zor.

Bizim anladığımız anlamda.

23 Nisan 1920’de tanımlanmış. Meclis’in ilk açıldığı gün. Adımız değişmiş. “Nazır” nezaret eden tepeden bakan değil; “vekil”..! Milletin iradesine geçici olarak vekillik eden, temsilci. Yasayla adı konmuş.

Milletin vekili...

O tarihlerdeki birçok belgede rastladım. Yanlışlıkla eski sıfatınızı kullansanız üstü çiziliyor, düzeltiliyor.

Yasa emridir kendini bil, deniyor.

Biz bu köşeden de hep yazmıştık. Gazeteciliği de böyle anladık, böyle uyguladık.

Bir görev üstlenme.

Hizmet görevi.

Bilgilendirme, aydınlatma, önünü açma, sorunların çözümüne katkıda bulunma...

Vatan Partisi’nin İstanbul, 1. Seçim Bölgesinden adayız.

Zor zanaat.

Zor sanat.

SÖZ VERİYORUZ

İlçe ilçe, mahalle mahalle, pazar pazar, çarşı çarşı dolaşıyoruz... Şenlendireceğiz ya...

Nutuk atıp “Hadi beni beş yıl sonrasına kadar allaha ısmarlayın” demiyoruz, sözler veriyoruz. Elimizde kalem kağıt not tutuyoruz. Çünkü biz mazbatamızı aldığımızda kameraların önünde “acaba altın mı gümüş mü milletvekili rozeti alsam...” diye şaklabanlık yapmayacağız.

25 Haziran’dan başlayarak yeniden burada olacağız. Esas o zaman geleceğiz sade kahvelerini içmeye...

Hak ederek!

Cumhuriyet tarihinin en büyük krizi geldi deniyor. Artık “kapımızda” filan da değil. Geldi! Bütün veriler bunu gösteriyor. AKP iktidarı bir buçuk yıl bile dayanamayacağım dedi, beyaz bayrak çekti. Ben çözemiyorum. Benden bu kadar... dedi.

Biz de diyoruz ki yıllardır, bu yol yol değil. Sonunda bizi bölünmeye sürükleyecekler, borçlanma ekonomisine çevirip mum edecekler dedik dedik... işte o günlere geldik.

Ama çözüm var.

Gelelim, çözelim.

Cumhurbaşkanımızın programı hazır. Hatta hükümeti bile hazır. Konuşup toplanıp duruyoruz. Ayrıntılandırıyoruz. İlk seçim bildirgesini veren kim?

Daha ilk erken seçim haftasında somut önerileriyle milletinin masasının önüne koydu.

GİDİP KULAKLARININ DİBİNDEN BAĞIRACAĞİZ

Biz de işte bunun için adayız, İstanbul’un, sanayicinin, işçinin, esnafın kadınıyla erkeğiyle genciyle emeklisiyle sesi olacağız.

O kürsüye çıkacağız.

Kadıköy çarşısındaki balıkçının, Beykoz Soğuksu pazarındaki tezgahçının, Kozyatağı’ndaki eczacının, Kartal’daki giyim dükkanı iki kadın sahibinin, Pendik’deki fırıncının, Tuzla’daki balık lokantacısının... sesini duyuracağız.

Onlara söylüyorum.

Ben Ankara’ya tek başıma gitmem diyorum, erkek kadın da ayırt etmem... Birlikte gitmeye var mısınız?

Tezgahın başından bağırıyoruz, bağırıyoruz sesimizi oradan, karar verici yerlerden, Ankara’dan duyuyorlar mı?

Yanıt belli.

İcraat belli.

Kendi havalarındalar, atışıp sataşıp komiklik seviyesizlik yapıp duruyorlar.

O zaman gidelim kulaklarının dibinden bağıralım.

Tek yol!

ENGELLİLERLE BİRLİKTE GİDECEĞİZ

Türkiye’de en yuvarlak hesabıyla sekiz milyon engelli var. Aileleriyle birlikte, normal hesap anne baba kardeş desek, dörtle çarpsak 24 milyon kişinin etkilendiği derdi sorunu var. Yıllardır dinlerim. Gittik iki gün önce onu da güncelledik. Gelin sizinle de derneklerini dolaşalım. Evlerine konuk olalım. Yollarda birlikte yürüyelim. Kitap okumaya çalışalım...

Sadaka vermekle olmuyor.

Bir engelli çocuk anasının devletin verdiği engelli yardımıyla ilgili sözleri hâlâ kulağımda:

-Babası eskiden iki şişe şarap içerdi, şimdi o parayla dört şişe içiyor...

Onurundan hiç söz etmiyorum bile.

Anasına iş bulacağız, istihdam yaratacağız demek de yetmiyor. Kim bakacak o çocuğa. Evde ayağından bağlayıp giden anaları haber yapıp “suçlamadık” mı?

Ben evlere özel servis koyalım, belli sayılara göre engelli okullarını artıralım, engelli konservatuvarları açalım derken... biliyoruz ki yatılı okullar bile kapanıyor. Birlikte eğitim iyi hoş da, hele bir gelin esas engelleri yaşayanlara danışın bakalım!

Not defterimizde hazır, sayfalar dolusu.

Yetki verin gidivereyim hemen, kürsüye çıkıvereyim hemen!

ALEVİLERİMİZİN LOKMASI KURSAĞIMDA

Defterimi açtırdınız bana nasıl kapatacağım.

Alevilerimizin lokmasını paylaştım, daha dün yeniden!

Kursağımda.

Tadı damağımda.

Hatırı boynumda.

Notlar defterimde. Defterimin başına bir iş gelse, inanın yıllardır ezberimde.

Yerel basın. Benim gözbebeğim. Türkiye’de hangi kente gitsem, teşekkürlerimi sunarım. Yüzümüzün akı.

Yerelin sesini “plazalardan” duyan mı var! Seri cinayet işlenmez ise!!

Biz Cağaloğlu yokuşunun son temsilcileriyiz. Biliriz. Okuyucumuzla yüz yüzeydik, nasıl yalan yazabilirdik! Patron kafasını kesse, onu yazmayacaksın dese, vurur kapıyı çıkardı. Yoksa sokağa çıkabilir miydi! Mahalledeki bakkal hesabını sormaz mıydı!

Günde 12 saat Cumhurbaşkanının, olmadı Başbakanın, olmadı Bakanın konuşmasını “efendiim yayını kesiyoruz... canlı yayına bağlanıyoruuuz...” diyebilir miydiniz. Hem de seçim döneminde. Hepimiz sıfır kilometreden yola çıkmışken.

Doğruya doğru. Türkiye’de çok dolaştığım için biliyorum. Ama İstanbul yerel basının kendine özgü bir dizi sorunları ve talepleri varmış. Yeni notlar. Ne yapacağım ben. Galiba defterimdeki sayfalar yetmeyecek.

Atlar hani böyle eşinip dururlar ya... kulaklar havada... sesi duyduğunda yay gibi fırlayıp gidecekler az sonra... İşte aynı öyleyim. Gün sayıyorum. Yetki veriniz!

Çantam hazır zaten.