29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Mustafa Ata, zamanın bedenini tuallere çizdi

Mustafa Ata, zamanın bedenini tuallere çizdi
A+ A-

Sanatçı Mustafa Ata’nın 68’den günümüze sanatsal ve toplumsal sentezin yer aldığı sergisi “Zamanın Bedeni” Galeri İdil’de sanatseverlerle buluştu. Ata Aydınlık’ın sorularını yanıtladı

27 Haziran’a dek ziyaret edilebilecek olan Mustafa Ata’nın “Zamanın Bedenleri” adlı sergide bugüne dek sayısız grup ve kişisel sergiye imza atmış sanatçının renklerin “dans ettiği” resimleri görülebilir. Sergi ile birlikte Ata’nın çalışmalarının ve sanatçının eserlerine, sanatına ilişkin metinlerin de yer aldığı kapsamlı bir de kitap hazırlandı. Eleştirmen, yazar emin Çetin Girgin’in kaleme aldığı metinler ile kitap oldukça zengin bir kaynak niteliği de taşıyor. Ata, sanat yaşamını anlattı:

- Zamanın Bedeni serginizin oluşum sürecinden bize söz eder misiniz?

“Zamanın Bedeni” adlı sergi, aynı adlı ve eşzamanlı olarak eleştirmen Emin Çetin Girgin’in sosyolojik ve eleştirel bir dille ele aldığı kitap nedeniyle hazırlandı. İnsan ve çevresinin bilimsel planda keşfi Rönesansla başlar. Başlangıçtan bugüne insanın insana dair olan-olmayan ne varsa yeniden keşfinde ve yaratıcılığında bitmez bir enerjiyle yüzyıllar boyunca kendini yenilediğine şahitlik ediyoruz. Bugünün insanı bugünün kurallarıyla, dünün insanı geçmişin kurallarıyla savaşı veya barışı talep ediyor. Sanatta da aynı şey vardır. Bugünün bakışıyla yeni ideolojiler oluşturmak...Sanatçı her daim şu soruyu sormalıdır kendine; sanatımdaki değişebilirlik nedir?

- 80’li yıllar sizin sanatınızı nasıl etkiledi?

Emeğin paylaşılmasında, refahı saf kendi bünyesinde tutmaya çalışanlara karşı, toplumda ortaya çıkan sosyal ve siyasal gerilimin tanığı olarak; bu etki o dönem yaptığım eserlerle somutlaşır.

- 80’den bugüne Türkiye’de çağdaş sanatta neler değişti?

Dünya büyük bir hızla değişiyor, elbette yapılanlarda bu değişimi yansıtacaktır. İyi ya da kötü, zamanla eşgüdümlü olarak tarihte yerini bulacaktır.

- 1971 yılında Darüşşafaka sanat galerisinde açtığınız ilk kişisel sergiyle son serginiz arasında geçen süreci sanatsal gelişiminiz açısından kıyaslarmısınız?

Biri başlangıçta Rönesans atölye geleneği içinde biçimden yola çıkarak sanatsal ideolojiyi arama dönemi, diğeri yani bugün geldiğim nokta ise başlangıçta söylediğim “ulaşmak istediğim evren renk ve çizgiden ibarettir” sözlerine ulaştığım dönemim. Biri görünür olandan yola çıkarak anlatılan bir dünyayı tanımlarken, diğeri aynı değerden yola çıkarak; uzun yıllara dayanan değişim aşamalarıyla elde edilmiş jeste dayalı kaligrafinin egemenliğinde renkle tariflenen içerik bir dünyayı tanımlar.

Bugün geldiğiniz noktada görülüyor ki; geçmişte sınırlanmış olarak karşımıza çıkan boşluk, bugün sınırsız bir yüzey üzerinde renkle tarifleniyor. 1983’de sanatınızı anlattığınız bir yazıda şöyle ifade etmişsiniz; “doğanın diyalektiğinde geçici olan insan, sadeleştirilmiş boşlukta hareket ve hızıyla bir süre yer alır ve bu süre sonunda sonsuzlukta kaybolur... “bugün, resminizde sınırları kaldırma felfefesini, yaşadığınız zaman açısından nereye oturtuyorsunuz?

Tarihin herhangi bir yerinde ve zamanında, yaşamla ölüm arasındaki süreçtir önemli olan benim için. Dikkat edilirse daha çok 70’li yıllarda yaptığım kompozisyonlarda insanların yüzlerini görebilirsiniz. 1980’li yıllarda yaptığım, “Direniş”, “Ağıt-Anadolu”,”Memleketim” gibi eserlerde bu, belli belirsizdir. Zamanla figürlerin yüzleri yok olur. Ben resimde ufuk çizgisini kaldırarak varolduğum zamanın aksine, pür bir yüzeyde, aklın gökyüzünden yeryüzüne indirildiği “eşit” bir dünyadan söz ediyorum. Sınırların kaldırıldığı bir yüzey, sınırsız ve sonsuz... Ancak böyle olduğunda kendimi herşeyle eşitlenmiş hissediyorum. Figüre renkle yeni bir boyut ve anlatım kazandırmak için.

- Pür yüzey derken neyi kastediyorsunuz?

Saf boşluk... İki boyutlu yüzey olarak tanımladığımız tuvalin üzerinde üç boyut yanılsaması, bilimsel bir yöntem olan perspektifle de tanımlanır. Benim resimlerimde bu belli bir zamandan sonra ortadan kalkar (bu renktir). Beni iki boyutlu yüzey daha çok ilgilendirmiştir. Yüzey her kompozisyonda farklı renk kullanımıyla daha önce sınırlandırılan yüzeye karşıt olarak, sınırsız bir renk yüzeyine dönüşür. Asıl sanatsal ideoloji bu noktada devreye girer benim için. Yüzeyle biçim arasında kurduğum ilişkide, bedenin de soruna dahil edilmesiyle jestin egemenliğinde kaligrafik bir yapının varlığı hissedilmeye başlar. Kompozisyonlarımda kurgulanan, renkli yüzeyle biçim arasındaki bu estetik ve plastik sorun, insana ait olan tüm değerleri süreklilik ve eşzamanlılık ilkesi içinde bir ve eşit kılmaktır.

‘BEN BİR SENTEZCİYİM’

- Eserlerinizin isimlerine bakıldığında, yaşadığınız toplumun ve tarihinin şimdi ya da belli bir döneminde kuşatıldığı konusu üzerinde sık sık durduğunuz görülüyor. Toplumsal olayları bir sanatçı olarak, estetik kaygılarınız içine nasıl yerleştiriyorsunuz?

Bu sadece sanatçının değil, insanı genel olarak kuşatan bir olgudur. Okunabilir tarihten bugüne insansal sorunlar hep olagelmiştir. Düşünürler, bilim adamları, sanatçılar, demokrasi ve eşitliği arayanlar durağan olanla sürekli savaş halindedir. Hiçbir zaman yoktur ki sözünü ettiğim değişebilirliğin önünde bir güç olmasın. İnsan erki dilediği gibi kullanmakla muktedirdir. Ve, ne pahasına olursa olsun, bunu pervasızca kullanmışlardır. Bırakınız sanatçı olmayı, ahlaka, eşitliğe, kısaca demokrasiye inanmış her birey kendini en iyi ifade edebildiği dilde, bunu gündemde tutmuştur. Bu sürece tanıklık eden bir sanatçı olarak konuşabildiğim en iyi dil ne ise, ki bu sanattır benim için,doğal olarak devreye girmiştir. Özelikle anlatımı güçlendirmek adına 80’li yıllarda yaptığım eserlerde semboller kullandığım görülür. Memleketim, sabra ve şatilla, geliştirilmemiş beyinler vs. adlı eserlerde olduğu gibi... Bu noktada sanatsal anlatımla,toplumdaki herhangi bir olguyu betimleme arasında eşzamanlı bir anlatım birliği vardır. Sanatımdaki değişebilirlik, toplumdaki sosyal ve siyasal olayları anlatımda hiç de geri kalmamıştır.

- Bugünkü resimlerin isimlerine bakarsak , bu isimlerin başta sözünü ettiğiniz “içerik dünya” felsefesine daha yakın olduğunu söyleyebilirmiyiz?

Özellikle son yıllarda bilgi birikimi ve deneyimlerin doğal sonucu olarak, yaşadığım coğrafyanın kültürel değerlerine daha çok önem vermeye başladım. Bu resimlerimde, kaligrafik bir değer olarak ortaya çıkar. Aslında insan bedeninden yola çıkarak ulaştığım bir sonuçtur bu. Fırçanın tuval yüzeyinde dolaşarak figürü çağrıştıran biçimleri oluşturması yapısal bir değer olmakla birlikte, kendi kültür değerlerine dikkatle bakan bir sanatçı tavrıdır. Bu yaklaşım sınırsız ve sonsuz bir boşlukta ifade edilir. Başlangıçta renksiz ve durağan insandan yola çıkarak oluşturduğum kompozisyonların, bugün dikkatlice bakıldığında; rengi baş enstrüman olarak kullanarak, jestin egemenliğinde insana ulaşmak kaygısını taşıdığı görülür. Diyalektik ve metafizik iki karşıt dünya görüşüdür. Sanatsal planda ele alındığında, her iki dünya görüşünün tarihsel süreçte başyapıtlar oluşturduğu görülür. Bunun dikkate alınması gerektiği düşüncesindeyim.

- Sergideki bazı eserlerinizde büyük bir yalınlık gözleniyor. Özellikle hangi eserleriniz ulaşmak istediğiniz yalınlığa daha yakın?

Sergideki eserler çok iyi bir seçkiyle hazırlanmıştır. Fakat sergide yer alan “Dört Senfoni” adlı eser benim en azından bu aşamada ulaşmak istediğim yalınlığa en yakın eserdir diyebilirim. Resimlerimde her zaman var olan zamanın en kısa dilimi olan “An” sorununa iyi yaklaştığımı düşünüyorum.

- Doğu ve Batı sanatı içerisinde kendinizi nasıl bir yapı içine oturtuyorsunuz?

Ben bir sentezciyim.

‘TÜRKİYE’DE BU İÇERİKTE KİTAP YAZILMADI’

- “Zamanın Bedeni” adlı sergi ve aynı adlı kitabınızın oluşum sürecin anlatır mısınız?

“Zamanın Bedeni” adlı sergi, aynı adlı ve eşzamanlı olarak yazar ve düşünür Emin Çetin Girgin’in sosyolojik ve eleştirel bir dille ele aldığı kitap nedeniyle hazırlandı. Bildiğim kadarıyla sanat kategorisinde Türkiye’de bu içerikte bir kitap yazılmadı. “Zamanın Bedeni” bugün geldiğim noktada “Zamansız Bedenler”in diyalektiğini oluşturur. İnsan ve çevresinin bilimsel planda keşfi Rönesansla başlar. Başlangıçtan bugüne insanın insana dair olan - olmayan ne varsa yeniden keşfinde ve yaratıcılığında bitmez bir enerjiyle yüzyıllar boyunca kendini yenilediğine şahitlik ediyoruz. Bugünün insanı bugünün kurallarıyla, dünün insanı geçmişin kurallarıyla savaşı veya barışı talep ediyor. Sanatta da aynı şey vardır.Bugünün bakışıyla yeni ideolojiler oluşturmak...Sanatçı her daim şu soruyu sormalıdır kendine; sanatımdaki değişebilirlik nedir?

- Kitabı niçin “ahlak ve emeğe adanmış hayatlara...” ithaf ettiniz?

68 kuşağının içinden gelen sanatçı bir birey olarak söyleyebilirim ki hayal ettiğimiz ve özlemini duyduğumuz neredeyse hiçbir değer gerçek olmadı...Özgürlüğe, sanata ve kültüre getirilen engellerin ardı arkası kesilmedi, bugün bambaşka şeyler konuşmalıydık, gündemi neredeyse şiddet ya da savaş oluşturuyor. İnsanlığın dramı hiç bitmedi. Ama gelecek güzel günlere inanarak üretmek de sanırım bazı kuşakların görevi oluyor ne yazık ki.

Ece Kırbaş

Son Dakika Haberleri